İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Genel Konular

 

Mezhep Nedir?

İtikadî mezhepler nasıl ortaya çıkmıştır?

Amelî mezhepler nasıl ortaya çıkmıştır?

Bir Mezhebe Bağlanmak Gerekir mi?

İçtihat Nedir? Günümüzde Gerçekleşme İmkanı Var mıdır?

İçtihatla sabit olan hükümler değişebilir mi?

Bazı dua ve surelerin belirli sayıda okunmasının bir dayanağı var mıdır?

Latin harfleriyle yazılmış Kur’an-ı Kerim’in okuması uygun mudur?

Radyo, teyp veya televizyonlardan secde ayetlerini dinleyen kimsenin tilavet secdesi yapması gerekir mi?

Sureler Kur’an-ı Kerim’de neye göre tertip edilmiştir?

Kur’an mealini baştan sona okumakla hatim yapılmış sayılır mı?

Yatarak Kur’an okumak ve dinlemek caiz midir?

Kur’an’a Abdestsiz El Sürülebilir mi?

Kadınlar Başı Açık Olarak Kur’an Okuyabilirler mi?

Kur’ân’ı Dinlemek Farz mıdır?

Anlamadan Kur’an Okumanın Sevabı Olur mu?

Müzik Eşliğinde Kur’an Okunur mu?

 

Mezhep Nedir?

Sözlükte gidilecek yol, gidilecek yer, görüş, doktrin, akım, gitmek ve takip etmek gibi anlamlara gelen mezhep, dini bir kavram olarak; kendi içinde tutarlı bir metot ve düşünce sistemine sahip itikadi ve ameli doktrin manasına gelir.  Mezhep kurucusu imam veya müctehid, hüküm çıkarma metotlarını belirleyen kimselerdir. Bu usul farklılıkları ile bunlara dayalı olarak ortaya çıkan hükümlerdeki farklılıklar mezhepleri oluşturmuştur. İslâm literatüründe mezhepler itikadî mezhepler ve amelî (fıkhî) mezhepler olmak üzere ikiye ayrılır.

İtikadî mezhepler nasıl ortaya çıkmıştır?

İtikâdî mezheplerin oluşmasının arkasında siyasî sebepler yatmaktadır. Hz. Osman’ın şehadetiyle başlayıp Hz. Ali’nin Cemel ve Sıffın savaşlarıyla devam eden siyasî olaylar sonucunda siyasî ağırlıklı olan Haricî ve Şiî mezhepleri ortaya çıkmıştır. Bir müddet sonra da; fikir yönünden Cebriyye ve Mu’’ezile gibi akımlar doğmuştur. İtikadî mezheplerin ihtilaf noktaları, hilâfet, büyük günah, kader, Allâh’ın sıfatları ru’yetullah, insanın fiilleri, husun-kabuh, şefaat, nübüvvet, rızık, ecel, gibi konular oluşturmaktadır. İtikadî mezhepler ehl-i sünnet mezhepleri ve ehl-i sünnet dışı olmak üzere ikiye ayrılır. Ehl-i sünnet mezhebleri; Maturîdiyye, Eş’ariyye ve Selefiyye’dir. Ehl-i Sünnetin dışındaki itikâdî mezheplerden Hâriciyye, Mutezîle, Şîa, Mürcie, Müşebbihe, Cebriyye ise, bunların meşhurlarındandır.

Amelî mezhepler nasıl ortaya çıkmıştır?

Amelî mezheplerin ortaya çıkışı, dinî sebeplere dayanmaktadır. Hz. Peygamber döneminde bir ihtilaf söz konusu değildi. Zira bir problem olduğunda Hz. Peygamber’e sorularak çözümleniyordu. Hz. Peygamber’den sonra, sahabe ve tabiûn döneminden itibaren görüş ayrılığı başlamış, asr-ı saadetten uzaklaştıkça da bu ihtilaflar çoğalmıştır. Bu görüş ayrılıklarının sebepleri şöyle sıralanabilir; a) Kitap ve sünnette geçen bazı kelime ve cümlelerin farklı anlaşılması ve yorumlanması, b) sözün hakikat veya mecaz anlamlarına çekilebilmesi, c) hadislerin bilinmemesi, sıhhat derecesi ve ölçüsü konusundaki farklı anlayışlar, d) İçtihat usûl ve gücünün farklılığı, e) sosyal ve tabiî çevrenin tesiri.

Bu sebeplerden kaynaklanan görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte, müçtehit imamlar devrine kadar mezheplerden söz edilmemektedir. Her merkezde birçok alim ve müçtehit bulunmakta, soruları cevaplandırmaktaydılar. Fakat bunlara nispet edilen bir mezhep yoktu. Bu devirde, fıkhın ve fıkıh usulünün tedvin edilmesi, nazari konularda içtihat edilmeye başlanması, fıkıh mekteplerinin teşekkül ederek münazara ve münakaşaların başlaması gibi sebeplerle mezhepler oluşmuş, bir çok amelî mezhep ya da düşünce sistemi ortaya çıkmıştır. Bunlardan büyük bir bölümü, taraftar bulamadığı için zamanla yok olmuştur. Ancak Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî ve Caferî mezhepleri hayatlarını devam ettirmektedirler.

Bir Mezhebe Bağlanmak Gerekir mi?

Herkesin, hükmü asıl kaynaklarından, Kur’an’dan ve sünnetten alması gerekir. Buna gücü yetmeyenler ise, bir alimin deliline bakarak tercihte bulunmak ve onun görüşünü paylaşmak suretiyle bir imama veya müçtehide uyabilirler. Bir mezhebe bağlılığın gerekliliğini savunmak kadar, “kişi muhayyerdir, dilediği müçtehidi taklit eder” demek de doğru değildir. Verilen fetvanın kişinin vicdanını tatmin etmesi gerekir.

Zira doğru sadece bir tanedir. Bütün müçtehitler bu doğruya ulaşmak, onu bulmak için gayret sarf etmişlerdir. Eğer doğruya ulaşabilmişlerse iki ecir, hata etmişlerse bir ecir kazanmışlardır. Aynı şekilde, mukallitlerin de, doğruya ulaşmak için gayret sarf etmeleri gerekir. Dolayısıyla, delilsiz olarak, körü körüne taklit etmek yerine, delillerine bakarak kanaat getirmesi gerekir. Hz. Peygamber, “pek çok  müftü fetva verse de, kalbine danış.” (Süyûtî, Câmi’u’s-Sağîr, I/40.) buyururken buna işaret etmektedir. Vicdanen doğru olduğuna inanmadan bir fetvaya uymak caiz değildir.

İçtihat Nedir? Günümüzde Gerçekleşme İmkanı Var mıdır?

Sözlükte bir konuda elden gelen çabayı sarf etmek, bir şeyi elde edebilmek için olanca gücü harcamak anlamlarına gelen içtihâd, bir fıkıh terimi olarak, müçtehidin tafsîlî delillerden şer’î-amelî hükümleri çıkarmak için bütün imkanını harcaması manasına gelir.

İslâm dininde hükümlerin aslî kaynağı ayetler ve hadislerdir. Ancak bu iki kaynağın sınırlı olması, olayların ise sonsuz olması, bu iki kaynağa dayanarak içtihad etmeyi, yani hüküm çıkarmayı zarûrî kılmaktadır. Zamanın ve çevrenin şartlarına bağlı olarak ortaya çıkan yeni hadiselere nasların uygulanmasında, nasların zamana göre yorumlanmasında etkin rolü içtihat müessesesi oynamaktadır. Nasların teşri sebebini araştırmak, âdet ve şartların durumunu takdir etmek, yeni hadiselere, nasların ruhuna uygun hükümler bulmak içtihat alanına giren problemlerdendir.

Mezhep imamları gibi mutlak müçtehit olmak için ileri sürülen şartların günümüzde bir kişide bulunması zor görülmekle birlikte, teknolojik ve ilmî gelişmeler sonucunda ulaşılan imkanlar sayesinde, şer’î delilleri anlama ve yorumlamada ve onlardan hüküm çıkarmada günümüz alimleri daha şanslı hale gelmişlerdir. Tefsir, hadis, fıkıh konularında günümüze kadar pek çok çalışmalar yapılmıştır. Ayetlerin nüzul sebepleri, delaletleri konusunda araştırmalar gerçekleştirilmiş, hemen bütün hadislerin tespiti, tahrici, tenkidi konusunda çalışmalar yapılmıştır. Ve bu çalışmalar halâ sürdürülmektedir. İletişimin ve teknolojinin çok ileri bir düzeye ulaştığı günümüzde, bu çalışmalara ulaşmak çok kolay hale gelmiştir. Diğer taraftan bu çalışmalar bilgisayar ortamına aktarılmış, CD’lere kaydedilmiştir. Bir – iki tuşa basmakla bir konudaki bütün ayet ve hadislere ve o konu üzerinde yapılan çalışmalara ulaşılabilmek imkanına kavuşulmuştur.

Sonuç olarak, fıkıh melekesini kazanmış samimi ve bu bilgilere ulaşabilecek İslâmî ilimlerde temayüz etmiş şahıslar ile iktisat, hukuk, sosyoloji, psikoloji, antropoloji, tıp gibi ilimlerden ihtiyaç duyulan bir veya birkaçında mütehassıs kişilerden oluşturulacak içtihat şurası sayesinde günümüz problemlerine çözümler getirilebilir, ihtiyaç duyulan hükümler konulabilir.

İçtihatla sabit olan hükümler değişebilir mi?

İçtihâtla sabit olan hükümler, alimin kendi gayreti ile elde ettiği görüş olduğundan, kesinlik ifade etmez. Bu nedenle her zaman tartışılabilir ve yanlışlığı ileri sürülebilir. Her içtihât, kendi devri ve şartları içinde doğru ve geçerli sayılır. Bu itibarla, zaman ve şartların değişmesiyle içtihada dayalı hükümler de değişebilir.

Bazı dua ve surelerin belirli sayıda okunmasının bir dayanağı var mıdır?

Bazı dua ve surelerin belli bir sayıda okunmasına dair rivayetler bulunmakla birlikte, bu rivayetler o duaların çokça tekrarlanmasını veya yapılmasını teşvik amacıyladır. Bu nedenle dua ve surelerin belli sayılarda okunması zorunlu değildir. Gerek Kur’an-ı Kerim’de, gerekse Hadis-i Şeriflerde yer alan dualar, herhangi bir sayıyla sınırlanmaksızın okunabilir. Duada asıl olan sayı ve şekil değil, ruh halidir; samîmî bir şekilde içtenlikle yapılmasıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allâh : “Rabbinize gönülden ve gizlice dua edin. Doğrusu O aşırı gidenleri sevmez.” (el-A’raf, 7/55) buyurarak bizleri samimi olarak ve gönülden dua etmeye teşvik etmektedir.

Latin harfleriyle yazılmış Kur’an-ı Kerim’in okuması uygun mudur?

Kur’an-ı Kerim Arapça’dır. Halen kullanmakta olduğumuz Latin alfabesinde yer alan harfler Arapça’daki bütün sesleri karşılamamaktadır. Bu sebeple bir takım özel harf ve işaretler kullanılmadan, Kur’an-ı Kerim’in Latin alfabesiyle eksiksiz ve doğru olarak yazılması ve hatasız okunması mümkün değildir. “Transkripsiyon” denilen özel harf ve işaretler ise, Arap harflerini bilmeyenler için bir anlam taşımaz. Bu itibarla Latin harfleriyle yazılmış Kur’an-ı Kerim’i doğru ve düzgün okuma imkanı olmadığından, bu harflerle yazılan Kur’an’ı okumak uygun değildir. Arap harflerini bilmeyen kişilerin, ezbere bildikleri sureleri ve yüzünden de Kur’an’ın mealini okumaları daha isabetli olur.

Radyo, teyp veya televizyonlardan secde ayetlerini dinleyen kimsenin tilavet secdesi yapması gerekir mi?

Kur’an-ı Kerim’de on dört yerde secde ayeti bulunmaktadır. Bu ayetleri okuyan veya işiten kişinin, tilavet secdesi yapması gerekir. Tilavet secdesi, ayetteki ilâhî mesajı okuyan veya dinleyen kişinin, Yaratanına itaatinin ifadesidir. Bu itibarla radyo, teyp veya televizyondan da olsa, ilahî mesajı işiten kişinin, tilavet secdesi yapması gerekir. Ancak, okunan ayetlerin tilavet secdesi olduğunu bilmeyenler, tilavet secdesi yapmakla yükümlü değildirler.

Sureler Kur’an-ı Kerim’de neye göre tertip edilmiştir?

Sûrelerin Kur’an’da dizilişi (tertibi) hususunda İslam bilginleri arasında görüş farklılıkları vardır. Bazıları mevcut tertibin Hz. Peygamber tarafından yapıldığını, yani tertibin tevkîfî olduğunu ileri sürerken, bazıları da, bu tertibin sahabenin içtihatları ile meydana geldiğini söylemektedirler. Ayrıca bu tertibin, kısmen Hz. Peygamber tarafından kısmen de sahabenin içtihadıyla meydana geldiğini söyleyen üçüncü bir görüş de mevcuttur. Hz. Ebû Bekir döneminde toplanan Kur’an-ı Kerim’deki surelerin tertibi, bugün de aynı şekilde muhafaza edilmektedir.

Kur’an mealini baştan sona okumakla hatim yapılmış sayılır mı?

Hatim, Kur’an-ı Kerim’i Arapça lafzıyla başından sonuna kadar okuyup bitirmektir. Bununla birlikte, Kur’an-ı Kerim’in indirilişinden asıl maksat, onun okunup anlaşılması ve gereğince amel edilmesidir. Bu sebeple Yüce Allah’ın öğüt ve buyruklarını öğrenmek için Kur’an-ı Kerim’in meal ve tefsirlerini okumak da önemli bir görev, sevaplı bir iştir.

Yatarak Kur’an okumak ve dinlemek caiz midir?

Kur’an-ı Kerîm’i okumak isteyen kimsenin abdest alıp kıbleye doğru oturarak okuması, Kur’an’a saygının bir ifadesidir. Ancak Kur’an’da, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allâh’ı anmak tavsiye edilmektedir (Al-i İmrân, 3/191). Kur’an da Allâh’ın zikri olduğundan, herhangi bir saygısızlık kastı olmaksızın, yatarken Kur’an okumak ve dinlemekte sakınca yoktur.

Kur’an’a Abdestsiz El Sürülebilir mi?

İbadet kastıyla Kur’an okumak isteyen kişinin, abdestli ve kıbleye doğru oturarak okuması tavsiye edilmiştir. Ancak bir ayete veya mealine bakmaya ihtiyaç duyan kişi ile araştırmacılar abdestsiz olarak Kur’an’a dokunabilirler.

Kadınlar Başı Açık Olarak Kur’an Okuyabilirler mi?

Kur’an-ı Kerim okumak zikirlerin en üstünüdür. İdeal bir şekilde Kur’ân-ı Kerim, anlamını düşünerek veya muteber meal ve tefsirleriyle birlikte okunur. Uygun olan Kur’ân okuyan kişinin, ihlaslı olması, kendini Allahu Teâlâ’ya münacaata hazırlaması ve O’nun huzurunda olduğu bilinciyle okumasıdır. Bunun dışında abdestli olması, temiz bir yerde, kıbleye yönelerek okuması, Eûzü Besmele’yle başlaması ve Kur’an-ı Kerim’e hürmet ve saygıya aykırı davranışlardan kaçınması tavsiye edilen hususlardandır. Buna göre bir kadın başı açık olarak Kur’ân-ı Kerim okuyabilirse de, tesettürlü ve yukarıdaki edepleri gözeterek okuması daha uygun olur

Kur’ân’ı Dinlemek Farz mıdır?

Kur’an Yüce Allâh’ın kelamıdır. Kur’an okumak önemli bir ibadet olduğu gibi okunan Kur’an’ı dinlemek de sevaplı bir davranıştır. Kur’an okunurken, onu anlamak, öğütlerinden yararlanmak ve hayatta uygulamak amacıyla, susup dikkati vererek Kur’an’ı dinlemek gerekir. Nitekim Yüce Allâh, “Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” buyurulmaktadır (A’raf 7/204).

Anlamadan Kur’an Okumanın Sevabı Olur mu?

Kur’an-ı Kerîm, anlaşılması ve gereğince amel edilmesi için gönderilmiştir. Öğüt almak, emir ve yasaklarını hayatta tatbik etmek amacıyla Kur’an’ı anlayarak ve manasını düşünerek okumak önemli ve sevaplı bir ibadettir.

Ancak Kur’an ayetlerinin anlamını bilmeyen kişinin -ibadet maksadıyla- Kur’an okuması da sevaplı bir ibadettir. Nitekim Hz. Peygamber; “Kim Kur’an-ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır…” (Tirmizî, Fezailü’l-Kur’an, 16); “Kur’an’ı gereği gibi güzel okuyan kimse, vahiy getiren şerefli meleklerle beraberdir. Kur’an’ı kekeleyerek zorlukla okuyan kimseye de iki kat sevap vardır.” (Buharî, Tevhid, 52; Müslim, Müsafirîn, 243) buyurmuştur.

Müzik Eşliğinde Kur’an Okunur mu?

Kur’an, Allâh’ın gönderdiği kutsal kitaplar zincirinin son halkasıdır.  Taşıdığı yüksek edebi özellikleri ile Hz. Peygamberin en büyük mucizesidir. Kur’an’ın müzik aletleri eşliğinde okunması, Kur’an’ı kutsallığından soyutlamak, taşıdığı ilahi boyutu, takip ettiği yüksek amacı gözardı etmek ve onu insan zihninin ürettiği alelade bir ürün konumuna indirmek anlamına gelir.

Diğer taraftan namazda veya namaz dışında Kur’an okumak bir ibadettir. Kur’an müzik aletleri eşliğinde okunması, ibadetin sahip olduğu huzur ortamını, manevi ve ilahi konumu zedeler. Bu itibarla Kur’an’ın müzik eşliğinde okunması caiz değildir.

 

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir