İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İSLÂM’DA AİLE VE TÜRK AİLE YAPISI

 

I.          Aile

Aile, ana, baba, çocuklar ve kan akrabalarından meydana gelmiş ekonomik ve toplumsal birlik şeklinde tanımlanır.

Aile, toplumun çekirdeği ve en önemli temel birimidir.                   

Toplumun çekirdeği ve en temel birimi olan aile, en eski sosyal müesseselerden biridir. İlk insan Hz. Adem ile eşi Hz. Havva’nın yaratılışı ile oluşmuş ve günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.

Ey insanlar! Biz sizleri bir erkek ile bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık.

(Hucurat 49/13)

İnsanlık tarihinin en eski müessesesi olmakla birlikte aile, her toplumda ve bütün çağlarda geçerli bir kurum olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Zira bu müessese, insanlık için başka yollardan ulaşılamayacak amaçlara hizmet etmektedir.

A.       Ailenin Fonksiyonları

1.         İnsan neslinin devamına hizmet etmek.

İslâm’ın hükümlerinde gözettiği temel prensipler;

  • Dini korumak,
  • Canı korumak,
  • Aklı korumak,
  • Nesli korumak,
  • Malı Korumak.

İslâmî hükümlerin gerçekleştirmeyi hedeflediği ana gayelerden biri de neslin muhafazasıdır. Neslin devamı ve korunması için, evlilik meşru kılınmış, zina, iffete iftira, kürtaj yasaklanmıştır.

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve onun türünden eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allâh’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allâh üzerinizde bir gözetleyicidir.” (Nisâ 4/1)

Göklerin ve yerin mülkü Allâh’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir. Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir, dilediği kimseyi de kısır yapar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilen, hakkıyla gücü yetendir.”                                                                                          (Şûrâ 42/49-50)

2.         İnsanlığın her bakımdan gelişmesine katkı sağlamak.

Aile, insanın verimliliği, mutluluğu, ruh ve beden sağlığını koruması için vazgeçilmez bir kurumdur.

Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için ibretler vardır.

(Rum 30/21)

Aile, dünyaya gelen çocukların beden, zihin ve ahlak bakımından sağlıklı ve dengeli yetişmelerinde rol almak suretiyle, insanlığın her bakımdan gelişmesine katkı sağlar.

3.         Bireysel ve toplumsal koruyuculuk.

Aile müessesesi, dînî değer ve yaşayışın korunmasında, millî varlık ve benliğin muhafazasında, geliştirilip devam ettirilmesinde ve gelecek nesillere aktarılmasında önemli rol üstlenmektedir.

Aile, çocuğun fiziki olarak gelişmesi için gereken uzun süreli bakımı üstlenmenin yanında, fertlerini dış çevrenin olumsuz şartlarından korur.

4.         Eğitim.

Aile, ilk ve en etkili eğitim kurumudur. Millî varlığın ve kültürün yaşamasını, gelecek nesillere aktarılmasını sağlayan araçların en önemlisidir.

Toplumun, din ve hukuk gibi kurumların fertten beklediklerinin kazanılması ancak aile tarafından sağlanabilir.

Sonuç olarak insanın, fizyolojik, ruhsal, zihinsel ve ahlakî gelişmesi; çocukların, ruh ve beden sağlığı içinde doğup büyümesi, kişilik ve ahlak eğitimi, sosyalleştirilmesi ancak aile ortamında mümkündür.

B.       Ailenin Oluşumu ve Nikah

Yeni bir aile, ancak sahih bir nikahla oluşur.

Nikah ise, erkek ile kadının birlikte yaşama ve karşılıklı yardımlaşmalarına imkan veren ve taraflara karşılıklı hak ve ödevler yükleyen bir sözleşmedir.

Evlilik, medenî bir akit olmakla birlikte, kendisinde, neslin muhafazası, haramdan korumak, huzur içinde ibadet etmek gibi dinî ve dünyevî faydaları bulunduğu için bir tür ibadet olarak kabul edilmiştir.

Hz. Peygamber, “Allâh’a yemin ederim ki, sizin en çok Allâh’tan korkanınız ve muttakinizim; fakat ben, oruç da tutarım, iftar da ederim; geceleri namaz da kılarım uyurum da ve ben evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” buyurmuştur (Buhârî, Nikah, 1 ).

Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir; utanma duygusu, güzel koku, diş temizliği ve evlenmek” (Tirmizî, Nikah, 1),

Nikah benim sünnetimdir; sünnetimle amel etmeyen benden değildir. Evlenin çoğalın, ben diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla övüneceğim. Evlenmeye gücü yeten evlensin, gücü yetmeyen ise oruç tutsun. Zira oruç koruyucudur.” (İbn Mâce, Nikah, 1)

Kur’an-ı Kerim’de, “İçinizden bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allâh onları lütfu ile zenginleştirir. Allâh lütfu bol olan, bilendir.” buyurulmaktadır (Nur 24/32.).

Rasûlullâh da, “Yüce Allâh üç kişiye yardım edeceğini taahhüt etmiştir; Allâh yolunda cihat edene, hürriyetini kazanmak için çalışan köleye ve iffetini korumak için evlenene.” buyurmuştur (Nesâî, Nikah, 5 ).

C.       Evliliğin Hükmü

  • Normal şartlarda evlilik menduptur.
  • Evliliğin tamamen terk edilmesi, bütünüyle terk edilmesi caiz değildir. Bu bağlamda evliliğe kifâî vacip denilebilir.
  • Evlenmediğinde harama düşeceğinden korkan kişinin evlenmesi ise aynî vaciptir.

Kur’an-ı Kerim’de, “Ahlaksızlığın açığına da gizlisine de yaklaşmayın” buyurulmaktadır (En’âm 6/151.).

Hz. Peygamber, “Gücü yeten evlensin; zira evlilik, gözü harama bakmaktan, kişiyi zinaya düşmekten korur. Evlenmeye gücü yetmeyen ise, oruç tutsun; çünkü oruç koruyucudur.” buyurmuştur (Buhârî, Savm, 10).

Eş olarak vazifesini yerine getiremeyecek kişilerin, özellikle kadının evlilik hukukundan doğan haklarına riayet edemeyecek olan erkeklerin evlenmeleri mekruhtur; hatta zulmetmesi kesin olan durumlarda evlilik haramdır.

Zira evlilik, kişiyi haramdan korumak, huzurlu ibadet etmek, çocuk yetiştirmek gibi yararları sağlamak için meşru kılınmıştır. Vazifelerin yerine getirilmeyip, eşe zulmedilmesi ise, beklenen bu yararları yok ettiği gibi, haramı irtikap etmektir.

Hz. Peygamber, “üç şey vardır ki bunlarda şaka olmaz; evlenme, boşanma ve yemin” buyurmuştur (Nasbu’r-Raye C.3, İman)

Buna göre;

Evlenmenin tescil ettirilmesi gerekir,

Evlilik dünyalık çıkar aracı yapılamaz.

II.       Boşanma ve Sonuçları

Ailenin dinî ve sosyal fonksiyonlarını icra etmesi, bu müessesenin sürekliliğine, aile fertlerinin uyumluluğuna ve aralarındaki iş bölümüne bağlıdır. İşte bu sebeple İslâm dini, evliliğin devamlı olmak üzere kurulmasını öngörmüş ve akdin sıhhati için bunu şart koşmuştur.

Eşlerin kurdukları yuvayı, ölünceye kadar yaşatmaları ve evliliğin ölümle son bulması esastır. Ancak eşler arasında geçimsizlik hat safhaya ulaşır ve başka çare kalmadığında, boşanmaya başvurulabilir.

Boşanmadan önce evliliğin devam ettirilmesi için eşlerin, her türlü çareye başvurulmaları, fedakarlıkta bulunulmaları, hoşnutsuzluk veya soğukluk halinde bile  meselelerini konuşarak çözümlemeye çalışmaları gerekir.

Kur’an-ı Kerim’de;

… Onlarla güzellikle geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin, hoşlanmadığınız bir şeyde Allâh, pek çok hayır kılmış olabilir.”                                                                                  (Nisa 4/19)

Eğer kadın, kocasının serkeşliğnden veya aldırışsızlığından endişe ederse, aralarında anlaşmaya çalışmalarında bir engel yoktur. Hatta anlaşma yapmak daha hayırlıdır. Nefisler kıskançlığa meyyaldir. Eğer iyi davranır ve haksızlıktan sakınırsanız, bilin ki Allâh işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.” (Nisa 4/128)

buyurulmaktadır.

Boşanma, eşler için mutsuz bir evlilikten çıkış gibi görünse de, aslında ailenin yıkımı demektir.

Ayrılmanın kaçınılmaz ve gerekli olduğu durumlarda bile boşanmayla sorunlar bitmez.

Boşanma, eşleri ekonomik yönden sarsar, ruhsal yönden örseler; toplumdaki durumlarını etkiler.

Çocuklar üzerindeki olumsuz etkisi ise çok daha büyüktür, onlar üzerinde çözümü zor karmaşık sorunlar doğurur.

Boşanmış eşler üzerinde yapılan bir araştırmada;

  • Boşanmış erkeklerde evli erkeklere göre beş kat yüksek oranda,
  • Boşanmış kadınlarda da evli kadınlara göre üç kat yüksek oranda,

ruhsal bozukluk tespit edilmiştir.

  • Ayrılan eşlerin çocuklarında, babadan yeterince ilgi ve sevgi göremediği için, güvensizlik, öz saygısını yitirme, terk edilmişlik duyguları gelişebilmektedir.
  • Eşinin desteğinden yoksun kalan anne, evin yükünü tek başına taşımak zorunda kaldığından çocuklarıyla ilişkisi de sağlıklı olmamaktadır.

Yapılan araştırmalar, boşanmış aile çocuklarında ruhsal uyumsuzluk oranının yüksek olduğunu ortaya koymaktadır:

  • Bunlardan ortalama üçte birinin önemli ruhsal uyumsuzluk geliştirdiği tespit edilmiştir.
  • Ruhsal çökkünlük, okul başarısızlığı, çeşitli davranış bozuklukları en sık görülen uyumsuzluklardır.

Bu nedenle boşanma, İslâm’da sevimsiz kabul edilmiştir.

Hz. Peygamber, “Allâh katında en sevimsiz helâl, boşanmadır” buyurmuştur (Ebû Dâvûd, Talâk, 3.).

Bu sebeple fakihlerin çoğunluğu, zaruret veya ihtiyaç halinde meşru olduğunu vurgulamıştır.

Buna göre, geçinemeyen, anlaşamayan eşler, hemen boşanmaya çare olarak başvuramaz. Öncelikle evliliklerini sürdürmek için karşılıklı fedakarlıkta bulunur, uzlaşma, hoş görme ve geçinme yolunu seçerler; durumlarına uygun ikili diyalogla problemlerini çözmeye gayret ederler.

Problemi kendi aralarında çözümleyemezler ise, yetkili uzmanların yardımına başvurulur. Çözüm getirilemezse aile devreye girer, iki tarafın akrabasından seçilecek hakemlere havale edilir. Kur’an’da;

Eğer karı kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterse, Allah aralarını bulur. Şüphesiz Allah, her şeyi bilen her şeyden haberdar olandır” buyurulmaktadır (Nisa 4/35)

Hakemler, tarafsız davranarak ve bütün güçleriyle geçimsizliği ortadan kaldırmaya gayret ederler. Şayet yuvanın devamı için hakemlerin gayreti de fayda vermezse son çare olarak boşanabilirler.

Evliliğin veya boşanmanın nefsi tatmin aracı olarak kullanılması yasaklanmıştır. Kur’an’da; “Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ererken, onları güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın, haklarına tecavüz etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın; böyle yapan şüphesiz kendisine yazık etmiş olur.(…)” buyurulmaktadır

III.    Türk Aile Yapısı ve Korunması

Aile, ahlaki bir çevredir, toplu yaşamanın ilk modeli olarak eğitim, yardımlaşma ve şefkat kaynağıdır. Millet hayatı bakımından aile kutsal bir değer ve temeldir.

Köklü, sağlam, milli ve manevi değerlerle donatılmış ailelere dayanan milletler, her türlü felaketlere karşı göğüs gererler. Sağlam temellere dayanmayan aileler ve topluluklar, en küçük bir zorlama karşısında dağılırlar.

Aile, ahlaki bir çevredir, toplu yaşamanın ilk modeli olarak eğitim, yardımlaşma ve şefkat kaynağıdır. Millet hayatı bakımından aile kutsal bir değer ve temeldir.

Köklü, sağlam, milli ve manevi değerlerle donatılmış ailelere dayanan milletler, her türlü felaketlere karşı göğüs gererler. Sağlam temellere dayanmayan aileler ve topluluklar, en küçük bir zorlama karşısında dağılırlar.

Düşmanı karşısında vatanı savunmaktan kaçan evladını “Haindir” diye vuran aile anlayışı hiçbir milletin tarihinde yoktur.

Anneler yavrularını savaşa gönderirken;

Türk evladı odur ki,

Vatan bildiği toprağı,

Ana ırzı bilerek,

Yad ayağı bastırmaz,

Bir yabancı bayrağı,

Ezan sesi duyulan

Hiçbir yere astırmaz.

Mustafa Kemal Çanakkale Savaşlarında tezahür eden bu inancı şöyle anlatıyor:  “… Karşılıklı siperlerimiz arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulamamacasına tamamen şehit düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar gıptaya şayan bir itidal ve tevekkülle, biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.”

Son zamanlarda Batı toplumlarında milli ve manevi değerlerine bağlı aile imajı kuvvetlendirilmeye çalışılırken, bizde maalesef milli ve manevi değerlerimiz, örf ve adetlerimiz yıkılmakta, hor görülmektedir. Sahip çıkmadığımız takdirde bu tahribat ve yıkım devam edecektir.

Ülkemiz üzerinde emelleri bulunan güçler, tarihimizde kaba kuvvet ile yapamadıklarını, teknolojik imkanları ve çağımızın propaganda metotlarını kullanarak gerçekleştirmek amacındadırlar. Neslimiz; zengin ve köklü tarihinden koparılmak, benliği unutturulmak amacıyla sürekli bozguncu propagandalara maruz kalmaktadır.

EVLENME ve BOŞANMA SAYILARI

Evlenme Sayısı :

Yılda ortalama 500 bin (1998)

Boşanma Sayısı :

Yılda ortalama 32 bin (1998)

—————————————

Kaynak : D.İ.E Enstitüsü Verileri

Türk aile yapısı, her türlü kötülük ve tuzaklardan korunmalı, milli ve manevi yapısı kuvvetlendirilerek sağlıklı bir şekilde devamı sağlanmalıdır.

Özellikle gelişmekte olan çocuklarımızı iffet dışı haberlerden, Türk ve İslâm inanç, ahlak ve yaşayışına ters düşen mafya, cinayet, gangsterlik gibi zararlı dizi, film ve oyunlardan uzak tutmalıyız.

Toplumun temeli aile, ailenin temeli ise sadakat, iffet, haya, karşılıklı sevgi ve anlayış gibi manevi değerlerdir.

Aile içinde kadın ve erkeğin birbirlerini anlayıp hoşgörü sahibi olmaları, aile saadeti için şarttır. Karşılıklı saygı ve vazifelerin ne olduğunun bilinmesi, yuvanın huzurlu olması için önemli hususlardır.

Sağlıklı bir aile yapısının birinci şartı, milli ve manevi değerlerimize, örf ve adetlerimize sahip  çıkmaktır. Aileyi oluşturan manevi değerlerin, örf ve adetlerin yok olması; devlet ve milletimizin birlik ve  beraberliğinin bozulması demektir.

1.         Gençlerin Eğitimi

Aile hayatının düzenli olması, çocukların şahsiyetli ve güzel karakterli olarak yetişmesini sağlar.

Anne ve baba, kız ve erkek çocuklarını devamlı gözetmeli, bilhassa onları kötü arkadaştan korumak için çok gayret göstermelidir. Kötü arkadaş, çocuğun en büyük düşmanıdır.

Gençlerimiz, milli kültür ve manevi değerleri önce aile içinde öğrenir. Türk ailesinin sağlam yapılı olması ve gençlerin her türlü  ihtimama kavuşturulması için, aile fertleri arasında, iffet, vefa, yardımseverlik, gönül alma, hoşgörü, affetme, hasret duyma, şükretme gibi ahlak kavramları gençlerimize verilmelidir. Ahlak ve milli niteliklerimiz öğretilerek Devlet ve Millet sevgisi kuvvetlendirilmelidir.

  • Her çocuk sevmeyi, sevilmeyi, saygıyı ailede öğrenir.
  • Disiplin ve düzenli hayata burada alışır.
  • Allâh Teâlâ’ya inanmayı, Peygamber sevgisini, vatan-millet aşkını, gelenek ve göreneklerine saygıyı burada öğrenir.
  • Çocuklar altı yaşlarına kadar kişilik özelliklerini aileden alırlar.

Bu sebeple ailenin düzenli olması çok önemlidir.

İnsanın öldükten sonra iyilikle anılması için; topluma faydalı bir eser, veya faydalı bir ilim yahut hayırlı evlat bırakması gerekir. Her şey bitip unutulduğu halde, bunlar unutulmaz ve ölen insanın hayırlı işinin devamını temin eder.

Ölünce insanoğlunun amel defteri kapanır. Ancak, kalıcı hayır bırakan, faydalı ilim bırakan ve kendisine dua eden hayırlı evlat bırakanın amel defterine sevap yazılmaya devam eder.

(Ebû Davûd, Vasâyâ, 14)

2.         Aile Büyüklerine Saygı

Çocuklar küçük olsun, büyük olsun anne ve babalarına itaat ve hürmette kusur etmemelidir. Hayatın çeşitli zorlukları içinde onları büyütüp, her sıkıntıya katlanan anne ve babalar, her bakımdan hürmet ve itaate layıktırlar. Kur’an-ı Kerim’de, “Allâh Teâlâ’ya ibadet ediniz.” buyrulduktan sonra, “Anne-babaya iyilik ediniz.” (Bakara suresi : 83) diye emredilmiştir. Yine onlara “Öf!” demek bile (İsra suresi: 23) yasaklanmıştır.

 

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir