İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

KİTAP VE SÜNNET BÜTÜNLÜĞÜ

 

GİRİŞ

İslâm dini, insanı merkeze alan bir dindir. Her şey insan içindir. Kainat insanlık için yaratılmıştır. Bütün nimetler insanların emrine amade kılınmıştır. Hatta din dahi insan için gelmiştir. Bu sebeple ben de konuşmama insan ile başlamak istiyorum.

İnsan toplumsal bir varlık olmakla birlikte, aynı zamanda bencildir. Her insanın tabiatında, kendi çıkarlarını önde tutma, kendisi için uygun olanı elde etme arzusu bulunmaktadır.

Bunun yanında, nefsanî arzulara, kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılınmıştır[1]. İnsan mala aşırı derecede düşkündür [2], o kadar ki, “şayet iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister, gözünü ancak toprak doyurur”[3].

Bir yönüyle cıvık-yapışkan bir çamurdan[4], aşağılık bir sudan, meniden[5], topraktan[6] yaratılan insan, bir yönüyle de Allah’ın kendi ruhundan üfleyerek[7] en güzel bir şekilde yaratıp[8], yer ve göklerdeki her şeyi emrine verdiği[9] yeryüzündeki halifesidir[10]. Bu sebeple, iyilik de kötülük de insanın tabiatından uzak değildir.

Bunun tabii sonucu olarak da, toplumu düzenleyen kurallar ve bunların müeyyideleri bulunmaması halinde, eğitim ve terbiyeden mahrum, yaratılışında hırs ve tamah bulunan bir kişinin hedefi, madde olacak, ne pahasına olursa olsun kazanmaktan başka bir şey düşünmeyecektir. Başkasının duyguları ve haklarını gözetmek şöyle dursun, kazanmada haram yollara tevessül etmekten, başkalarının haklarına tecavüz etmekten kaçınmayacaktır.

Aynı şekilde, bedeni insana hakim oldukça cinsel konularda da israf başlayacak ve bunda da helal-haram gözetmeden, başkalarının haysiyetini rencide etmek pahasına da olsa, arzusunu gerçekleştirmek için hiç bir şeyden çekinmeyecek; daha da ileri giderek sultasını artıracak ve keyfini devam ettirebilmek için başkalarını, hiç aldırmadan ezebilecek, arzuları ile kendisi arasına giren engelleri yok edebilmek için diğerlerine zulüm etmekten de çekinmeyecektir.

Toplumda her çeşit karakterden insanın bulunması, kuvvet ve zekâ seviyelerinin farklı olması ve yaratılışındaki kendisi için uygun olanı elde etme hırsı, toplu yaşamanın faydaları yanında bazı mahzurlarını da ortaya çıkarmaktadır. Fertlerin birbirlerine ve topluma, toplumun da fertlere karşı  hareket tarzları ile birbirleriyle olan münasebetlerini düzenleyen kaidelerin bulunmadığı bir toplumda düzenden, intizamdan söz edilemez. Bu sebeple, her toplumda, sosyal hayatı düzenleyen din, hukuk, ahlak kuralları gibi normlar ve bunların müeyyideleri bulunmuştur. İşte bunun içindir ki, Allâh Teâlâ da ilk insanla birlikte uyulması gereken kuralları Peygamberleri vasıtasıyla bildirmiştir. İlahî mesajlar, insanlara rehber olması[11], onları karanlıktan aydınlığa çıkarması[12] ve anlaşmazlığa düştükleri konularda kendisi ile hükmedilmesi için[13] gönderilmiştir. Son olarak da, Hz. Muhammed’i, peygamberlikle görevlendirerek ilahi mesajlarını insanlığa ulaştırmıştır.

Hz. Peygamber kendine nazil olan ayetleri ashabına tebliğ etmiştir. Bunun yanında tefsir etmiş, müşkil olan kısımlarını açıklamış, mücmel olanını beyan etmiş, birkaç manaya geleni tahsis etmiştir. Vahiy kültürünü almış, Hz. Peygamber’in terbiyesinde yetişmiş olan sahabe de, Allâh’ın elçisinden işittiklerini tereddütsüz kabul etmiş ve özenle yaşamaya çalışmışlardır. Fakat Hz. Peygamber’den sonra, değişik düşünce ve farklı kültürlere sahip olan kimseler İslâm’a girmeye başlayınca münakaşalar ve çekişmeler başlamıştır.

Daha bu dönemde, hadisleri terk edip Kur’an ile yetinmek isteyenler çıkmıştır. İmran b. Husayn Hz. Peygamberin hadislerinden bahsederken bir adam gelerek “Ey Ebû Nüceyd, Sen bize, Kur’ân’da bulunmayan şeylerden bahsediyorsun, onları bırak bize Kur’an’dan bahset.” der. İmran, “Sen ve arkadaşların Kur’an’ı okuyorsunuz. Sen bana namazın şartlarından, kılınış şeklinden bahseder misin? Altın, deve, sığır ve çeşitli malların zekat nispetlerini söyler misin? Sen Peygamber’e şehadet ettiğin halde, şimdi Onun, sünnetini kabul etmiyorsun,” diyerek Peygamber’in açıklamalarından örnek verir. Bunun üzerine o adam; “Beni ihya ettin, Allâh da seni ihya etsin” diye dua ederek hatasından vazgeçer.[14]

Ancak daha sonraki dönemlerde İslâm ülkelerinin hızla gelişip güçlenmesi üzerine İslâm’a karşı yürütülen faaliyetler çerçevesinde Kitap ve sünnet hedef alınmıştır. Bu maksatla Kitap ve sünnete gölge düşürmek ve bunların kutsiyetini zedelemek amacıyla sinsice çalışmalar yürütülmüştür.

Yapılan bu çalışmalar daha çok sünnet üzerinde yoğunlaşmıştır. Çünkü doğrudan doğruya Kur’an’a dil uzatmanın pek fayda sağlamayacağı bilinmektedir. O halde yapılacak iş sünnete yönelmek, onu zayıflatmak ve sünnet ile Kur’an’ın arasındaki bağları kesmek olacaktır. Eğer sünnet bozulur ve Kur’an’la arasındaki bağlar koparılırsa, o zaman Kur’an’ı çeşitli tevillerle bozmak ve arzulara göre yorumlamak kolaylaşacaktır. Bunun neticesinde de Müslümanların Kur’an’a olan güvenini sarsıp, inançlarını ifsat etmek, sonunda da istedikleri hedefe ulaşmayı düşünmektedirler.

Tarihte küçük guruplar halinde görülen hadis karşıtı görüşler, sömürge devrinin başlamasıyla artmaya ve tarih sahnesinde yer almaya başlamıştır. Müsteşriklerin sünnetle ilgilenmeleri 1800’lü yıllarda başlamıştır. Avustralya asıllı İngiliz vatandaşı Alyos Spranger (ö. 1893), İskoç asıllı İngiliz William Muir (ö. 1905), Alman Georg Wevil, Hollandalı Reinhart Dozy (ö.1883), Belçika asıllı Fransız rahip Lammens (ö. 1937), Ignaz Goldziher (1921), Joseph Schacht (1969), Leone Ceatani (1935) bunlardandır.  Bunların içine bazı insaflılar bulunsa da çoğunlukla sünneti hedef alarak Sünnetin İslâm’ın kaynağı olma konusunda insanların kafalarında şüphe sokmaya çalışmışlardır. Bu düşünce Hindistan ve Mısır’da yankı bulmuştur.

Kadıyanîliğin kurucusu Seyyid Ahmed Han, bu akımın Hindistan’da öncülüğünü yapmıştır. Abdullah Çakralvî onun görüşlerini takip etmiştir. Bu düşünce mensupları ehl-i Kur’an, münkirin-i hadis isimleriyle anılmışlardır. Bunlar o dereceye kadar ileri gitmişlerdir ki, sünnet ile amel edenleri “Allâh’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerdir” ayetinin hükmünce kafir olduklarını söyleme cesaretini bulmuşlardır. Mısır’da da bu görüşe sahip çıkanlar olmuştur. Mirza Bakır “sünnetsiz İslâm” sloganı ile ortaya çıkmıştır.

Bunlar tarihte olduğu gibi, günümüzde de mevcuttur ve gelecekte de olacaktır. Ancak gerçekler gün ışığı gibi ortadadır. Bu tür çalışmalar her zaman boşa çıkacak, saf inananlarımızın sağduyusu bu gibi iğvalara daima üstün gelecektir.

Dinimizin başlıca iki temel kaynağı vardır. Bunlar Kur’an ve sünnettir. Kitap ve Sünnet ise, tam bir uyum ve tam bir bütünlük içindedirler. Yüce Allâh, “Peygamber’e itaat eden, Allâh’a itaat etmiş olur.[15] buyurmakla Kur’an ile sünnetin birbirinden ayrılamayacağını beyan etmiştir.

Hz. Peygamber de, “Sözün en hayırlısı, Allâh’ın kitabı, yolun en hayırlısı da Muhammed’in yoludur” buyurarak[16], bu iki kaynağın önemine ve beraber değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir.

Hz. Peygamber insanlardan biat alırken Kitap ve Sünnetin emirlerini dinlemelerini ve onlara uymalarını şart koşmuştur[17]. Veda haccı hutbesinde de, “Size iki emanet bırakıyorum, bunlara sımsıkı sarılırsanız asla dalalete düşmezsiniz; bunlar Allâh’ın kitabı ve Rasulünün sünnetidir.” buyurmuştur[18].

Hz. Peygamber, ashabına bu terbiyeyi vermiş, onları böylece yetiştirmiştir. Mesela Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona nasıl hüküm vereceğini sorar. Muaz Kur’an’la hüküm vereceğini, eğer onda bulamazsa sünnete baş vuracağını, aradığını Hz. Peygamber’in sünnetinde de bulamazsa reyi ile içtihat edeceğini söyler. Bundan çok memnun olan Hz. Peygamber, “Elçisinin elçisini, Allâh’ın peygamberinin memnun olacağı tarzda muvaffak eden Allâh’a hamd ederim.” demiştir.[19]

Bu eğitimden geçen Hulefâ-i Raşidîn de, Kitap ve sünneti birbirinden ayırmamış, birlikte delil olarak kabul etmişlerdir.

Bir gün Hz. Ebu Bekir’e yaşlı bir kadın gelerek mirastan kendisine pay verilmesini ister. Ebu Bekir de, “senin bu isteğin hakkında Allâh’ın kitabında bir şey yoktur. Rasûlullâh’ın sünnetinde de bu konuda bir şey bilmiyorum. Siz dönünüz ben insanlara sorayım.” der. Sonra durumu araştırır. Muğire b. Şu’be, “Peygamber’in onun durumunda olana altıda bir verdiğini gördüm” demesi üzerine, Hz. Ebu Bekir, “Seninle birlikte bu haberi işiten var mı?” diye sorar. O zaman Muhammad b. Mesleme de onun benzerini söyleyince Hz. Ebu Bekir kadına altıda bir miras verir.[20]

KUR’AN

Kur’an; Yüce Allah tarafından vahiy yolu ile Arapça olarak peyder pey Muhammed (a)’a indirilen,[21] nesilden nesile bize kadar tevatüren gelen, mushaflarda yazılı, Fatiha Suresi ile başlayıp Nâs Suresi ile sona eren, 323015 harf, 77439 kelime[22], 6236 âyet ve 114 sureden oluşan muciz bir kelamdır.

Kur’an, tamamen Allah kelamıdır. Kelimelerinin seçilişi, cümlelerinin kuruluşu, ayetlerinin tertibi, lafızları ve manası ile tamamen Allah’a aittir. Bu konuda, vahiy meleği ve Peygamber (a) sadece birer vasıtadır.

Kur’an; bütün insanlığa hitap eder. O yalnız bir millete ve yalnız bir devre ait değildir. Başka bir ifadeyle onun hükmü zaman ve mekanla kayıtlı değildir, her yerde ve her devirde geçerlidir. Onun getirdiği esasların evrenselliği tartışılamaz. O, geçmişi, yaşadığımız çağı ve gelecek bütün çağları kuşatmaktadır. Onun hükümlerinin en medeni, en insani ve en mükemmel olduğunda şüphe yoktur.

Değerli dinleyenler!

Ne mutlu bizlere ki, muhafazası bizzat Cenab-ı Hak tarafından yapılan ilâhî bir kitaba sahibiz. Kur’an’da bu kitap hakkında şöyle buyurulmaktadır: “Bu Kur’an, insanların kalp gözlerini açacak bir nûr, kesin olarak inananlar için bir hidayet ve rahmettir.[23], “Bu (Kur’an), bütün insanlığa bir beyan; takva sahipleri için ise bir hidayet ve öğüttür.[24], “Biz, Kur’an’dan öyle şöyler indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.[25]

Çünkü o Kur’an’da saadet vardır. Çünkü onda itaat vardır, selamet vardır. Onda adalet, sevgi, saygı, şefkat ve merhamet vardır.

Zira o Kur’an: Dalâlet ve vahşet bataklığında çırpınan insanlara, semâdan Allâh’ın uzattığı bir imdat ve cankurtaran ipidir. Bunu koparan, bana bu ip lazım değil diyen kimse o bataklıkta boğulacaktır.

Kur’an: Yücelikler nizamıdır. Onu tutan yücelir, terk eden de alçalır. Ona sarılan yükselir, sapıtan da helak olur.

Kur’an: Medeniyet düsturudur; Kur’an’sızın yeri de vahşet çukurudur.

Kur’an: İnsanlık yoludur, insanca yaşama planıdır. Ondan kaçmak da insanlıktan kaçmaktır.

Kur’an: Fazilet ve hidayet, ahlak ve edep kaynağıdır. Ondan uzaklaşmak bunların hepsinden sıyrılmaktır.

Kur’an: Namus ve şeref kalesi, vatan ve millet teminatı, saadet ve selamet kitabıdır. Kur’an’a hor bakanın hakkı Allâh’ın lanetidir.

Kur’an: Vatanlaşma, milletleşme ve ebedileşme kitabıdır; ona düşmanlık da vatansızlaşma, milletsizleşme, Ebu Lehep’leşme ve soysuzlaşmadır.

Kur’an: Işıkların en kuvvetlisi, sözlerin en hikmetlisi, yolların en doğrusudur.

Kur’an: İlim ve irfan, akıl ve izân menbaıdır. Ona el ve dil uzatmak da, ilim ve irfandan, akıl ve izândan soyunmaktır.

Kur’an: Hak ve hakikat, adalet ve hürriyet, kardeşlik ve müsâvât fermanıdır. Onu yere atmak da, insanlığın asırlarca aradığı ve aradıkça kaybettiği hakkı, adaleti, hürriyeti, kardeşliği ve müsâvâtı bırakıp kendini bataklığa atmaktır.

Kur’an: İnsanlara gönderilen İslâmiyet’in kanunları, hükümleridir. Onu tahkir etmek, topyekün insanlığı ve İslâmiyet’i tahkir etmektir.

Bunun içindir ki, Allâhu Teâlâ, “Şüphesiz ki bu Kur’an en doğru yola iletir; iyi davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler.[26] buyurur.

Hz. Peygamber de, “Kur’an, (cismani ve ruhani hastalıklar için) bir şifadır.[27], “Kur’an’a sarılın. Onu hayatınıza rehber yapın. Zira o, alemlerin Rabb’ı Allâh’ın kelamıdır.[28], “Kur’an kendisiyle amel eden toplumları yükseltir, izinden gitmeyenleri de alçaltır.[29] buyurmuştur.

Kur’an’daki o yüksek manayı anlamaya çalışmalı elimizden gelen gayreti göstermeliyiz. Bizler ne zaman ondaki ince manayı idrak eder, anladıklarımızı tam manasıyla tatbik edersek, o zaman Kur’an-ı Hakimin bir şifa kaynağı olduğunu daha iyi idrak edebiliriz. Konuyla ilgili Merhum Mehmet Akif şöyle diyor:

İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin,

Ne mezarda okunmak, ne de fal bakmak için.

Kur’an son ilahi kelam son mesajdır. Bunun için evrenseldir.

Kur’an’da evrensel değerler, temel ilkeler yer almaktadır. Allah’a kulluk, ana-babaya saygı, yetimlere ve yoksullara iyilik yapmak, insanlara iyi davranmak,[30] hoş görülü olmak ve insanları bağışlamak,[31] doğruluk,[32] iffet, yumuşak ve alçak gönüllü olmak,[33]  peşin yargıdan kaçınmak,[34] sabırlı olmak,[35] dengeli hareket etmek,[36] iyi işler yapmak,[37] iyilik ve hayırda yarışmak,[38] insanlar arasında dil, ırk ve renk gözetmemek[39] Kur’an’da yer alan evrensel değerlerden bir kısmıdır.

1.      Amacı

Kur’an, insanın dünya ve âhiret saadetini sağlamasını amaç edinmiştir. Kur’an, insanlığın rehberi ve mutluluk kaynağıdır.

Kur’an’ın amacı; hangi milletten olursa olsun bütün insanları aydınlatmak, yer yüzünde cehalet, sefahat, küfür ve sapık inançlara kapılarak karanlıklar içinde kalan, nereden gelip nereye gittiğini bilemeyen bütün  insanları sapıklık ve dalaletten, sefahat ve rezaletten kurtarıp iman nuru ile doğru yola sevk etmektir[40].

İnsanın Allah ve kâinat ile alakasını temin eden, ruhî ve bedenî ihtiyaçlarını bildiren Kur’an’dır. Kur’an bu amaçla cüz’î ve küllî kurallar, emir ve yasaklar getirmiştir. Bu kuralların, emir ve yasakların amacı; aklı, canı, malı ve nesli korumak, böylece  insanın huzur ve mutluluğunu; kişisel, ailevî ve sosyal nizamını sağlamak; iyi insan ve iyi bir toplum oluşturmaktır.

2.      Mucize Oluşu

“Kendilerine okunan kitabı, sana indirmemiz, mucize olarak onlara yetmez mi?”[41]

Üslubu, tabii bir musiki gibi, anlattığı konuya göre değişiklik arz etmektedir.

يا عبادي الذين اسرفوا علي أنفسهم لا تقنطوا من رحمة الله، ان الله يغفر الذنوب جميعا، انه هو الغفور رحيم.

“De ki, ey kendisine yazık eden kullarım, Allâh’ın rahmetinden ümit kesmeyin, zira Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz o, bağışlayan ve merhamet edendir.”[42]

خذوه فغلوه. ثم الجحيم صلوه.

“Tutun onu bağlayın, sonra Cehennem’e atın. Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun. Zira o, Yüce Allâh’a inanmıyordu, fakire yedirmeği teşvik etmiyordu. Bugün burada ona bir dost yok.”[43]

Üslubu o kadar mükemmeldir ki…

Kur’an’ın indiği dönemlerde Araplar kendilerini şiir ve hitabet alanında kendilerini eşsiz görüyorlardı. İşte kendilerine en çok güvendikleri bu konuda Kur’an-ı Kerim onlara meydan okuyarak kendisinin bir benzerini, yahıt kendisine benzer on sure veya benzer bir sure getirmelerini onlardan istemişti:

“De ki; ‘İnsanlar ve cinler, birbirlerine yardımcı olarak bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar’”[44].

“Senin için, ‘onu uydurdu’ diyorlar, öyle mi? De ki, ‘Öyleyse onun surelerine benzer uydurma on sure meydana getirin, iddialarınızda samimi iseniz, Allâh’tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın.’”[45]

“Kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’an’dan şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sure meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz, Allâh’tan başka güvendiklerinizi de yardıma çağırın.”[46]

Bu zamana kadar nice kimseler ona nazire yazmak istemişlerse de buna muvaffak olamamışlardır.

Buna güçleri yetmeyince bu sefer sabote etmek istediler:

“İnkar edenler dediler ki, ‘bu Kur’an’ı dinlamayın, okunurken gürültü yapın, belki galip gelirsiniz.”[47]

Velid b. Muğire’nin Kur’an karşısında duyduğu hayranlık ve Kureyş ileri gelenlerinin birbirlerinden gizli olarak Kur’an dinlemeğe gitmeleri, artan bu ilginin tabii bir neticesidir.[48]

3.      Sonuç

Kısacası şunu ifade etmek gerekir ki, insanlık ne ölçüde ve hangi yönde ilerlerse ilerlesin, hiçbir zaman kendini Kur’an’ın getirmiş olduğu gerçeklerden müstağni sayamaz. Hangi asırda olursa olsun insan daima bu gerçeklere muhtaçtır. Bu bakımdan Kur’an insan var olduğu sürece, öneminden bir şey kaybetmeyecektir. O tazeliğini, canlılığını, evrenselliğini ve mükemmelliğini Cenab-ı Hakkın koruyuculuğunda ebediyen devam ettirecektir. Günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan geldiği gibi, kıyamete kadar da öyle değişmeden ve tazeliğini koruyarak var olacaktır.

Beşerin derdine derman olur ancak Kur’an

Ona sarılmazsa eğer canavardan da beterdir insan

Allâh’a dayan sa’ye sarıl hikmete ram ol

Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.

 

SÜNNET

Sünnet; Hz Muhammed (a)’ın söz, fiil ve takrirlerine denir.

Hz. Peygamberden nakledilen haber ve hadisler farklı kategorilerde ele alınabilir. Hz. Peygamber’in davranışlarının bir kısmı, insan olarak, bir kısmı aile reisi olarak, bir kısmı devlet başkanı, komutan, hakim olarak yaptığı eylemlerdir. Bir kısmı da Peygamber olarak, teşri amacıyla söylediği sözler veya yaptığı davranışlardır.

(…)

1.      Kur’an’a göre sünnetin durumu

  1. a) Sünnet, Kur’an’da bulunan bir hükmü destekler ve onu kuvvetlendirir. Böylece o hükmün iki delili, iki kaynağı olmuş olur. Mesela, namaz, oruç, zekat Kur’an ile farz kılınmış, bunun yanında Hz. Peygamber’in sünnetiyle de farziyeti bildirilmiştir.
  2. b) Sünnet Kur’an’da genel olarak işaret edilen hususları açıklamaktadır.

Hz. Peygamber Kur’an’ı anlamış, anlatmış, yaşamış, yaşayışıyla insanlara örnek olmuştur. Nitekim Hz. Aişe’ye Hz. Peygamber’in ahlakından sorulunca; “Onun ahlakı Kur’an’dan ibarettir.” demiştir.[49]

“Biz sana Kur’an’ı indirdik ki, insanlara ne gönderildiğini açıkça anlatasın ve insanlar da düşünüp öğüt alsınlar.”[50]

“Ey Muhammed! Doğrusu, insanlar arasında Allâh’ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye bu Kitab’ı sana hak olarak indirdik.”[51]

“Biz, her peygamberi, emredildikleri şeyleri açıklasın diye yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik.”[52]

Hz. Peygamber bu ayetlerde belirtildiği gibi, kendisine nazil olan ayetleri açıklamış, uygulamalarıyla da göstermiştir.

Mesela Kur’an’da pek çok yerde “namaz kılınız[53] emri verilmiş, ancak namazın nasıl kılınacağı açıklanmamıştır. Hz. Peygamber,

Beni gördüğünüz gibi namaz kılınız” buyurmuş[54] ve uygulamalı olarak namazın kılınışını öğretmiştir.

Ayrıca, “Namaza kalktığınız zaman tekbir al, sonra Kur’an’dan kolayına geleni oku, sonra tatmin olacağın şekilde rükunu yap, sonra tamamen doğrul, daha sonra güzelce secdeni yap, sonra secdeden kalk ve namazını böylece kıl[55] diye sözlü olarak da nasıl kılınacağını tarif etmiştir.

Kur’an’da hac ve zekat emredilmekle birlikte, bunlar çok kısa ve özlü olarak anlatılmış, tatbikatıyla ilgili bir açıklama yapılmamıştır. Bunlar da Hz. Peygamberin açıklamaları ve örnek tatbikatıyla öğrenilmiştir. Hac ile ilgili olarak “Hac menasikini benden alınız[56] buyurmuş ve uygulamalı olarak nasıl yapılacağını göstermiştir.

Zekatla ilgili olarak da, “Mallarınızın kırkta birini” veya “Mallarınızın iki yüzde beşini zekat olarak veriniz[57] buyurmak suretiyle zekatın ne kadar verilmesi gerektiğini açıklamıştır. Ayrıca zekatla ilgili olarak detaylı bir mektup yazarak hangi hayvanlardan ne kadar zekat verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

  1. c) Sünnet, Kur’an’da olmayan bir hükmü koyabilir. Bu durumda hüküm sünnetle sabit olmuş olur.

Kur’an’da yer almadığı halde Sünnet ile haram kılınan bir çok şey vardır. Mesela; nesep ile haram olanın süt akrabalığı ile de haram olması; bir kadının teyzesi, halası, kız ve erkek kardeşlerinin kızları ile bir nikah altında bulundurulması[58]; ehli merkep[59]; katır; aslan, kaplan, fil, kurt, maymun, köpek gibi köpek dişi olan vahşi hayvanların; kartal, atmaca, şahin ve doğan gibi pençeli yırtıcı kuşların; fare, köstebek ve akrep gibi haşeratın etlerinin yenilmesi[60]; erkeklerin altın zinet takınmaları ve ipek elbiseler giymeleri; altın ve gümüş kaplardan su içilmesi ve yemek yenilmesinin[61] yasaklanması gibi bir çok hüküm Sünnet[62] ile  sabit olmuştur.

Sünnetler konusunda tartışılan ve reddedilmeye çalışılan bölüm burasıdır. Hz. Peygamber sadece tebliğcidir, hüküm koyamaz denilmektedir. Bu nasıl mantıktır ki, kendi aklıyla Kur’an’dan anladığını kabul ediyor da, bizzat Cenab-ı Hakk’ın vahyine mahzar olmuş seçkin kişinin Kur’an’dan anladığını kabul etmiyor.

“Şüphesiz Peygamberin haram kıldıkları da Allah’ın haram kıldıkları gibidir.[63]

“And olsun ki Allah, inananlara ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitap ve Hikmeti öğreten kendilerinden bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki onlar önceleri apaçık bir sapıklık içindeydiler”.[64]

“(Dünya ve ahirette güzel olanı,) Allâh’a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere, ayetlerimize inanıp, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları, okuyup yazması olmayan peygamber Muhammed’e uyanlara yazacağız. O peygamber, onlara uygun olanları emreder ve fenalıktan men eder, temiz şeyleri helal, murdar, pis şeyleri de  haram kılar, onların ağır yüklerini kaldırır, zor tekliflerinin hafifletir. (…)” ,[65]

– “Şunu bilin ki, bana Kuran ve onunla birlikte onun bir misli verilmiştir. Karnı tok bir halde koltuğuna yaslanarak, ‘Şu Kur’an’a sarılın, onda helal olarak ne bulursanız onu helal kabul edin. Onda haram olarak ne bulursanız onu da haram kabul edin, diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir. Şüphesiz ki Allah Rasulünün haram ettiği şey, Allâh’ın haram ettiği şey gibidir.”[66]

“…Peygamber size ne verdiyse onu alın size ne yasakladı ise ondan sakının…”.[67]

Peygamberin (a); “Size bir şey yasakladımsa ondan mutlaka kaçınınız, emrettiğim bir şeyi ise gücünüz nispetinde yerine getiriniz[68]

Sakın ola ki sizden birinizi rahat koltuğuna yaslanmış olarak benim emrettiğim veya nehyettiğim bir şey kendisine geldiğinde; ‘Biz (başka bir şey) anlamayız, Allah’ın kitabında bulduğumuza uyarız’ derken bulmayayım.[69]

Ebu Hureyre’den rivayet ediliyor: “Ben size bir şey teklif etmedikce beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki milletler, ancak peygamberlerinden çok soru sormak ve onlarla münakaşa etmek yüzünden helak oldular. Bunun için size bir şey yasakladığında ondan sakınınız, herhangi bir şey emrettiğimde de elinizden geldiği kadar onu yapınız.”[70]

2.      Hz. Peygamber’e iman

“Gelin Allâh’a ve O’nun okuma yazması olmayan peygamberine inanın. Zira o peygamber de Allâh’a ve O’nun sözlerine inanmaktadır. Ona uyun ki, doğru yolu bulasınız.”[71]

“Mü’minler o kimselerdir ki, Allâh’a ve peygamberlerine gönülden inanmışlardır.”[72]

“Allâh’a, Rasulüne ve indirdiğimiz Kur’an’a inanın. Allâh yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”[73]

“Onlar ki Allâh’ı ve peygamberlerini inkar ederler. Allâh ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler. Bir kısmına inanır, bir kısmını inkar ederiz, diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isterler. İşte onlar, gerçek kafirlerdir. Biz ise kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.”[74]

“Ey inanlar, Allâh’a, peygamberine ve peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirmiş olduğu kitaba inanın. Kim Allâh’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz o, derin bir sapıklık içindedir.”[75]

Bir hadis-i şerifte şöyle anlatılmaktadır: Cebrail as. Hz. Peygamber’e “Ya Muhammed, İslâm nedir? Onun hakkında bana bilgi ver demiş, Hz. Peygamber de:

“İslâm, Allâh’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın Rasulü olduğuna şahadet etmen, namaz kılman, zekat vermen, oruç tutman ve gücün yeterse hac etmendir.” demiştir.

Bu defa, “iman nedir? Bana ondan haber ver.” diye sorar. Hz. Peygamber de;

“İman, Allâh’a, meleklere, kitaplara, peygambere, ahiret gününe ve kadere inanmandır.” buyurur.[76]

Görüldüğü gibi, Hz. Peygamber’e inanmadan imandan ve İslâm’dan söz edilemeyeceği, ayet ve hadislerle net bir şekilde ortaya konmuştur. Hz. Peygamber’e inanmak da, ona itaat etmeği ve onun sünnetine tabi olmayı gerektirir.

3.      Allâh’ı ve Peygamberi Sevmek

“De ki, eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allâh’tan, Rasulü’nden, O’nun yolunda cihat etmekten daha sevgili ise, Allâh’ın emri gelene kadar bekleyin. Allâh fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.”[77]

– “Bir kimsede şu üç nitelik bulunursa, o kimse imanın tadını almıştır. Allâh ve Rasulünü her şeyden daha çok sevmek, sevdiği kimseyi yalnız Allâh rızası için sevmek, bir de Allâh onu inkardan kurtardıktan sonra, tekrar inkara dönmeyi ateşe atılmak gibi acı görmektir.”[78]

Allâh’ı sevmek ve bunun karşılığında Allâh’ın sevgi ve merhametine mahzar olmak ise, Hz. Peygamber’e tabi olmaya bağlanmıştır.

“(Ey Peygamberim!) De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki  Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı  bağışlasın. Allâh bağışlayan, esirgeyendir.”[79]

– “Sizden biriniz beni çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe, tam bir imana sahip olamaz.”[80]

Hz. Ömer gelerek, seni anamdan, babamdan …. çok seviyorum ya Rasulallah! Der. Hz. Peygamber olmadı ya Ömer! (…)

Sahabenin Peygamber aşkı bir başkaydı. Hz. Peygamber’e hitap ederken “anam, babam sana feda olsun ya Rasulallah!” derlerdi. Uhut savaşında vücutlarını siper etmişlerdir.

Hz. Ebu Bekir. (Açıktan tebliğ teklif ediyor. Müşriklere tebliğde bulunuyor. Dövülüyor. Babası Ebu Kuhafe, annesi Ümmü’l-Hayr Selma ayıltmaya çalışıyor. Ayılınca Ömer b. Hattab’ın kızı Ümmü Cemile’ye sormasını söylüyor. (…))

Habbab. (Müşrikler tarafından işkenceye tabi tutulur. İşkence edip Hz. Peygamber’e hakaret etmesini, onu inkar etmesini isterler. Kabul etmez. Boynundan asarlar ve istediklerini yerine getirmesini söylerler. Kabul etmez. Şimdi senin yerinde Muhammed olsa ne dersin? Onun senin yerinde olmasını ister misin? Dediklerinde, hayır, onun benim yerimde olmasını değil, benim sebebimle ayağına bir dikenin batmasını dahi istemem der.)

Hz. Peygamber’i sevmek ise onun sünnetine sarılmakla olur. Hz. Peygamber’e karşı sevgi ve saygının tezahürü, onun sünnetine uymak, onun sevdiklerini sevmek, onun kınadıklarını kınamak, onun ahlakını örnek edinmek ve onun edebiyle terbiye görmektir.

Hz. Peygamber de: “Kim cenneti arzuluyorum der de kazanmak için amel etmez ise, tevbe etmedikçe Allâh katında yalancıdan başka bir şey değildir. Kim cehennemden korkuyorum der, fakat elini günahlardan çekmez ise, tevbe etmedikçe Allâh katında yalancıdan başka bir şey değildir. Kim de sünnetine uymadan ben Allâh’ın Rasulünü seviyorum derse, tevbe etmedikçe Allâh katında yalancıdan başka bir şey değildir.” buyurur.

4.      Hz. Peygamber’e İtaat

“Ey inananlar, Allâh’a ve Rasulüne itaat edin. İşittiğiniz halde ondan yüz çevirmeyin.”[81]

Kim Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur”.[82]

– “Kim peygambere itaat ederse, Allâh’a itaat etmiş, kim de peygambere isyan ederse, Allâh’a isyan etmiş olur.”[83]

“Sana biat edenler, gerçekte Allâh’a biat etmiş olurlar.”[84]

“Hayır Rabb’ine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık konusunda  seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı  duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar”.[85]

Bu ayet göstermektedir ki, Rasullah hayatta iken onun emirlerine itaat etmek, vefatından sonra da onun sünnetine uymak inanmanın bir gereğidir.

“Ey inananlar, Allâh’a itaat edin, Peygamber’e ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allâh’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu Allâh’a ve Rasulüne götürün. Bu daha iyi ve sonuç bakımından daha güzeldir.”[86]

“Allah ve Rasulü bir işte hüküm verdiği zaman iman eden erkek ve iman eden kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse  apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”[87]

“Peygamber’in emrine karşı gelenler, kendilerine bir belanın gelmesinden yahut onlara acı bir azabın dokunmasından sakınsınlar.”[88]

– “Yüz çevirenler hariç, ümmetimin hepsi Cennet’e girecektir.” Kim yüz çevirir ey Allâh’ın Rasulü, diye sorduklarında Hz. Peygamber; “Her kim bana itaat ederse Cennet’e girer, kim de bana isyan ederse, o da yüz çevirmiş  olur.” der.[89]

“Hz. Peygamber’in görevi sadece Kur’an’ı tebliğ etmektir. Tebliğ ettikten sonra işi bitmiştir. Veya kendi dönemindeki insanlara bunu anlatmıştır. Onun hadisleri sadece bu dönemde yaşayanları bağlar” denemez. Zira o bütün insanlara gönderilmiş bir peygamber ve bütün inananlar için örnektir. Kur’an’da:

“De ki, ey insanlar, ben sizin hepinize gönderilmiş Allâh’ın elçisiyim.”[90]

“And olsun ki, Allâh’ın Rasulü sizin için, Allâh’ı ve ahireti arzu eden, Allâh’ı çok anan kimseler için en güzel örnektir.”[91] buyurulmaktadır.

 

[1] Âl-i İmran, 3/14

[2] Âdiyat, 100/8; Fecr, 89/20.

[3] Müslim, Camiu’s-Sahih, Zekât, 116, 119; Buharî, Camiu’s-Sahih,  Rikak, 10; Et-Tirmizî, Sünen, Menakib, 32, 64; Dârimî, Sünen, Rikak, 62; İbn Hanbel, Müsned, V/117, 131, 132, 319.

[4] Sâffât, 37/11.

[5] Mürselat, 77/20.

[6] Hacc, 22/5.

[7] Hicr, 15/29; Sâd, 38/72.

[8] Tîn 95/4.

[9] Lokman, 31/20; Casiye, 45/13.

[10] Bakara, 2/30; Fatır, 35/39.

[11] Al-i İmran 3/4; Bakara 2/185.

[12] İbrahim 14/1.

[13] Bakara 2/213.

[14] Ebû Dâvûd, “Zekât” 2; Hâkim Nisâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahihayn¸ Beyrut ty., 1/109; Taberâni, Mu’cemu’l-Kebîr, 18/165.

[15] Nisa 4/80.

[16] Buharî, Edep, (VII/96)

[17] Buharî, İ’tisâm, (VIII/139)

[18] Malik, Muvatta, Kader, (11.899)

[19] Ebu Davud, Akdiye, (IV/18-19)

[20] Ebu Davud, Ferâiz, (111.316-317)

[21] Bkz. Şuara, 26/192-195, Fürkan, 25/32.

[22] Celalettin es-Süyûtî,  el-İtkan fî Ulûmi’l-Kur’an, I, 184. Dımaşk, 1362.

[23] El-Câsiye, 45/20.

[24] Âl-i İmran, 3/138.

[25] El-İsrâ, 17/82.

[26] El-İsrâ, 17/9.

[27] Keşfu’l-Hafâ, 187.

[28] Camiu’s-Sağîr, c.2, s.64.

[29] Menhelü’l-Vâridîn Şerhu Riyadi’s-Salihîn, 597, H.No: 994.

[30] Bakara, 2/83.

[31] Al-i İmran, 3/134.

[32] Hud, 11/112.

[33] Nur, 24/30-33.

[34] İsra, 17/36, 49.

[35] Al-i İmran, 3/200.

[36] İsra, 17/29.

[37] Mü’minun, 23/51.

[38] Bakara, 2/148.

[39] M’minun, 23/100.

[40] Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, V, 3010. Eser Kit. İstanbul, 1976.

[41] Ankebut 29/51.

[42] Zümer 39/53.

[43] Hakka 69/30-35.

[44] İsra 17/88

[45] Hud 11/13.

[46] Bakara 2/23.

[47] Fussilet  41/26.

[48] İbn Hişam, Sire, I/337.

[49] Ahmed, Müsned, IV/188.

[50] Nahl 16/44.

[51] Nisa 4/105.

[52] İbrahim 14/4.

[53]  Bakara, 2/43.

[54] Buhâri,Tecrid-i Sarih Tercemesi, II, 645.

[55] Buhari, Ezan, (I/183; Tirmizi, Salat, (I/406)

[56] Ahmed, III, 318. Nesai, Menasik, 220.

[57] Nesâî, Zekat, (V/219)

[58] Buhârî, Nikah, 27. (VI, 128). Nisa suresinde evlenilmesi haram olanlar 23-24 ayetlerinde sayılmış sonra “bunlardan ötesi size helal kılındı” denilmiştir. Ayetlerde, hadiste zikredilen kadınlar yoktur. Dolayısıyla bu hadis, 4/24 ayetini tahsis etmektedir.  Ebu Zehra, a.g.e, S. 113.

[59] Müslim, Sayd, 24. (II, 1538).

[60] Ebu Davud, Et’ıme, 33. (IV, 159) Müslim, Sayd, 14-16. (II, 1533-1534). Tirmizi, Et’ime, no; 1797. Nesaî, Sayd, No:4430. İbn Mace, Sayd. No:3232.

[61] Tirmizi, libas, 1-2. Bekir sadak Taç Terc. III, 276-283.

[62] Bkz. Alaüddin Abidin, el-Hediyyetü’l-Alâiyye, s. 223-225. Kahraman  Yay. İstanbul, 1984.

[63] Darimi, Mukaddime, 49; Ahmed, IV, 132; Tirimizi, İlim, 10; İbn Mace, mukaddime, 2.

[64] Al-i İmran, 3/164. Bk. Bakara, 129, 151, 231; Nisa, 4/113; Ahzab 33/34.

[65]  A’raf, 7/157.

[66] İbn Mace, Mukaddime, 2; Dârimi, Mukaddime, 49; Ebu Dâvûd, Sünnet, 6.

[67] Haşr, 59/7.

[68] Buhari, İtisam, 2. Müslim, Fezail, 130 Nesai, Hac, 1.

[69] Ebu Davut, Sünnet 6; Tirmizi, İlim, 10.

[70] Müslim, Fedâil, (IV/1830).

[71] A’raf 7/158.

[72] Nur 24/62.

[73] Tegabun 64/8.

[74] Nisa 4/150-151.

[75] Nisa 4/136.

[76] Müslim, İman, (I/37)

[77] Tevbe 9/24.

[78] Buharî, (I/9-10); Müslim, İman, (I/66)

[79] Al-i İmran, 3/31.

[80] Buharî, (I/9); Müslim, İman, (I/67)

[81] Enfal 8/20

[82] Nisa, 4/80.

[83] Buharî, İ’tisam, (VIII/140); İbn Mâce, Mukaddime, (I/4).

[84] Fetih 48/10.

[85] Nisa, 4/65.

[86] Nisa 4/59.

[87] Ahzab, 33 /36.

[88] Nur 24/63

[89] Buharî, İ’tisam, (VIII/139)

[90] A’raf 7/158.

[91] Ahzab 33/21.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir