İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İSLÂM VE İNSAN HAKLARI

 

A.     Hak ve İnsan Hakları Kavramı

Hak,  “dinin ve hukuk düzeninin tanıdığı yetki ve ayrıcalık” anlamına gelmektedir[1]. Buna göre hak, “korunması, gözetilmesi ya da sahibine ödenmesi gerekli olan maddi ve manevî imkân, değer ve menfaatleri” ifade etmektedir[2].

İnsan hakları ise, dinine, diline, ırkına, milliyetine, cinsiyetine ve sosyal statüsüne bakılmaksızın insana sırf insan olduğu için tanınan hakların genel adıdır. İstisnasız herkes, hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın eşit bir şekilde insan haklarına sahiptir. Literatürde insan hakları yerine, temel haklar, temel özgürlükler, kamu özgürlükleri tabirleri de kullanılmaktadır.

Fakat insanların sahip olduğu her hak, insan haklarının kapsamına girmez[3]. İnsanların akitten ve taahhütten doğan bir takım hakları, insan hakları arasında sayılmaz. Kişinin insan hakkına sahip olması için özel bir ilişki içerisine girmesi, bir çaba sarf etmesi gerekmez; insan olarak doğması yeterlidir.

Temel hak ve özgürlükler, insanın kişiliğine bağlı olarak, doğal, dokunulmaz, vazgeçilemez, engellenemez, kısıtlanamaz, devredilemez ve evrensel olduğunda görüş birliği vardır[4].

B.     İnsan Haklarının Tarihçesi

Felsefi düşünce olarak insan hakları, filozoflar tarafından ilk çağlardan beri tartışılmaktadır. Fakat hukuki metin olarak insan haklarının ortaya çıkması ileriki dönemlere rastlamaktadır. Batı kaynaklı olduğu ileri sürülen insan haklarıyla ilgili ilk hukuki metin 1215 tarihli Magna Carta (Büyük Ferman)’dır. Bu fermanla, vatandaşlara özetle şu hakları garanti etmiştir: “Kendi zümresinden olanların verdiği yasal bir karar ya da ülkenin bu konuda bir yasası olmadıkça, hiçbir özgür kişi yakalanmayacak, zindana atılmayacak, mal ve mülkü elinden alınmayacak, sürgüne yollanmayacak veya herhangi bir biçimde kötü muameleye maruz bırakılmayacaktır.[5].

Daha sonra parlamentonun üstünlüğünü, serbest seçim hakkını, konuşma özgürlüğünü, kefalet hakkını, korkunç ve olağandışı cezalardan korunmayı garanti altına alan 1689 yılında kabul edilen İngiliz İnsan Hakları Bildirisi ve 1789 yılında ilan edilen Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi  gelmektedir.

Ancak bu düzenlemeler, bütün insanlar hakkında olmayıp kendi vatandaşlarına yöneliktir. İki dünya savaşının ardından 1945 yılında, II. Dünya Savaşı’nda meydana gelen insan hakları ihlâllerine karşı bir cevap mahiyetindeki Birleşmiş Milletler Antlaşması yürürlüğe konmuştur. Bu antlaşma ile uluslararası barış ve güvenliği sağlamak, milletler arasında eşit haklar ve kendi kaderlerini belirleme hakkı ilkesine dayanan dostane ilişkileri geliştirmek, ekonomik, sosyal, kültürel ve insanî vasıflı beynelmilel problemlerin çözümlerinde uluslararası işbirliği yapmak amacıyla Birleşmiş Milletler teşkilatı kurulmuştur.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 10 Aralık 1948’de, temel hak ve hürriyetleri tanımlayan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni kabul etmiştir.

Bunlara ek olarak, 1950 yılında Roma’da, “Avrupa İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme; 1952 yılında Paris’te de buna Ek Protokol imzalanmıştır.

Bütün medeniyetlerin elde etmeye çalıştığı ve kazanılması uzun ve zorlu bir süreç alan temel hak ve hürriyetler, insanın yaratılışından gelen istek ve ihtiyaçlarına uygun olup, başlangıçtan beri İslâm medeniyetinde var olduğu görülür.

C.     İslâm’da Temel Hak ve Özgürlükler

Hz. Peygamber, şirkin egemen olduğu, güçlünün haklı, güçsüzün haksız kabul edildiği, kan davaları ve kabileler arası çatışmalarla insan hayatının heder edildiği, servetin zenginler arasında dolaşan bir güç ve baskı aracı olduğu, ahiret ve hesap inancı olmadığı için insanların sorumsuzca yaşadığı bir ortamda gelerek, bu ve benzeri olumsuzlukları ıslah etme görevini üstlenmiştir. Bunu kurulu zulüm düzenlerine tehdit gören Mekkeli müşrikler, Müslümanlara yaşama hakkı tanımamış; onları dava ve inançlarından döndürmek için ağır işkence ve baskılara maruz bırakmışlardır.

Hicretin arka planında, Müslümanları baskılardan kurtarma, özgür bir ortama kavuşma, İslâm’ın temel değerlerini hâkim değerler haline getirme, dağılmış olan Müslüman potansiyelini yeniden birleştirme gibi gayelerin yattığı söylenebilir. Başka bir ifadeyle, hicretin özünde, temel hak ve hürriyetlerin elde edilmesi bulunmaktadır. Bu itibarla, insan hakları ve özgürlükler yönünden, bir dönüm noktası ve büyük bir hamle olarak nitelendirebileceğimiz hicret, insanlık tarihi için çok önemlidir.

Temel hak ve özgürlükler, “insan kişiliğindeki onur”dan[6] kaynaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle insan hakları, insana verilen değerin ve ona duyulan saygının sonucudur. İslâm dini insana en büyük değeri vererek evrende en değerli varlık olduğunu ilan etmiştir: Kur’ân’ın ifadesiyle insan, Allah’ın kendi ruhundan üfleyerek[7] en güzel bir şekilde yaratıp[8], yer ve göklerdeki her şeyi emrine verdiği[9], yeryüzündeki halifesidir[10].

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلًا

Doğrusu biz âdemoğlunu şerefli kıldık. Onların karada ve denizde ulaşımını sağladık, onlara temiz ve helal rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.” (İsrâ 17/70)

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ

Biz insanı, en güzel şekilde yarattık.” (Tîn 95/4)

Günümüzde insan hakları denince, öncelikle kişilerin yaşama hakkı, daha sonra da bununla yakından ilişkisi bulunan, çalışma, seyahat, din ve vicdan hürriyeti, özel hayatın gizliliği gibi temel hak ve hürriyetler akla gelmektedir.

Çağdaş literatürde temel hak ve hürriyetler; a) şahsî hak ve hürriyetler, b) manevî hürriyetler, c) sosyal ve iktisadî hak ve hürriyetler ile d) siyâsî hak ve hürriyetler olmak üzere dört ana başlık altında incelenmektedir.

1.     Şahsi Hak ve Hürriyetler

Genel olarak şahsi hak ve hürriyetler, kişinin dokunulmazlığı, seyahat ve yerleşme hürriyeti ile özel hayatın gizliliğinden oluşmaktadır. Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

a)     Kişi Dokunulmazlığı

İslâm’da insan hayatına büyük önem verilmiştir; haksız yere adam öldürmek bütün insanları öldürmek, bir canı kurtarmak da bütün insanları diriltmek gibi kabul edilmiştir (Maide, 5/32). Bu nedenle adam öldürmek, büyük günahlar arasında sayılmış ve karşılığı da idam (kısas) cezası öngörülmüştür (Bakara, 2/178; İsrâ, 17/33).

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا

Bir mümini öldüren kimsenin cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir; Allâh ona aşırı derecede öfkelenmiş, onu rahmetinden uzaklaştırmış ve ona büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 2/93)

Hz. Peygamber de, vedâ hutbesinde;

فَإِنَّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ وَأَعْرَاضَكُمْ بَيْنَكُمْ حَرَامٌ كَحُرْمَةِ يَوْمِكُمْ هَذَا فِي شَهْرِكُمْ هَذَا فِي بَلَدِكُمْ هَذَا

İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, malarınız ve ırzlarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.” demek suretiyle can, mal ve kişilik haklarının güvence altına alındığını bütün insanlığa ilan etmiştir[11].

Şahsî hak ve hürriyetler çerçevesinde ele alınan kişi dokunulmazlığı, insanın hem maddî, hem de manevî hayatı bakımından söz konusudur. Bunun tabiî bir sonucu olarak da, insanlara zulmedilmez; hâkim kararı bulunmadan hürriyeti kısıtlanamaz.

Dinimizde, her türlü zulüm haram kılınmış, kişinin hayatına, beden ve namusuna tecavüz edenler, zarar verenler için ahiret cezasının yanında dünyada da ceza öngörülmüştür. Kur’an-ı Kerim’de,

وَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ

Rasûlüm, sakın zalimlerin yaptıklarından Allâh’ın habersiz olduğunu sanma! Allâh onların hesabını korkudan gözlerin yuvasından fırlayacağı bir güne ertelemektedir.” (İbrahim, 14/42); Zülkarneyn kıssası anlatılırken de,

قَالَ أَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ إِلَى رَبِّهِ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُكْرًا

Zaten onların içinden kâfirleri, biz cezalandıracağız. Nitekim sonunda onlar Rablerinin huzuruna çıkarılacak ve o da görülmemiş bir azapla onları cezalandıracaktır.” buyurulmaktadır (Kehf, 18/87).

Hz. Peygamber ise,

إِنَّ اللَّهَ يُعَذِّبُ الَّذِينَ يُعَذِّبُونَ النَّاسَ فِى الدُّنْيَا

İnsanlara dünyada haksız yere eziyet edenlere Allâh ahirette azap edecektir.[12];

اتقوا الظلم فإن الظلم ظلمات يوم القيامة

Zulümden kaçınınız, çünkü zulüm kıyamet gününde bir karanlıktır.[13] buyurmuşlardır.

b)     Özel Hayatın Gizliliği

İslâm, kişilerin özel hayatıyla ilgili hususları da koruma altına almıştır. İnsanları kıran, rencide eden ve onların özel hayatın gizliliğini ihlal eden gıybet, iftira, alay etmek, kusurları araştırmak, insanları hakir görmek, evlere izinsiz girmek, tecessüs gibi eylemler yasaklanmıştır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلَى أَهْلِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

“Ey iman edenler! İzin almadan ve selam vermeden başkasının evine girmeyin. Böyle davranmanız, sizin için daha hayırlıdır. Herhalde bunu düşünüp anlarsınız.”  (Nur, 24/27)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَحِيمٌ

Ey iman edenler! Birbiriniz hakkında yersiz yere kötü düşünmek günah olduğu için, bundan kaçının. Birbirinizin kusurunu araştırmayın ve birbirinizi çekiştirmeyin. Bir kimseyi çekiştirmek onun etini yemek gibidir; hanginiz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır; tiksindiniz değil mi? Allah’a karşı kulluk bilincinde olun. Şüphesiz Allah, tövbeleri kabul eder ve çok merhamet eder.” (Hucurât 49/12)

2.     Manevî Hürriyetler

Bu grupta yer alan hürriyetler, daha çok insanın kalbi ve vicdanı ile ilgili hürriyetler olup, genel olarak düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti ile bu çerçevede yer alan din ve vicdan hürriyetinden oluşmaktadır.

İnsanca yaşamanın, insan haklarının en önemlilerinden biri de din ve vicdan hürriyetidir. İnsanlar diğer hiçbir alanda olmadığından daha çok, din ve inanç hürriyeti konusunda duyarlı olmuşlar, inançlarını koruma noktasında ölümü dahi göze almışlardır. Din ve vicdan hürriyetinin muhtevasını; iman etmek, bağlı bulunduğu dinin esaslarına göre ibadet etmek, dinin emirlerini yerine getirmek, dinini öğrenmek ve öğretmek oluşturmaktadır.

İslâm’a göre, insan hiçbir baskı ve zorlama olmaksızın düşünmeli, kendi aklıyla hadiseleri değerlendirmeli ve zihnî gayretleriyle doğruyu bulmalıdır. Zira din ve inanç, insanın vicdanıyla ilgili bir husustur; zorla kabul ettirilen inanç hiçbir anlam taşımaz. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de, لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ “Dinde baskı zorlama yoktur.” (Bakara 2/256) hükmüyle ifadesini bulmuştur.

Dinimizde kimseye inanç konusunda baskı yapılamayacağı açık bir şekilde belirtilmiştir. İlahî mesajı tebliğle görevlendirilen Peygamberlere bile, vazifelerinin sadece insanlara tebliğ olduğu, bundan sonra insanların yaptıklarından sorumlu olmadıkları emredilmiştir:

وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ لَآمَنَ مَنْ فِي الْأَرْضِ كُلُّهُمْ جَمِيعًا أَفَأَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتَّى يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ

Rabbin dileseydi yeryüzünde herkes iman ederdi. Allâh serbest bıraktığı halde sen insanlara, mümin olmaları için baskı mı yapacaksın?” (Yunus, 10/99);

فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنْتَ مُذَكِّرٌ. لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍ.

Sen öğüt vermeye devam et, çünkü sen yalnız öğüt vermekle görevlisin; onların üzerinde zorlayıcı değilsin.” (Gaşiye, 88/21-22).

Bunlardan da anlaşılacağı gibi, İslâm’da dinini seçme ve yaşama konusunda tam bir hürriyet bulunmaktadır.

وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ

Rasûlüm onlara, “İşte gerçekleri bildiren bu Kur’ân, rabbinizden gelmiştir; artık isteyen inansın, isteyen inkâr etsin.” de! (Kehf, 18/29).

İslâm’da güvence altına alınan din ve vicdan hürriyeti, meşakkatli ve acıklı bir tecrübeden sonra oluşturulan Medine Site Devletinde, layık olduğu yerini almıştır. Hz. Peygamber, Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra düzenlediği Medîne sözleşmesinde (Medîne Site Devleti Anayasası), “Yahûdîlerin dinleri kendilerine, Mü’minlerin dinleri de kendilerinedir. Buna gerek mevlâları ve gerekse kendileri dahildir” hükmüne yer vermiştir[14].

Allâh’ın Rasulü’nün Necranlı Hıristiyanlarla yapmış olduğu anlaşmada, İslâm’da din ve vicdan hürriyetinin boyutlarını göstermektedir:

Onların mallarına, canlarına, dinî hayat ve tatbikatlarına, hazır bulunanlarına, bulunmayanlarına, ailelerine, mabetlerine ve az olsun çok olsun onların mülkiyetinde bulunan her şeye şamil olmak üzere, Allâh’ın himayesi ve Rasulullah Muhammed’in zimmeti, Necranlılar ve onların tâbîleri üzerine haktır. Hiçbir piskopos kendi dînî vazife mahalli dışına, hiçbir papaz kendi vazifesini gördüğü kilisenin dışına, hiçbir rahip içinde yaşadığı manastırın dışına, başka bir yere alınıp gönderilmeyecektir…[15]

Rasulü Ekrem, kendisiyle görüşmek üzere Medine’ye gelen ve ibadet etmek istediklerini beyan eden Necran heyetine Medine mescidini göstermiş, onların Müslümanların ibadet ettikleri bu kutsal mekânda ayinlerini yapmalarına müsaade etmiştir. Hz. Peygamber Necranlılar’a olduğu gibi Yemen halkına da geniş bir din serbestisi tanımıştır[16]. Bunlardan gayrimüslimlere dinlerinin esaslarını öğrenme, çocuklarına öğretme hürriyeti tanındığı da anlaşılmaktır.

3.     Sosyal ve İktisâdi Hak ve Hürriyetler

Bu kapsamda, aile ve çocuğun korunması, eğitim, mülkiyet ve çalışma hak ve hürriyetleri değerlendirilmektedir.

a)     Aile ve Çocuğun Korunması

Aile, toplumun çekirdeği ve en önemli temel birimidir. İslâm, ailenin huzur ve refahını sağlamak; aileyi her türlü olumsuz etkilerden korumak amacıyla gerekli tedbirleri almıştır.

İslâm aileyi, insanın verimliliği, mutluluğu, ruh ve beden sağlığını koruması için vazgeçilmez bir kurum olarak görür.

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için ibretler vardır.

(Rum 30/21)

Ailenin korunması için, zina, iffete iftira (Nur, 24/6), kürtaj yasaklanmıştır.

وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنَا إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاءَ سَبِيلًا

Sakın zinaya yaklaşmayın. Zira o, yüz kızartıcı çirkin bir iş ve çok kötü bir yoldur.” (İsra, 17/32)

b)     Eğitim

Hz. Peygamber, ilimde öncülük etmiş ve ilim öğrenmenin herkesin hakkı olduğunu, hatta bundan da öte vazifesi olduğunu insanlara bildirmiştir:

طلب العلم فريضة على كل مسلم

İlim tahsili, her Müslüman’a farzdır.[17]

Sevgili Peygamberimiz, Medine’ye hicret edip, Mescid-i Nebevî’yi inşa edince, suffe denilen bölümü ilmî faaliyetlerin yürütüleceği bir ilim merkezi haline getirmiştir.

Hz. Peygamber, bir gün mescide girince, mescidde ayrı ayrı oturmuş iki grup insan görür. Bir grup insan zikir ve ibâdetle meşgul olurken diger grup da ilmî meseleler ile meşgul oluyordu. Hz. Peygamber bir an için durakladı ve her iki halkanın hayır üzere olduğunu belirttikten sonra ibâdetle meşgul olanlar için “Bunlar Kur’ân okuyorlar ve Allah’a duâda bulunuyorlar. Duâ ve niyâzlarını Allah dilerse kabul eder ve verir, dilerse vermez. Öbür gruptakilere gelince onlar ilim öğreniyorlar ve öğretiyorlar. Ben ancak muallim olarak gönderildim” diyerek onların arasına katılır.[18]

c)     İktisadi Hak ve Hürriyetler

İktisadî hak ve hürriyetler, diğer hürriyetlerin tamamlayıcısı olarak kabul edilir. Çünkü insan, diğer hürriyetlerini kullanabilmesi ve topluma faydalı işler yapabilmesi için, kendisine çalışma, kazanma ve mülk edinme imkânı sağlayan iktisadî hürriyetlere sahip olması gerekir.[19]

Hz. Peygamber (s.a.s.);

إِنَّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ وَأَعْرَاضَكُمْ بَيْنَكُمْ حَرَامٌ

“Şüphesiz canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.” buyurmaktadır (Buhârî, “İlim” 9.).

Kişinin kendi geçimini ve âilesinin geçimini sağlaması için çalışması dinî yükümlülüktür. Nitekim Kur’ân’da;

وَأَنْ لَيْسَ لِلْإِنْسَانِ إِلَّا مَا سَعَى

“İnsan için çalıştığının karşılığından başka bir şey yoktur.” (Necm, 53/39)

ما أكل أحد طعاما قط خيرا من أن يأكل من عمل يده وإن نبي الله داود عليه السلام كان يأكل من عمل يده

“Hiçbir kimse elinin emeğinden daha hayırlı lokma yememiştir. Allah’ın peygamberi Dâvûd aleyhisselâm da kendi elinin emeğini yerdi.”[20]

d)     Kanun Önünde Eşitlik ve Fırsat Eşitliği

İslâm hukuk ve devlet anlayışında kadın-erkek, Müslim-gayrimüslim, yönetici-halk ayrımı olmaksızın herkes, kanun önünde eşit muamele hakkına sahiptir.

Üsâme, suç işleyen bir kadının affedilmesi için, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e aracılık yapınca o,

إنما هلك من كان قبلكم أنهم كانوا يقيمون الحد على الوضيع ويتركون على الشريف والذي نفسي بيده لو فاطمة فعلت ذلك لقطعت يدها

“Sizden evvelki toplumlar, zayıf kimseleri cezalandırıp, itibarlı kimselere dokunmadıkları için helak olmuştur. Allâh’a yemin olsun ki, hırsızlığı yapan kızım Fâtıma olsa, onun da elini keserdim” (Buhari, Hudud, 11)

Çünkü insanlar Peygamber’in ifadesiyle “Tarak dişleri gibi eşittirler”

Hz. Ali, bir Yahudi’de bulunan kalkanın kendisine ait olduğunu iddia ederek dava açar ve iddiasını ispat için oğlu Hasan ve kölesi Kanber’i şahit gösterir. Fakat Kadı Şurayh, oğlun babası lehine şahitliğini geçerli kabul etmeyerek Hz. Ali aleyhine hüküm verir. Bunun üzerine Yahudi, İslâm hukukunda kabul edilen “kanun önünde eşitlik” ve “adâlet” ilkesine hayran kalarak kalkanın Hz. Ali’nin olduğunu itiraf etmiş ve Müslüman olmuştur.

SONUÇ

Bütün bunlar göstermektedir ki, bugün insan hakları konusunda insanlığın ulaştığı hakların tamamı, ilk günden itibaren İslam hukukunda kabul edilerek uygulamaya konmuştur.

Üstelik bunlar, sadece kendi halkı için uygulanan, başkaları için slogandan öteye geçmeyen haklar olarak görülmemiş, herkes  için geçerli kabul edilerek uygulanmıştır.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: İnsanlığın temel hak ve hürriyetlerini elde etmesi ve insanlık onuruna kavuşması ancak İslâm’la mümkündür.

 

[1] Bardakoğlu, Ali, “Hak”, DİA, İstanbul 1997, 15/139.

[2] Cürcânî, es-Seyyid Şerif Ali b. Muhammed, et-Ta’rifât, İstanbul 1327,  61; Çağırıcı Mustafa, “Hak”, DİA, İstanbul 1997, 15/137.

[3] Hatemi, İnsan, s.260; Bedau, Hugo Adam, “Why do We have the Rights?”, Human Rights (eds. E. F. Paul-J. Paul), Oxford 1986, s.61

[4] Karatepe, Şükrü, “İnsan Haklarının İlâhî Temelleri”, Doğu’da ve Batı’da İnsan Hakları (Kutlu Doğum Haftası: 1993-1994), Ankara 1996, 109.

[5] Musulin, Janko, Hürriyet Bildirgeleri (trc. Necmi Zeka), İstanbul 1983, s.19, md.39

[6] Kişisel ve Siyasal Haklar ile Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmeleri’yle ilgili metinlerin başlangıç kısımları; Sencer, Muzaffer, İnsan Hakları: Ana Kuruluşlar ve Belgeler, Ankara 1986, s.67, 79

[7] Hicr, 15/29; Sâd, 38/72.

[8] Tîn 95/4.

[9] Lokman, 31/20; Casiye, 45/13.

[10] Bakara, 2/30; Fatır, 35/39.

[11] Buhârî, “İlim” 9.

[12] Ebû Dâvûd, “Harâc” 32.

[13] Müslim, “Birr ve Sıla” 56.

[14] Prof. Dr. Servet ARMAĞAN, İslâm Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, 224-225 (Madde: 25-31)

[15] Adem APAK, “Hz. Peygamber (SAV)’in Uygulamalarında İnanç Hürriyeti” (Diyanet İlmî Dergi Özel Sayı 2000), 420.

[16] Aynı Makale, 421.

[17] İbn Mâce, Mukaddime, 17.

[18] İbn Mâce, Mukaddime, 17.

[19] Nebhan, M.Faruk, “İslâm Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler”, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, (Çev. Servet Armağan), cild: VII, cüz: 1-2, 286.

[20] Buhârî, “Buyû’” 15.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir