Allâh’a hamd, Rasûlüne salâttan sonra hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle istiklal ve hürriyetimizin sembolü olan İstiklâl Marşımızın kabulünün 93 ncü yıldönümünü kutluyor; Yüce Allâh’tan kıyamete kadar Marşımızın gök kubbede yankılanmasını diliyorum.
İSTİKLÂL MARŞININ KABULÜ
Bir ulusun bağımsızlığının simgesi; bayrağı, millî marşı ve sınırları belirlenmiş vatan toprağıdır. Bizim bayrağımız al sancak, vatanımız bu cennet topraklar, marşımız da, “İstiklâl Marşı”dır. Kurtuluş Savaşımızı konu alan marşımız; halkımızın düşmanlarımıza karşı mücadelesini, onurunu, gururunu, zafer ve özgürlüğünü anlatmaktadır.
Kurtuluş Savaşı’nın en çetin döneminde Maarif Nezâreti, bugünkü adıyla Milli Eğitim Bakanlığı, millî marşa duyulan ihtiyacı dikkate alarak 1921 yılında, ödüllü bir şiir yarışması düzenlemiştir. Yarışmaya 724 şiir katılmış; fakat ödül olduğu için Mehmet Akif katılmamıştır. Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi’nin ısrarı üzerine Akif, ödül almamak kaydıyla, 20 Şubat 1921’de yazdığı şiirini yarışmaya göndermiştir.
Bakanlıkta kurulan komisyon tarafından, bunların 717 tanesi elenmiş; aralarında Mehmet Akif’in yazdığı şiirin de yer aldığı 7 şiir, bugünkü ifadesiyle finale kalmıştır. Yapılan seçim sonunda, Mehmet Akif’in şiiri 12 Mart 1921 tarihinde, TBMM’nce İstiklâl Marşı olarak kabul edilmiştir. Akif ödül olarak verilen 500 lirayı, kabul etmeyip orduya hediye etmiştir.
İSTİKLÂL MARŞIMIZ VE HÜRRİYET VURGUSU
Bir topluluğu millet yapan unsurlar dil, din, tarih, kültür, yurt, bayrak ve amaç birliği gibi öğelerdir. Bu değerler, toplumları anlamsız kalabalıklar olmaktan çıkarıp, millet olma bilincine yükseltir. İstiklâl Marşımız da, bu ortak değerlerimizden biridir.
İstiklâl Marşımızın dizelerinde, millî kurtuluşumuz, sonsuz egemenliğimiz, kahramanlığımız coşkuyla ifadesini bulmaktadır. On kıta içinde ümit, cesaret, yüce değerler, kimlik tanımı, kendini bilme, vatanın önemi, toprağın vatan oluşunu sağlayan unsurlar bir bütünlük içinde yer almıştır.
Mehmet Âkif, uğrunda gerekirse her şeyimizi feda etmeye hazır olduğumuz istiklâl ve hürriyetimizin sembolü olan bayrak ve vatan unsurlarını, millî marşımızda etkili bir şekilde işlemiştir. Çünkü o, bir hürriyet aşığıdır.
Mehmet Âkif’in sahip olduğu değerler arasında hürriyet kavramı, çok önemli bir yere sahiptir. Onun için, ömrünün büyük kısmını, vatanın düşman işkâlinden kurtulması ve milletin bağımsızlığı için mücadeleyle geçirmiştir. Ona göre hürriyet, uğruna savaşılması gereken yüce bir değer, insanca yaşamanın olmazsa olmazıdır. Şair bunu, İstiklal Marşında şöyle vurgulamıştır:
Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Son iki mısrada ise;
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl.
diyerek istiklal ve hürriyetin, sonsuza kadar milletimizin hakkı olduğunu belirtmiştir.
MEHMET ÂKİF’İN İSTİKLÂL VE HÜRRİYET ANLAYIŞI
Kurtuluş savaşımızın arka planında, vatanı işgalden, milletimizi baskılardan kurtarma, özgür bir ortama kavuşma, temel değerlerimizi hâkim kılma, dağılmış olan Müslüman potansiyelini yeniden birleştirme gibi gayelerin yattığı söylenebilir. Başka bir ifadeyle, kurtuluş savaşımızın özünde, temel hak ve hürriyetlerin elde edilmesi bulunmaktadır.
Günümüzde insan hakları denince, öncelikle kişilerin yaşama hakkı, daha sonra da bununla yakından ilişkisi bulunan, çalışma, seyahat, din ve vicdan hürriyeti, özel hayatın gizliliği gibi temel hak ve hürriyetler akla gelmektedir.
Çağdaş literatürde temel hak ve hürriyetler; a) şahsî hak ve hürriyetler, b) manevî hürriyetler, c) sosyal ve iktisadî hak ve hürriyetler ile d) siyâsî hak ve hürriyetler olmak üzere dört ana başlık altında incelenmektedir. Bunlar bağlamında Mehmet Akif’in bazı şiirleri, dikkatinize sunulacaktır.
Şahsi Hak ve Hürriyetler
Genel olarak şahsi hak ve hürriyetler, kişinin dokunulmazlığı, seyahat ve yerleşme hürriyeti ile özel hayatın gizliliğinden oluşmaktadır. Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Şahsî hak ve hürriyetler çerçevesinde ele alınan kişi dokunulmazlığı, insanın hem maddî, hem de manevî hayatı bakımından söz konusudur. Bunun tabiî bir sonucu olarak da, insanlara zulmedilmez; hâkim kararı bulunmadan hürriyetleri kısıtlanamaz.
İnsanın tabiî ve temel haklarından olan ve İslâm’ın güvence altına aldığı “kişinin dokunulmazlık hakkı”, ancak vatanın hür ve bağımsız olmasıyla mümkündür.
Mehmet Âkif’e göre, başta yaşam olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin korunması ve özgürlüklerin yaşanması, vatanın hür ve bağımsız olmasına bağlıdır. İstiklal ve hürriyetlerini kaybeden toplumlar yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme haklarını yitirirler.
Bunu bir şiirinde şöyle anlatmaktadır:
Tarumar eyleyiversin de bütün ordumuzu,
Bizi kovsun elimizden alarak yurdumuzu…
Kimsesiz ailelerden kimi gitsin bıçağa;
Kimi bin türlü fecâ’atle çekilsin kucağa…
Birinin ırzı heder, diğerinin hûnu helâl…
İşte, ey unsur-i isyan, bu elîm izmihlal,
Başka bir şiirinde de şöyle demektedir:
İlâhî, altı yüz bin Müslüman birden boğazlandı…
Yanan can, yırtılan ismet, akan seller bütün kandı.
Ne ma’sûm ihtiyarlar süngüler altında kıvrandı!
Ne bîkes hânümanlar işte, yangın verdiler, yandı!
Şu küllenmiş yığınlar hep birer insan, birer candı!
Bunun için, başta yaşam olmak üzere temel hak ve özgürlükleri elde etmek amacıyla vatanın kurtuluşu için çalışmak, asla ümit kesmemek gerekir:
Atîyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak!
Dünyâda inanmam, hani, görsem de gözümle:
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle.
Ey dipdiri meyyit! “İki el bir baş içindir”
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
…
Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır,
Ayrıca ona göre, vatanın düşmandan kurtarılıp hürriyete kavuşması için, gerekirse can da dâhil, sahip olunan her şey fedâ edilmelidir. Âkif bu inancını, İstiklal Marşımızın yedinci kıtasında şöyle ifade etmektedir:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Manevî Hürriyetler
Manevî hürriyetler içinde yer alan hak ve özgürlükler, daha çok insanın kalbi ve vicdanı ile ilgili hürriyetler olup, genel olarak düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti ile bu çerçevede yer alan din ve vicdan hürriyetinden oluşmaktadır.
İnsanca yaşamanın, insan haklarının en önemlilerinden biri de din ve vicdan hürriyetidir. İnsanlar diğer hiçbir alanda olmadığından daha çok, din ve inanç hürriyeti konusunda duyarlı olmuşlar, inançlarını koruma noktasında ölümü dahi göze almışlardır. Din ve vicdan hürriyetinin muhtevasını; iman etmek, bağlı bulunduğu dinin esaslarına göre ibadet etmek, dinin emirlerini yerine getirmek, dinini öğrenmek ve öğretmek oluşturmaktadır.
Din ve vicdan hürriyeti açısından kurtuluş savaşımız gerçekten çok önemli bir yer tutmaktadır.
Mehmet Âkif, din ve vicdan hürriyeti başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin yaşanabilmesi için ülkenin hür ve bağımsız olması gerektiğini savunur. Nitekim o, 15 Ekim 1920 Cuma günü Çankırı Ulu Cami’de yaptığı bir vaazda, hürriyet olmadan Cuma namazının kabul olmayacağını, kâfirin işgali altında olan ülkedeki halifenin de, halifeliğinin geçerli olmayacağını belirtmiş, vatanın kurtuluşu için cihat edilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır[1].
Akif, dini özgürlüklerin ancak hürriyet ve istiklalle mümkün olduğunu belirttiği bir şiirinde şöyle demektedir:
Düşmeden pençesinin altına istikbâlin,
Biliniz kadrini hürriyyetin, istiklâlin.
Söyletip başka memâlikteki mahkûmîni…
Hâkimiyyet ne imiş, öğreniniz kıymetini.
Yoksa, onsuz ne şu dünyâ kalır İslâm’a, ne din,
Kuşatır millet-i mahkûmeyi hüsrân-ı mübîn.
Mevlid Kandili münasebetiyle yazdığı “Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi” başlıklı şiirinde ise, bu düşüncesini şöyle ifade etmektedir:
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi…
Eyvâh, o da leyl-i matem oldu!
Âlem bugün üç yüz elli milyon
Mazluma yaman bir âlem oldu:
Çiğnendi harîm-i pâki Şer’in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minare ebkem oldu.
Allâh için, ey Nebiyy-i ma’sûm,
İslâm’ı bırakma böyle bîkes,
İslâm’ı bırakma böyle mazlûm.
Diğer taraftan, “Ordunun Duası” başlıklı şiirinde, Allâh’a sığınıp, din ve vicdan hürriyetini kaybetmemek için şöyle dua eder:
Türk eriyiz, silsilemiz kahraman…
Müslüman’ız hakka tapan Müslüman.
Putları Allâh tanıyanlar, aman,
Mescidimin boynuna çan takmasın.
“Amin!” desin hep birden yiğitler,
“Allâhu Ekber!” gökten şehitler.
“Âmîn!” ,“Âmîn!”, “Allâhu Ekber!”
Din ve vicdan hürriyeti, insanın hiçbir baskı ve zorlama olmaksızın düşünmesi, kendi aklıyla hadiseleri değerlendirmesi ve zihnî gayretleriyle doğruyu bulmasını gerektirir. İslâm’ın öngördüğü din özgürlüğü de böyledir. Zira din ve inanç, insanın vicdanıyla ilgili bir husustur; zorla kabul ettirilen inancın hiçbir anlamı yoktur. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de, “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara 2/256) hükmüyle ifadesini bulmuştur.
Buna göre insan, dinini seçme ve yaşama konusunda tam bir hürriyete sahiptir. Çünkü o, hür olarak yaratılmıştır. Akif insanın tam bir hürriyetle yaratıldığını ve hür iradesiyle iman etmesinin onu yükselteceğini, şöyle dile getirmektedir:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazîlet hissi insanlarda Allâh korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-i Yezdânın
Ne irfanın kalır te’sîri kat’iyyen ne vicdânın.
Hayat artık behîmîdir… Hayır ondan da alçaktır:
Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr-i mutlaktır.
Allâh insanı hür yaratmış; ona irade, kendi fiillerini tercih etme yetisi vermiştir. Bunun için herkes, yaptıklarından sorumludur; kader ve tevekkülün ardına sığınamaz. Akif, sorumluluklarından kaçıp, kader ve tevekkül ardına gizlenenleri şöyle eleştirmektedir:
Kadermiş, öyle mi? Hâşâ bu söz değil doğru,
Belanı istedin Allâh da verdi doğrusu bu.
Talep nasılsa, tabi netice öyle çıkar,
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var?
Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun.
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya
Bütün o işleri Rabb’im görür; vazifesidir…
Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir.
…
Senin bu kopkoyu şirkin sığar mı imana?
Tevekkül öyle tahakküm demek mi Yezdân’a?
Kader senin dediğin yolda Şer’a bühtandır.
Tevekkülün hele, hüsran içinde hüsrandır.
Kader ferâiz-i imana dahil… Âmennâ…
Fakat yok onda senin saymış olduğun mânâ.
Siyâsî Hak ve Hürriyetler
Vatandaşlık; seçme, seçilme ve siyasi faaliyetlerde bulunma; parti kurma, partiye girme ve ayrılma; kamu hizmetlerine girme; şikâyet ve dilekçe hakkı gibi hak ve özgürlükler siyasî hak ve hürriyetler kapsamında yer almaktadır.
Mehmet Âkif, siyâsî hakları savunmuş; baskıcı rejimleri ise tenkit etmiştir. Nitekim “Acem Şahı”, “İstibdâd”, “Hürriyyet” ve diğer bazı şiirlerinde, istibdadı yermiş, hürriyeti övmüştür. O şiirlerinde istibdâdı, kirli, aşağılık, karanlık gibi sıfatlarla vasfederken, hürriyeti beyaz entarisiyle Cennetten inmiş kar gibi kıza benzetmiştir.
Fakat o, hürriyeti kayıtsız-şartsız özgürlükler olarak görmez. Nitekim hürriyeti; bağırıp çağırma, nara atma; okuldan kaçıp sahnelere gitme; pis ve kirli konuşma; ana avrat sövme; bölücü yayınlar yapma; fuhuş yapma; din aleyhinde gösteri yapma; nefsani arzulara uyma vb. işleri yapmaya müsait bir ortam olarak anlayanlarla alay etmiş; milleti uyandırmaya çalışmıştır:
Bir de İstanbul’a geldim ki: Bütün çarşı, Pazar
Na’radan çalkalanıyor! Öyle ya… Hürriyet var!
Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş… Doğru
Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru.
Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının;
Kafalar tütsülü hülya ile, gözler kızgın.
Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden,
Yıkılıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!
Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli;
En ağır başlısının bir zili eksik, belli!
Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.
Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!
Ne devairde hükümet, ne ahalide bir iş!
Ne sanayi, ne maarif, ne alış var, ne veriş.
Çamlıbel sanki şehir: Zabıta yok, rabıta yok;
Aksa kan sel gibi, bir dindirecek vasıta yok.
“Zevk-i hürriyeti onlar daha çok anlamalı”
Diye mekteplilerin mektebi tekmil kapalı!
İlmi tazyik ile ta’lim, o da bir istibdâd…
Haydi öyleyse çocuklar, ebediyyen âzâd!
Kör çıban neşterin altında nasıl patlarsa,
Hep ağızlar deşilip, kimde ne cevher varsa,
Saçıyor ortaya, ister temiz, ister kirli;
Kalmıyor kimseciğin muzmeri artık gizli.
Dalkavuk devri değil, eski kasâid yerine,
Üdebânız ana avrat sövüyor birbirine!
Mehmet Âkif, hürriyet ve istiklâl kavramlarından, sadece vatanın düşmandan kurtarılmasını ve özgürce yaşamayı anlamamıştır. O, makam ve mal hırsı gibi dünyalığın esaretinden kurtulmayı da hürriyet olarak değerlendirmiştir.
İnsan, tabiatında bulunan mal ve aşırı lükse düşkünlük gibi zafiyetlerden kurtulmalıdır. Âkif’e göre, bunların oyuncağı olmak, mal ve makam elde etmek için dalkavukluk yapmak esaret; bunlardan kurtulmak ise gerçek hürriyettir. “Zulmü Alkışlayamam” adlı şiirinde, bu konuda irade ve nefse hâkim olmanın kişiyi gerçek hürriyete kavuşturacağını ifade etmektedir:
Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hatta boğarım…
– Boğamazsın ki!
– Hîç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hîç tasmalık etmiş değil altın lâle.
Mehmet Âkif bu mısralarında, hayatı boyunca hürriyetini, maddenin önünde tuttuğunu; hiçbir zaman onun esiri olmadığını ortaya koymuştur. Nitekim o, en sıkıntılı zamanlarında bile cebindekini ve elindekini fakir, kimsesiz ve yoksullarla paylaşmış; İstiklal Marşının yazılması için o günün parasıyla bir servet değerindeki mükâfatı hiç tereddütsüz reddedebilmiştir. Akif bu söylemi ve özelliğiyle; yere, zamana ve duruma göre davranan, menfaatleri için renkten renge giren ve bu uğurda her yolu mubah sayan tiplerin karşısında, örnek alınması gereken saygın bir duruşu ortaya koymuştur.
Âkif, bu ilkeli ve onurlu tavrını, İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne üye olurken de göstermiştir. Üyeliğe kabulde imzalanan yemin metninde, “Cemiyetin bütün emirlerine kayıtsız şartsız uyacağım” ifadesini görünce, hemen itiraz etmiş, “Ben ancak akla ve vicdana uygun emirlere uyarım. Mutlak bağlılık sözü veremem” demiştir. Bu olay üzerine, uzun tartışmalar sonunda yemin metni değiştirilmiştir. Daha sonra Cemiyet’in batıcı, ırkçı, menfaatçi yaklaşımları nedeniyle, karşı duruş sergilemiştir.
İstiklal ve hürriyeti bir yaşam tarzı olarak benimseyen hürriyet aşığı Mehmet Âkif,
Sade hürriyeti ilan ile bir şey çıkmaz
Fikri hürriyeti hazm ettiriniz halka biraz.
dizeleriyle, sadece hürriyetin ilan edilmesinin yeterli olmadığını, herkesin bu bilince sahip olması, hürriyet fikrinin gönüllere yerleşmesinin gerektiğini ifade etmiştir.
Hepimizin Mehmet Âkif’in hürriyet bilincine sahip olması dileğiyle, konuşmamı İstiklal Marşımızın dua ve müjde anlamı taşıyan son kıtasıyla bitirmek istiyorum:
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl;
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
Bu vesile ile İstiklâl Marşımızın yazarı merhum Mehmet Âkif Ersoy’u ve bu vatanı bize emanet eden şehitlerimizi şükran, minnet ve rahmetle anıyorum.
[1] İbrahim Akyol, “Mehmet Akif Ersoy’un Milli Mücadele Yıllarında Çankırı’ya Gelişi ve Çankırı Vaazı” (1. Uluslar arası Mehmet Akif Ersoy Sempozyumu Bildiriler), 1/410.
İlk yorum yapan siz olun