İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

KÜLTÜRÜMÜZDE DİN VE DİNDARLIK

 

Din ve Dindarlık Kavramı

Din; akıl sahibi şuurlu insanları, kendi irade ve arzularıyla, hayırlı, iyi ve güzel olan şeylere sevk eden ilahî kanun; kemale ermek için tutulacak en doğru yoldur[1]. İmâm-ı Azam dîni; iman (dil ile ikrar, kalp ile tasdîk), İslâm (Allâh’ın emirlerine telsi olmak, itaat etmek) ve hükümlerin hepsine birden verilen isim şeklinde tanımlamıştır[2]. Din inanma, ibadet etme, dua etme ve vecd hali gibi heyecanları; fert, aile ve toplumla ilgili bir takım kuralları içine alan bir kurumdur. Başka bir ifadeyle din, insanın Allah ile, insanın diğer insanlarla ve insanın kainat ve içindeki eşya ile olan ilişkilerini tanzim eden bir kurumdur[3].

Peygamberler aracılığıyla tebliğ edilen bu ilâhi kanun; yaratılışı ve yaratılış gayesini, ölüm ötesini, Yaratana ve yaratılmışlara karşı vazifeleri, hangi işlerin hayırlı, iyi, faziletli, hangi işlerin kötü ve zararlı olduğunu öğretir; insanlara, hidayet ve saadet yollarını gösterir.

“Bir olan Allâh’a ibadet, insanlara iyi muameleden ibaret” sözü, dinin tarifinin özü sayılabilir.[4]

Buna göre din, insana şuurlu bir hayat yaşama imkanı sağlar. İnsanın değerini yüceltir. Ondan bencillik duygusunu ve gururu kaldırır. Fedakarlık, iyilik ve adalet duygularını geliştirir. Hakkı sevmeyi ve korumayı öğretir. Kişiyi karamsarlıktan ve ümitsizlikten kurtarır; iyimserlik ve kararlılık kazandırır. Sadece Allâh’ın huzurunda eğilmeyi ve sadece ona kul olmayı öğretir.

Dindarlık ise; din kurallarına bağlılık, dinî inancın güçlü olması anlamına gelir[5]. Başka bir ifadeyle dindarlık, üstün ve sonsuz bir varlığa karşı duyulan içten bir sevgi ve saygı, O’na karşı mutlak bir bağlılık duygusudur.

Dindarlık, insanın iman-amel temelinde ortaya koyduğu dinî tutum, deneyim ve davranış biçimini; inanılan dinin emir ve yasakları doğrultusunda yaşamayı ifade eden ve inanç, bilgi, tecrübe, ibadet, etki gibi boyutları olan bir olgu olarak anlaşılabilir[6].

Din Duygusu ve Dindarlık İnsanın Doğasında Mevcuttur

İnsan din duygusuyla dünyaya gelen bir varlıktır. Evrensel bir olgu olan din, insanla beraber varolmuş ve insan oldukça da varolacaktır. Tarihin her döneminde ve dünyanın her yerinde az da olsa, dinsiz insana rastlamak mümkün olmakla birlikte, bugüne kadar top yekun bir toplumun dinsiz olduğuna tarih şahit olmamıştır. Toplumun bulunduğu her yerde mutlaka bir din bulunmuştur. Hatta bu konuda, insanların medenî veya gayrimedenî olması arasında fark yoktur.[7]

Batılı tarihçi ve ahlakçı Plütarhos şöyle demektedir:

Dünyayı gezip dolaşınız. Edebiyatsız, kanunsuz, servetsiz… şehirler bulabilirsiniz. Fakat mabetsiz, mabutsuz, duasız, kurbansız bir tek şehir, hiçbir vakitte görülmemiştir. Yeryüzü, en tenha köşelerine, bucaklarına kadar ibadet tezahürlerinden hiçbir zaman hali kalmamıştır.[8]

Yüce Allâh bu hususu, şöyle ortaya koymaktadır: “(Rasulüm!) Yüzünü, hanif olarak dine, Allâh’ın insanları yaratmış olduğu fıtrat dinine çevir. Allâh’ın yaratışında değişme yoktur. İşte, en doğru din budur. Fakat, insanların çoğu, bunu bilmezler.[9]

Her insan, kendisini yaratan, yaşatan, olgunluğa eriştiren, sayısız dünya nimetlerini kendisine veren Yüce Varlığı idrak edecek özellikte yaratılmıştır. İnsanın bu özelliği Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır:

Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye, Rabbın, Ademoğlunun sulbünden zürriyetini alıp, onları kendilerine şahit tuttu ve‘Ben sizin Rabbınız değil miyim?’ dedi, onlar da, ‘Evet şahit olduk’ dediler.[10]

Sovyetler birliğinin dağılmasından sonra toplumda dinî hayatın süratle canlanması, din olgusunun insanın tabiatında bulunduğunun en güzel göstergesidir.

Dindarlığın Boyutları ve Dindarlık Tezahürleri

Dindarlık, inanç ve uygulama şekillerini kapsayan bir kavram olup, genel anlamda birbiriyle ilişkili iki boyutu bulunmaktadır: 1. Bireyin kendi iç dünyasına yönelik inanç boyutu; 2. İnananın günlük davranışlarına ve faaliyetlerine yansıttığı davranış boyutu.”[11]

Dindarlığın, samimi ve gösterişçi dindarlık şeklinde iki tipi bulunmaktadır.[12] Bireyin iç dünyasına yönelik inanç boyutunda gösteriş söz konusu değildir. Ancak dışarıya yansıyan  davranış boyutu ise, inancın gereği olarak samimî olabileceği gibi, gösterişçi de olabilir. Dindarlığın dışa yansıyan boyutu, ferdin Yüce Allâh’a eksiksiz ve samimi inancını gösteren ibadet şeklinde ve ferdin kendisiyle, diğer insanlarla ve hatta insan dışındaki canlılarla ilişkilerinde tezahür eder.

Dinî hayat veya dinin ferdî ve sosyal yönleri göz önünde bulundurulduğunda, dindarlığın boyutları şu başlıklar altında ele alınabilir:

1) Dindarlığın inanç boyutu,

2) Dindarlığın bilgi boyutu,

3) Dindarlığın ibadet boyutu,

4) Dinin hayata etkisi,

5) İbadetin ferdî ve sosyal fonksiyonu.[13]

  1. a) Dindarlığın İnanç Boyutu

Kişinin dinî inanç esaslarına bağlılığı ve bunun bir tezahürü olarak çeşitli mekan ve zamanlarda yapılan faaliyet ve ibadetlere katılması, onun dindarlığının bir göstergesidir. Buna göre bir Müslüman’ın, imanın ve İslâm’ın şartlarına inanması ve bunu açıkça ifade etmesi, onun Müslüman olduğunu, dolayısıyla dindar olduğunu gösterir. Bireyin söz konusu dini esaslara yönelik değerleri kabul ve hayatında tatbik derecesi, dindarlığının ölçüsünü göstermektedir.

Dînî literatürde inanç, iman kavramı ile karşılanmaktadır. İman, Hz. Peygamber’in Allâh’tan getirdiği kesin olarak bilinen hükümleri tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir. İmanın hakikati ve özü kalbin tasdikidir. Bir kimse inandığını söylese de, kalbiyle tasdik etmedikçe iman etmiş olmaz. İmanın değişmeyen aslî unsuru kalbin tasdiki olmakla birlikte, kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması, diğer insanların bilmesi açısından adetâ onun dünyevî bir şartıdır. Hz. Peygamber; “Kalbinde zerre miktarı iman olduğu halde ‘Allâh’tan başka tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir’ diyen kimse Cehennem’den çıkar” buyurmuştur[14]

İmanın geçerli olabilmesi için, imanın kişinin kendi tercihine dayalı olması; baskı, tehdit altında veya dünya hayatından ümit kesme durumunda gerçekleşmemiş bulunması gerekir[15]. Ayrıca iman eden kişi, iman esaslarından bir veya birkaçını inkar anlamına gelen tutum ve davranışlardan kaçınmalıdır. Mü’min, kesin olan dinî hükümlerin tamamını kabul etmeli ve bunlardan bir kısmını beğenmezlik yapmamalıdır.

  1. b) Dindarlığın Bilgi Boyutu

İman ve amel ile bilgi arasında çok yakın ilişki bulunmaktadır. Eksik ve yanlış bilgiler üzerine sağlıklı bir dindarlık bina edilemez. Nitekim bidat ve hurafelerin çoğu samimî, fakat bilgisizce ortaya konan inanç ve davranışlardan doğmuştur. Her inanan kişi, neye inandığını bilmeli ve bu bilgisini gönülden teslimiyetle tasdik etmelidir. Kişinin ilme karşı kör davranması, kendisini dinsizliğin kucağına düşürebilir. Din duygusu ve dine olan ihtiyaç fıtri olduğundan, bilgisizlik şeytana tapmaya kadar götüren zararlı ve sapık akımların ortaya çıkmasına götürmüştür.

İslam, bilgi ve iman boyutlarıyla cehaletin her türlüsünü kaldırmak için gönderilmiş en son dindir. İslâm’da Allah’tan hakkıyla korkup takva üzere yaşayabilme ilme bağlanmıştır. Kur’an’da, “Kulları içinden Allah’a karşı ancak, alim olanlar derin saygı duyarlar” buyurulmaktadır[16].

Allah sizden iman edenlerle ilim sahiplerinin derecelerini yükseltir.[17] ayeti, dindarlıkta bilginin önemine işaret etmektedir. Hz. Peygamber de, konuyla ilgili olarak, “Alimin abide üstünlüğü, dolunayda ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir…” buyurmuştur[18].

  1. c) Dindarlığın İbadet Boyutu

Dindarlık, bireyle Tanrı arasındaki ilişki olduğundan, dış dünyadaki yansımalarına bakılarak değerlendirilmesi sebebiyle, genel olarak İslâm’ın emrettiği ibadetleri düzenli yapma alışkanlığına bağlı olarak insanların dindarlığı değerlendirilmektedir.[19]

İbadet, gönülden isteyerek Allâh’a yönelmek, boyun eğmek ve ona kulluk etmek demektir. İbadet, Yüce Yaratıcı karşısında boyun eğmenin zirvesi ve O’na olan sevgi ve derin saygının sonucu ve göstergesidir. Sırf Allâh için, O’nun rızasını kazanmak için yapılmalı ve sadece O’na has kılınmalıdır.

Dindarlıkta samimiyet öne çıkmaktadır. Bunun için, yapılan ibadetlerin ve amellerin gösteriş için değil, temiz bir niyetle, “Allâh rızası için” yapılması gerekir. Zira ibadette ihlas, dinin ruhu; samîmî dindarlığın gereğidir. Kur’an-ı Kerîm’de, Allâh’a ihlaslı olarak ibadet etmek, hak dinin en belirli vasfı olarak gösterilmiştir[20]. İhlas; her hangi dünyevî bir çıkar veya gayelerle niyeti bulandırmayıp hâlis tutmak, ibadet ve taatı, riyâdan ve diğer şaibelerden temizlemek, ibâdeti sadece Allâh için yapmaktır. İbadetlerin makbul olması için ihlas zorunlu olduğundun Yüce Allâh Peygamberinin şahsında inananlara, “Muhakkak ki biz, o kitabı, sana hak olarak indirdik. O halde, sen de, Allâh’a, dininde ihlaslı olarak ibadet et. İyi bil ki hâlis din, Allâh’ındır…” buyurmaktadır[21].

Aynı şekilde ibadetlerin Yüce Allâh’ı görüyormuşçasına, ihsan derecesinde yapılması gerekir. Cebrâil (a.s.), Müslümanlara dinlerini öğretmek için beşer suretine girip Mescitte Peygamberimiz (a.s.)’e, iman ve İslâm’ı sorduktan sonra “ihsan nedir?” diye sorduğunda, Hz. Peygamber (a.s.) “ihsan, sanki görüyormuşsun gibi Allâh’a ibadet etmendir. Sen O’nu görmesen de, O seni görür!” şeklinde cevap vermiştir.[22]

  1. d) Dindarlığın Hayata Etkisi,

İman ile amel arasında sıkı bir ilişki vardır; adetâ birbirlerinin ayrılmaz parçası gibidirler. Olgun mü’min imanını fiilen yaşayan insandır. Böyle bir kişi, inandığını, tutum ve davranışlarıya ispatlamalıdırlar.

Niyete bağlı olarak yapılan bütün işlerin ibadet kapsamında değerlendirilmesi, dindarlığın kapsamını oldukça genişletmektedir.[23] İnsanların gelip geçecekleri yerlerden, onları rahatsız eden bir engeli kaldırmak gibi önemsiz görülebilecek bir iyilik bile, imanın şubelerinden, dolayısıyla dindarlığın tezahürlerinden sayılmıştır[24]. Buna göre, İnsanlara yapılacak büyük, küçük bütün hizmetler, dindarlığın birer yansımasıdır.

Hz. Peygamber’in; komşuları şerrinden emniyet ve selamette olmadıkça[25], kendisi için istediği, hoş gördüğü şeyi başkaları için de isteyip hoş görmedikçe, kişinin imanının tamamlanamayacağını[26] haber vermesi, “yalan konuşmayı bırakmayan, yanlış davranışlardan kaçınmayan kimsenin, kendini aç ve susuz bırakmasına Allâh’ın ihtiyacı yoktur”[27] buyurması ve benzeri pek çok hadis, inancın hayata yansıması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Bu ahlakî esas öyle hassas bir ölçüdür ki, bununla herkes, kendisine karşı, çoluk çocuğuna karşı, millet ve memleketine karşı, bütün insanlara ve hatta hayvanlara karşı olan tutum ve davranışlarına bakarak dindarlığının derecesini ölçebilir.

Dindarlığın, ibadetten ahlâk kurallarına, kişinin diğer insanlarla ilişkilerine, doğaya, çevresine ve ülkesine karşı vazifelerine kadar, hayatın her alanında tezahürleri bulunmaktadır. Bizim kültürümüzde dindarlık, birlik ve dirliğin, sevgi ve kardeşliğin teminatı, ülke bütünlüğünün güvencesidir. Zira Müslüman Milletimiz, dindarlığı nispetinde vatansever olmuştur; dinî duygularıyla Kurtuluş savaşında bir destan yazmış, vatanı için canını, bayrağı için kanını seve seve feda etmiştir. Aynı ruhla dünyanın dört bir yanından gelen işgalcileri Çanakkale’de durdurmuştur.

Mustafa Kemal Çanakkale Savaşlarında tezahür eden bu inancı şöyle anlatıyor:  “Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperlerimiz arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak… Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulamamacasına tamamen şehit düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar gıptaya sayan bir itidal ve tevekkülle, biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.”[28] Çünkü onlar bir Müslüman olarak, Hz. Peygamber’in, ‘Şehitlerin ruhları Cennet meyvelerine konan yeşil kuşların içindedir.[29] hadisine inanmışlardı.

  1. e) Dindarlığın Ferdî ve Sosyal Fonksiyonu

Yaratılıştan medenî ve dindar olan insanın Allâh katında en önemli ayırıcı özelliği, dini ve dindarlığıdır; herkes, kendindeki din duygusunun gelişmesi nispetinde değer kazanır, manevi derecelere yükselir. Kur’an’da geçen “… Allâh katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır…” ifadesi[30] de bunu vurgulamaktadır. Allâh’ın insana değer vermesi de, O’na yönelmesi ve kulluk etmesinden kaynaklanır. Nitekim Yüce Allâh; “(Ey Rasulüm!) De ki: Sizin ibadetiniz olmasa, Rabbim size ne diye değer versin.[31] buyurmaktadır.

Dindar insanın biricik ölçüsü ve eğitim felsefesi “Allâh’ın ahlakıyla ahlaklanmak” olmalıdır. Bu ise, mutlak hedefe ve mutlak kemale doğru ilerlemek anlamına gelmektedir.

İdeal insan, tabiattan hareketle Allâh’ı anlamaya çalışır. Tabiata gözlerini kapamaz, insanlığa sırt çevirmez. Ne bilim onu inançtan, ne de inancı onu düşünmekten, mantığını kullanmaktan alıkoyar. Dindar insan, cihat ve içtihat, duygu ve akıl, kudret ve aşk, inanç ve bilgi adamıdır. Yaşadığı hayat onu, tek boyutlu, kırık ve mağlup bir yaratık haline getiremez.

Dindar insanın üç özelliği vardır: Doğruluk, iyilik ve güzellik; bir başka deyişle bilgi, ahlak ve sanat. O, aşk ve bilgiyle donatılarak yeryüzüne gönderilmiş Allâh’ın halifesidir. Her şey onun emrindedir.

Dünya ve ahiret saadeti, ancak, dindarlıkla, Allâh’a kul olup Ona yönelmekle elde edilir. Çünkü dindarlık insanı, dünya hayatında ölçülü tutar, faziletli kılar. Dindar insan, seven ve sevilen, merhamet eden, herkesle hoş geçinen ve kendisiyle hoş geçinilendir. Böyle bir kişi; kendisiyle, ailesiyle, içinde yaşadığı toplumla, milletiyle ve bütün insanlıkla barışıktır.

Din duygusu ve dindarlık toplumun düzeninde önemli fonksiyonlar üstlenir. Filozof Jül Simon’un dediği gibi, “Din duygusu, kuvvetli içtimai bir bağdır. Bir milletten, Allâh fikrini kaldırırsanız, o zaman onlar, ancak menfaat korkusunun tesiri altında bulunan bir topluluk olurlar. O topluluğu teşkil eden vatandaşlar ise, birer kardeş değil, sadece müşterek menfaatli birer ortaktırlar.” Menfaat bağları çözülmeye başlayınca da, birlik ve dirlikten eser kalmayacağı tabiidir.[32]

Mehmet Akif bu konuyu dizelerinde şöyle dile getiriyor:

Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır,

Fazilet hissi insanlarda Allâh korkusundandır.

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdan’ın

Ne irfanın kalır te’siri kat’iyyen ne vicdanın.

 

[1] bk. el-Cürcânî, Ta’rîfât, “dîn” md.; Tehanevî, Keşşâf, “dîn” md. II/305; Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, II/1061-1064.

[2] İmam-ı Azam Ebu Hanîfe, “Fıkh-ı Ekber”, (İmâm-ı Azam’ın Beş Eseri) s.75.

[3] Celal Kırca, “Din”, (İslamî Kavramlar), 184-187.

[4] M. Asım Köksal, Dini ve Ahlaki Sohbetler, c.1, s.2.

[5] Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, c.1, s,374; Meydan Larousse, c.3, s.709.

[6] bk. Ejder Okumuş, “Bir Din İstismarı Olarak Gösterişçi Dindarlık”, (İslâmiyât), c.5, sayı 4, s.194-195.

[7] Bk. Hikmet Tanyu, İslâm Dininin Düşmanları ve Allâh’a İnananlar, 76; Osman Cilacı, Günümüz Dünya Dinleri, 23-25.

[8] M. Asım Köksal, Dini ve Ahlaki Sohbetler, c.1, s.5.

[9] Rum Suresi, 30.

[10] Araf 7/172.

[11] Necdet Subaşı, “Türkiye Dindarlığı, Yeni Tipolojiler”, (İslâmiyât), c.5, sayı 4, s.27.

[12] bk. Ejder Okumuş, “Bir Din İstismarı Olarak Gösterişçi Dindarlık”, (İslâmiyât), c.5, sayı 4, s.194-195.

[13] bk. Veysel Uysal, “İslâmî Dindarlık Ölçeği Üzerine Bir Pilot Çalışma”, (İslâmî Araştırmalar), c.8, sayı:3-4, s.265.

[14] Buhârî, İman, 33.

[15] bk. Mü’min 40/84-85.

[16] Fatır 35/28

[17] Mücadele 58/11.

[18] Ebu Davud, İlim, 1

[19] bk. Hüseyin Yılmaz, “Türk Müslümanlığı, Dindarlık ve Modernlik”, (İslâmiyât), c.5, sayı 4, s.62-63.

[20] Beyine 98/5.

[21] Zümer 39/2-3.

[22] Buhârî, Îmân, 1.

[23] bk. Hüseyin Yılmaz, “Türk Müslümanlığı, Dindarlık ve Modernlik”, (İslâmiyât), c.5, sayı 4, s.62-63.

[24] bk. Müslim, Îmân, 12; İbn Mâce, Îmân, 9.

[25] Buhârî, Ebeb, 29.

[26] Buhârî, İmân, 6; İbn Mâce, Îmân, 9.

[27] Buhârî, Savm, 8.

[28] Mustafa Kemal, Anafartalar Muharebatı’na Ait Tarihçe.

[29] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Müsnedü’l-Kabail, H. No: 25913.

[30] Hucurât 49/13.

[31] Furkan 25/77.

[32] M. Asım Köksal, Dini ve Ahlaki Sohbetler, c.1, s.9-10.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir