İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Oruç Keffâretinin Hükmü ve Şer’î Vasfı

 

İbrahim PAÇACI[1]

 

ÖZET

Başlanan orucun bir mazeret bulunmaksızın bozulması haramdır ve böyle orucu bozan kişi günahkâr olur. Böyle mazeretsiz oruç bozan kişinin günahtan kurtulabilmesi için keffâret meşru kılınmıştır. Hanefî ve Mâlikîlere göre bilerek ve isteyerek, bir mazeret bulunmaksızın herhangi bir şeyle; Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise cinsel ilişkiyle Ramazan orucunun bozulması durumunda, orucu bozan kişi keffâretle yükümlü olur. Keffâret, Hanefilere göre ceza yönü ağır basan bir müeyyide iken, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî fıkhında, hem ceza olduğuna, hem de telafi için meşru kılındığına dair görüşler bulunmaktadır. İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğuna göre keffâret vacip iken, çok az da olsa, oruç bozmakdan dolayı keffâret gerekmediğini savunan billginler de bulunmaktadır.

Oruç keffâreti, bozulan orucun günahını telafi etmek üzere meşru kılınan mendup bir ibadet olup, yapılması zorunlu bir ceza değildir. Çünkü hüküm koyma yetkisi, son tahlilde Yüce Allâh’a ait olup, peygamberin bir farzı/vacibi kaldırma yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s)’in bedeviye hurmayı ailesiyle birlikte yemesine izin vermesi, keffâret ile ilgili emrin bağlayıcı olmadığı göstermektedir. Diğer taraftan, keffâret mükellefin kendi fiili olması ve pekçok dünyevi ve uhrevi faydaları barındırması sebebiyle oruç keffâretini ceza olarak kabul etmek de uygun değildir. Aksine o, orucu bozmaktan kaynaklanan günahı telafi etmek için verilen bir fırsat ve ikramdır.

Anahtar Kelimeler: Oruç, Keffâret, Hüküm, Farz, Vacip

 

THE PROVISION AND SHARIA QUALIFICATION OF FASTING EXPENSION

Abstract

Without an excuse, it is harām to break fast untimely and the person who commits this deed becomes a sinner. Kaffārah (compensation) is offered so that the person who breaks the fast without an excuse can be saved from the sin. The person who broke the fast due to intake and sexual intercourse according to Hanafī and Mālikī School, and only sexual intercourse for Shafiʿī and Hanbalī School is responsible for compensation. While compensation is a sanction predominantly a punishment according to Ḥanafis, in Mālikī, Shafiʿī and Hanbalī Schools some hold jurisprudential opinions for it being both a punishment and a justification for compensation. While compensation is obligatory according to the majority of Islamic scholars, there are also those, albeit very few, who argue that compensation is not required for breaking the fast untimely. Compensation is not a mandatory punishment but legitimized as something mandūb once it is practiced. For example, that the Prophet (pbuh) allowed a badawī to eat dates with his family shows the order regarding compensation is not binding. This is because, the authority to make judgment belongs to Almighty Allah, and the Prophet does not hold the right to abolish a fard/wājib. Thus, it is not appropriate to accept the compensation of fasting as a punishment because it is the mukallaf’s own act and it contains many benefits for this and hereafter world. Additionally, it is an opportunity and a treat given for the sin caused by breaking the fast untimely.

Keywords: Islamic Law, Fasting, Kaffārah (Compensation), Judgment, Obligation.

 

 

GİRİŞ

 

İslâm’ın beş temel esasından biri olan oruç, kitap ve sünnetle sabit farz bir ibadettir. Yüce Allâh, “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allâh’a karşı kulluk bilincinde olmanız için size de farz kılınmıştır.” buyurmaktadır.[2] Hz. Peygamber (s.a.s) de, “İslâm beş temel esas üzerine bina edilmiştir: Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in onun elçisi olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hac etmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.” buyurmuştur.[3] Buna göre akıllı, ergen, sağlıklı ve mukim olan her Müslüman’ın oruç tutması farzdır. Şartları taşıyan kişinin oruç tutmaması haram olduğu gibi, başlanılan orucun, bir mazeret bulunmaksızın bozulması da haramdır. Dolayısıyla mükellef olduğu halde oruç tutmayan ve geçerli mazereti bulunmaksızın orucunu bozan kişi günahkâr olur; ahirette cezalandırılmayı hak eder. Mazeretsiz olarak Ramazan orucunu bozan kişinin bu günahtan kurtulabilmesi için keffâret meşru kılınmıştır.

Bazı İslâm bilginleri oruç keffâretinin, orucu bozmanın cezası olarak meşru kılındığını ileri sürerken[4]; bir kısım İslâm bilgini, orucu açıktan bozan kişiye, keffâretin dışında ceza uygulanması gerektiğini söylemiştir[5]. Belki bundan hareketle halk arasında da, “orucu bozan kişiye, 60 gün ceza, 1 gün kaza olmak üzere 61 gerekir” sözü yayılmıştır. Bunun yanında, yakın zamanlarda bazı akademisyenlerin televizyon programlarında, cezanın ancak kendi misli kadar olması gerektiğini belirten ayetlere[6] aykırı olduğu için keffâretin olmadığını iddia ettikleri görülmüştür.

Genel fıkıh kitaplarının savm/sıyam bölümlerindeki oruç keffâreti ile ilgili açıklamaların dışında, keffâretle ilgili müstakil çalışmalar da yapılmıştır. Bunlardan bir kısmı oruç keffâreti hakkında genel bilgi vermekte olup fıkıh kitaplarındaki görüşleri özet olarak aktarmaktadır[7].  Bunun yanında oruç keffâretinin hükmünü tartışan çalışmalar da yapılmıştır. Bu çalışmalardan biri Musa Carullah Bigi (ö. 1949)’ye aittir.  Bigi, oruç bozma keffâretine delil getirilen hadisle, zıhar keffâretyle ilgili Seleme b. Sahr hadisinin aslında aynı olayı anlattığını iddia etmekte; söz konusu hadisin oruç keffâreti hakkında değil zıhar keffâreti ile ilgili olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla ona göre, Ramazan gündüzünde kasten oruç bozmanın keffâreti yoktur.[8] Bigi’nin bu tahlilinden etkilenen Fatih Orum da, “Kur’ân’ın dışında bir hüküm kaynağı olarak kabul edilen Sünnetin, oruç keffâreti konusunda hüküm koyduğu iddia edilmiş, ayrıca Sünnetteki hüküm, kıyasla başka konulara da taşınmıştır.”; “Sonuç olarak, geleneğin yüzyıllardır neredeyse ittifak derecesinde kabul ettiği bir konu olan oruç keffâretinin, Allah’ın indirdiği, Rasûlü’nün de tebliğ edip uyguladığı dinde yeri olmadığı açıktır.” diyerek[9], oruç keffâretini müçtehitlerin uydurduğunu ima etmektedir. Yunus Macit de, Seleme b. Sahr hadisi ile oruç keffâreti hadislerini değerlendirmiş ve oruç keffâreti ile ilgili hadislerin aslının Seleme b. Sahr hadisi olduğu ve söz konusu hadislerin Ramazan orucunu kasten bozmakla ilişkisi olmadığı sonucuna ulaşmıştır[10]. Oruç keffâreti ile ilgili hadislerin aslının Seleme b. Sahr hadisi olduğunu eleştiren Abdullah Çolak ise, söz konusu hadislerin tariklerini ve lafızlarını değerlendirerek bunların ayrı hadisler olduğunu belirtmiştir[11]. Lafızdaki farklılıklar ve özellikle oruç keffâreti ile ilgili hadisin sonunda hurmayı evinde yemesine izin verirken[12], zıhar keffâretinde böyle bir şeyin bulunmaması[13] iki olayın farklı olduğunu göstermektedir.

Fakat oruç keffâretinin hükmünü tespit edebilmek için sadece oruç keffâretiyle ilgili hadisin bulunması yeterli değil, ayrıca hadisin delaleti ve bağlayıcılığının da değerlendirilmesi gerekir. Bu çalışmada hadis bu açıdan değerlendirilecek ve buna bağlı olarak keffâretin oruç bozmanın cezası mı, yoksa günahı telafi etmek için önerilen bir tövbe şekli mi olduğu, başka bir ifadeyle hükmü; ayrıca keffâretin şer’î vasfı belirlenmeye çalışılacaktır. Bu amaçla, öncelikle keffâretin tanımı verilecek ve İslâm bilginlerinin oruç keffâretinin sebepleri ve oruç keffâretinin neler olduğu ile ilgili görüşleri herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın sunulacak; daha sonra oruç keffâretinin hükmü ve şer’î vasfı incelenecektir.

I.       ORUÇ KEFFÂRETİ

A.    Keffâret Terimi

Arapçada örtmek anlamındaki “K-F-R” kökünden türeyen keffâret, sözlükte kusur veya günahı örten sadaka, oruç ve benzeri şeyleri ifade etmektedir.[14] Kur’ân-ı Kerîm’de bu kelime, sözlük anlamında bir ayet-i kerimede geçmekte ve kısas hakkından vazgeçip affetmenin, kişinin günahının affedilmesine vesile olacağı anlamına gelmektedir[15]. Aynı kökten türeyen ve keffâret kavramıyla aynı anlamı ifade eden “keffera” fiili ve türevleri, Kur’ân-ı Kerim’de günahların örtülüp affedilmesi anlamında çokça kullanılmaktadır. Bu çerçeveden olarak söz konusu kelimeler, “imanın”[16], “iman edip yararlı işler yapmanın”[17], “namaz kılıp zekât verme, peygamberlere inanıp onları destekleme ve Allâh yolunda harcamanın”[18], “Allâh’a karşı kulluk bilincinde olmanın”[19], “tövbe etmenin”[20], “büyük günahlardan kaçınmanın”[21], “sadaka vermenin”[22] ve “Allâh yolunda hicret edip savaşmanın”[23] günahları örtüp affedilmesine vesile olacağını ifade etmek üzere kullanılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s) de, sözlük anlamında keffâret kelimesini, hadislerinde çokça kullanmıştır. Bu bağlamda o, “namaz, oruç ve sadakanın”[24], umrenin[25], beş vakit namazın[26], Cuma namazının[27], başa gelen sıkıntıların[28], ilim talebinin[29] günahlara keffâret olacağını belirtmiştir.

Bir fıkıh terimi olarak keffâret de, sözlük anlamına yakın olarak, oruç ve yeminin bozulması, zıhar, hac cinayetleri ve hata ile insan öldürmede, günahı affettirmek için meşru kılınan ibadet mahiyetindeki davranışları ifade etmektedir.[30] Kur’ân-ı Kerim’de keffâret kelimesi, iki ayette ıstılah manasında, yemin keffâretini[31] ve ihramlı iken avlanmanın keffâretini[32] ifade etmek için kullanılmıştır. Bunun dışında Kur’ân-ı Kerîm’de, keffâret kelimesi geçmemekle birlikte, fıkıhta keffâretler arasında sayılan ihram yasakları[33], hata ile insan öldürme[34] ve zıhâr[35] Keffâretlerine delalet eden ayetler bulunmaktadır. Rasûlullâh (s.a.s) da, hadislerinde Kur’ân-ı Kerîm’in getirdiği keffâretlerin uygulamasını açıklamış[36]; ayrıca Kur’ân’da bulunmayan Ramazan orucunu bozma, adetli iken eşiyle cinsel ilişkiye girme gibi bazı yasakları ihlal etmenin keffâretini belirlemiştir[37].

Keffâretler, ibadet mahiyetinde, işlenen günahın affedilmesi için meşru kılınan bir imkân ve yükümlülüktür. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de, hata ile insan öldürmenin keffâreti olarak mümin bir köle azat edilmesi, bunun bulunamaması durumunda iki ay üst üste oruç tutulması emredildikten sonra, bunların “Allâh’tan bir tövbe olarak” meşru kılındığı bildirilmektedir[38].  Zıhâr keffâretini belirleyen ayetlerin sonunda da, “Bunlar Allah’ın koyduğu kesin hükümlerdir.” denmesi[39], keffâretlerin yükümlülük olduğunu göstermektedir. Buna göre Keffâretler ibadet mahiyetinde yükümlülükler olduğu için, ancak nasslarla bilinebilen taabbudî hükümlerden kabul edilebilir. Bunun için Hanefîler ile bazı Şafiiler ve usulcülerin çoğu, keffâretlerde kıyasın işletilemeyeceği görüşündedirler[40]. Keffârette kıyasın geçerli olduğunu söyleyen İslâm bilginleri de, keffâretin kendisi konusunda kıyasın geçerli olduğunu, miktarının belirlenmesinde ise kıyas yapılamayacağını söylemişlerdir[41].

B.     Oruç Keffâretinin Sebebi

Oruç keffâreti ile ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de bir ayet bulunmamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s)’in sünnetinde ise, oruç keffâreti ile ilgili hadislerde nakledilen sadece bir olay bulunmaktadır. Bu olayı anlatan hadislerde, bir kişinin Rasûlullâh (s.a.s)’a gelerek Ramazan ayında gündüz eşiyle birlikte olduğu ve bunun günahından kurtulmak için çare aradığı anlatılmaktadır.[42] İslâm bilginleri keffâretle ilgili bu hadisi farklı yorumlayarak, bir kısmı keffâret gerektiren eylemin cinsel ilişki olduğunu, diğer bir kısmı ise kasten oruç bozmak olduğunu söylemiştir. Burada fazla detaya girmeden, genel olarak fıkıh mezheplerinin oruç keffâretinin sebebi ile ilgili görüşleri sunulacaktır.

Hanefîlere göre, orucu bozup kaza ve keffâreti gerektiren eylemler; a) gıda maddeleri ile insanın yemek-içmek isteyebileceği gıda benzeri şeyleri yemek, içmek ve b) cinsel ilişki olmak üzere iki tanedir. Hanefi bilginler, bu eylemlerin keffâret gerektirmesi için; 1) Orucu bozan kişinin mükellef olması, 2) Geceden o günkü Ramazan orucuna niyet etmiş olması, 3) Daha sonra yolculuk, hastalık gibi oruç tutmamayı veya bozmayı mubah kılan bir durumun meydana gelmemesi, 4) Kendi tercih ve isteği ile kasten bu eylemi yerine getirmesini şart koşmuşlardır.[43]

Mâlikîlere göre, bazı şartlarla orucu bozan her şey hem kaza, hem de keffâreti gerektirir. Bu durumlar şöyle sıralanabilir: a) Kişinin bilerek ve isteyerek, ağzından, burnundan, kulağından veya gözünden herhangi bir sıvının boğazına ulaşması keffâreti gerektirir. Bu sıvının su veya başka bir şey olması fark etmez. b) Bir özür olmaksızın, kasten herhangi bir şeyin kişinin midesine ulaşması da kaza ve keffâreti gerektirir. Bu şeyin sıvı veya katı olması, üst sindirim sistemi veya alt sindirim ve boşaltım sisteminden mideye ulaşması arasında fark yoktur. Fakat deriden emilmek veya kasa yapılan enjeksiyon ile vücuda giren şeyler orucu bozmaz. c) Yıkanmayı gerektiren cinsel ilişki hem erkek için, hem de kadın için keffâreti gerektirir. d) Kendi isteğiyle kusan kişinin orucu bozulur ve hem kaza etmesi, hem de keffâret gerekir. Kusmanın ağız dolusu olması ile olmaması hükmü değiştirmez. Mâlikîler, orucu bozan bu durumların keffâreti gerektirmesi için bazı şartlar kabul etmişlerdir. Bunlar; 1) Orucun kasten, bilerek ve isteyerek bozulması, 2) Orucu bozan fiilin kişinin kendi iradesiyle yapılması, 3) Ramazan ayının hürmetine önem vermeden orucu bozan eylemin yapılması 4) Orucu bozmanın haram olduğunun bilinmesi ve 5) Bozulan orucun Ramazan ayında tutulan oruç olmasıdır. Buna göre Ramazan orucunun kazasının bozulması veya orucu bozuldu sanılarak Ramazan orucunun bozulması keffâreti gerektirmez.[44]

Şâfiîlere göre, keffâreti gerektiren durum sadece cinsel ilişkidir. Akıllı ve ergen olan bir erkek, bilerek ve isteyerek cinsel ilişkiye girip niyet ederek başladığı Ramazan orucunu bozarsa, kaza ve keffâretle yükümlü olur. Dolayısıyla yemek içmekten dolayı keffâret gerekmediği gibi, cinsel ilişkide de her halükarda kadının, hata, nisyan, ikrah ve benzeri durumlarda erkeğin keffâret yükümlülüğü yoktur.[45]

Hanbelîlere göre, her türlü cinsel ilişki keffâreti gerektirir. Bilerek veya bilmeden, hata ile unutarak veya tehditle normal veya anormal her türlü ilişkiden dolayı erkek ve kadının her birine keffâret gerekir.[46]

Sonuç olarak İslâm bilginleri, Hz. Âişe (r.a.) ve Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edilen, Ramazan ayında eşiyle birlikte olarak orucunu bozan kişinin durumu ile ilgili hadise[47] dayanarak, oruç tutmamayı/bozmayı mubah kılan bir mazereti bulunmaksızın bilerek ve isteyerek eşiyle cinsel ilişkiye giren erkeğin keffâretle yükümlü olduğu konusunda, ittifak etmişlerdir.[48] Şâfiîler bu hadisin illetini kâsır kabul etmişler ve hadiste geçmeyen durumların bu hadise kıyaslanamayacağını, dolayısıyla sadece bilerek ve isteyerek cinsel ilişkide bulunan erkeğin keffâret ödemesi gerektiğini söylemişlerdir.[49] Hanbelîler ise, hadiste cinsel ilişki mutlak olarak geçtiği için her türlü ilişkinin keffâret gerektireceğini ve fakat cinsel ilişkinin dışındaki durumların buna kıyaslanamayacağını söylemişlerdir.[50] Buna karşılık Hanefîler ve Mâlikîlere göre ise, söz konusu hadiste keffâreti gerektiren durum, bilerek ve isteyerek Ramazan orucunun bozulmasıdır. Onlar bu görüşlerine, Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği, “Rasûlullâh (s.a.s) orucunu bozan kişiye köle azat etmesi veya iki ay oruç tutması ya da altmış fakiri doyurmasını emretti” hadisini[51] delil getirmişlerdir.[52]

C.    Oruç Keffâreti ve Yerine Getirilmesi

Daha önce de ifade edildiği gibi, Kur’ân-ı Kerîm’de oruç keffâreti ile ilgili bir ayet bulunmadığı için, oruç keffâretinin nasıl yerine getirileceği hakkında bir açıklama bulunmamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s)’in sünnetinde ise, şöyle bir olay aktarılmaktadır:

Bir adam Hz. Peygamber (s.a.s)’e gelip; “Mahvoldum ya Rasûlallâh!” dedi. Rasûlullâh (s.a.s); “Ne oldu?” diye sordu. O da, “Ramazan günü oruçlu iken eşimle cinsel ilişkiye girdim.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, “Azat edebileceğin bir kölen var mı?” dedi, o, “Hayır, yok.” dedi. Hz. Peygamber, “Ara vermeden üst üste iki ay oruç tutabilir misin?” diye sordu, adam “Hayır.” dedi. Bu sefer “Altmış fakiri doyurabilir misin?” diye sordu, o yine “Hayır.” cevabını verince, Rasûlullâh (s.a.s), orada oturup beklemesini söyledi. Bu sırada hurma dolu büyük bir sepet getirildi. Rasûlullâh (s.a.s), hurmayı o adama verip, “Bunu al, fakirlere dağıt!” dedi. Adam, “Medine’de bizden daha fakir bir aile yoktur.” dedi. Onun bu sözü üzerine Allâh’ın Elçisi (s.a.s) azı dişleri görülecek kadar güldü ve “Öyleyse ailene yedir.” buyurdu.[53]

Bu hadisten hareketle Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî bilginler, oruç keffaretinin, hadiste geçtiği tertip üzere önce köle azat etmek, köle bulunamaması durumunda iki ay oruç tutmak, buna güç yetirilememesi durumunda ise 60 fakiri doyurmak olduğunu söylemişlerdir.[54] Hanefîler, 60 ayrı fakirin doyurulmasını zorunlu görmezler; bir fakirin 60 gün doyurulmasının da yeterli olduğunu söylerler[55]. Buna göre, yemin keffâreti ödemesi gereken kişi, beş fakiri 12 gün, 10 fakiri 6 gün veya 20 fakiri üç gün doyursa yemin keffâretini yerine getirmiş olur. Fakat cumhura göre keffâret olarak 60 ayrı fakirin doyurulması gerekir; bir fakir 60 gün doyurulsa keffâret yerine gelmiş olmaz.[56]

Mâlikîler ise, mükellefin köle azat etme, iki ay oruç tutma veya 60 fakiri doyurma arasında muhayyer olduğu, bunlardan hangisini yaparsa keffâret yükümlülüğünü yerine getirmiş olacağını söylemişlerdir.[57] Onlar bu görüşlerine Ebû Hüreyre’den nakledilen, “Rasûlullâh (s.a.s) orucunu bozan kişiye köle azat etmesi veya iki ay oruç tutması ya da altmış fakiri doyurmasını emretti” hadisini[58] delil getirirler.

Hanefîlere göre, oruç keffâreti tedâhül eder. Buna göre oruç bozulduktan sonra, keffâret ödenmeden, oruç keffâretini gerektiren eylem tekrar işlenirse; keffâretin tekrar edilmesi gerekmez, tek bir keffâret yeterlidir. Orucu bozan eylemlerin, aynı gün, aynı Ramazan ayında ve fakat farklı günlerde ya da farklı Ramazan aylarında olması hükmü değiştirmez. Ancak orucu bozan eylemden sonra keffâret yerine getirildikten sonra keffâreti gerektiren eylem tekrar işlenirse, yeniden keffâret ödenmesi gerekir.[59]

Malikî ve Şâfiîlere göre ise oruç keffâreti tedahül etmez. Ayrı günlerde veya farklı Ramazan aylarında keffâreti gerektiren eylemin tekrar etmesi durumunda; her birisi için ayrı keffâret ödenmesi gerekir. Fakat bu eylem aynı günde tekrar ederse, tek bir keffâret yeterli olur.[60]

Hanbelî fıkhında, oruç keffâretinin hem tedâhül edeceği, hem de etmeyeceği şeklinde iki görüş bulunmaktadır. Bunlardan keffâretin tedâhül etmeyeceği, mezhepte tercih edilen görüştür.[61]

II.    ORUÇ KEFFÂRETİNİN HÜKMÜ

Fıkıhta “hüküm” terimi, “bir fiil veya hukuki tasarrufun sonucu” ve “mükellefin fiil ve tasarruflarına Şâri’in verdiği vasıf” olmak üzere iki anlamda kullanılmaktadır[62]. Meselâ bey’ akdinde, satılan malın mülkiyetinin alıcıya, semenin mülkiyetinin satıcıya geçmesi birinci anlamda hükme; alkollü içki satışının haram olması ikinci anlamda hükme örnektir. Burada oruç keffâretinin hükmü, ikinci anlamda ele alınacaktır.

Fıkıh usulünde hüküm, “iktiza, tahyîr ve vaz’ bakımından mükellefin fiillerine ilişkin Şari’in hitabı” olarak tanımlanmakta olup, vaz’î hüküm ve teklîfî hüküm kısımlarına ayrılmaktadır. Vaz’î hüküm, Şâri’in bir şeyi diğerine sebep, şart veya mâni yapmasıdır. Meselâ konumuzla ilgili olarak, orucun bir mazeret bulunmaksızın kasten bozulması, oruç keffaretinin sebebidir. Teklîfî hüküm ise, Şâri’in mükelleften bir fiilin yapılmasını istemesi veya yasaklaması ya da mükellefi o fiili yapıp yapmama konusunda serbest bırakmasıdır. Bu makalede teklîfî hüküm açısından oruç keffareti değerlendirilecektir.[63]

A.    Oruç Keffâretinin Hükmü Hakkında İslâm Bilginlerinin Görüşleri

Hanefilere göre, Ramazan ayında, dinen geçerli bir mazeret bulunmaksızın bilerek ve isteyerek orucun bozulması durumunda orucun hem kaza edilmesi, hem de keffâret gerekir. Bu yükümlülük bazı Hanefî fıkıh kitaplarında, farz olarak nitelenirken, diğer bir kısmında vâcib olduğu söylenmektedir. Kâsânî (ö. 587/1191), oruç çeşitlerini açıklarken keffâret orucunu farz oruçlar içerisinde saymakta[64], fakat keffâretleri anlattığı bölümde, onların vâcib olduğuna işaret etmektedir[65]. Mevsîlî (ö. 683/1284), keffâret orucunun, adak gibi vâcib olduğunu belirtmektedir[66]. Zeylaî(ö. 743/1343) de, keffâretin vâcib olduğunu söylemektedir[67]. Timurtâşî (ö. 1006/1598), oruç çeşitlerini sayarken keffâret orucunun farz olduğunu ifade etmektedir. Ancak onun bu ifadesini açıklayan Haskefî (ö. 1088/1677), amelî olarak farz olduğunu, dolayısıyla inkâr edenin kâfir olmayacağını belirtmektedir.[68] Buna göre Hanefîlere göre, oruç keffâretinin vâcib olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü oruç keffâreti cinsel ilişkide haber-i vâhidle, yeme ve içmede ise kıyasla sabit olmuştur; zannî delille sabit olan hüküm ise vâcibtir.

Mâlikîlere göre, Ramazan ayında bilerek ve isteyerek herhangi bir şeyle Ramazan orucunun bozulması durumunda[69]; Şâfiî[70] ve Hanbelîlere[71] göre ise, cinsel ilişkiyle orucun bozulması durumunda keffâret vâcib olur. Fakat burada şunun belirtilmesinde yarar var; bu İslâm bilginlerine göre farz-vâcib ayrımı söz konusu değildir; vâcib terimi farz ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte onlar da, zannî delille sabit olan vacibi inkâr edenin kâfir olmayacağını söylemişlerdir.[72]

Diğer taraftan, cinsel ilişkiyle de olsa oruç bozmakdan dolayı keffâret gerekmediğini söyleyen İslâm bilginleri de bulunmaktadır. Saîd b. Cübeyr (ö. 94/713), İbrâhîm en-Nehaî (ö. 96/714) ve Şa’bî (ö. 104/722)’nin bilerek eşiyle birlikte olmak suretiyle Ramazan orucunu bozan kimsenin keffâretle yükümlü olmadığı görüşünü benimsedikleri nakledilmektedir. Çünkü onlara göre, oruç ibadettir. Bir ibadet olan namaz bozulduğunda keffâret gerekmediği gibi orucu bozmaktan dolayı da gerekmez. Nitekim kaza edilen orucun bozulmasında da keffâret bulunmamaktadır.[73] İbn Sîrîn (ö. 110/729) ve Süddî (ö. 127/745)’nin de aynı görüşte olduğu rivayet edilmektedir[74]. Fakat onların bu görüşleri, icmâ’a aykırı olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.[75]

B.     Oruç Keffâretinin Hükmünün Değerlendirilmesi

Daha önce de ifade edildiği gibi, oruç keffâreti ile ilgili hadislerde geçen sadece bir olay bulunmaktadır. İslâm bilginleri, bu hadisten hareketle oruç keffâretinin hükmünü belirlemeye çalışmışlardır. Bu bağlamda, hadiste geçen emir sığası ve Hz. Peygamber (s.a.s)’in keffâret olarak dağıtması için oruç bozan bedeviye verdiği hurmayı ailesiyle yemesine izin vermesi değerlendirilmiştir. Oruç keffâretinin hükmünü ortaya koyabilmek için, bunların yanında hüküm koyma yetkisinin ve hükme delaleti açısından söz konusu hadisin değerlendirilmesi uygun olacaktır. Bunun için öncelikle farz ve vâcib terimleri ele alınacak, daha sonra hüküm koyma yetkisi incelenecek ve son olarak da hadis bağlamında oruç keffâretinin hükmü değerlendirilecektir.

1.      Farz ve Vâcib Terimleri

İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre, farz ve vâcib eşanlamlı kelimeler olup, Şâri’in kesin ve bağlayıcı bir şekilde yapılmasını emrettiği şeydir. Yerine getiren kişi sevap ve övülmeyi; mazeretsiz terk eden kınanmayı ve cezalandırılmayı hak eder. Kat’î delille sabit olmuş ise, inkâr eden kâfir olur.[76]

Hanefîlere göre ise farz ve vâcib farklı iki terimdir. Hanefî bilginler de, cumhur gibi farz ve vacibi, Şâri’in kesin ve bağlayıcı bir şekilde yapılmasını emrettiği şey olarak tanımlarlar. Fakat cumhurdan farklı olarak, bunlardan kat’î delille sabit olana farz; zannî delille sabit olana vâcib derler. Farz ve vâcibin hükmü, bunları yerine getiren kişi sevap ve övülmeyi hak eder, terk eden kişi de günahkâr olur; fakat vacibi terkin günahı farzınkinden daha hafiftir. Farz ile vâcib arasındai hüküm bakımından en önemli fark ise, farzı inkâr eden kişi kâfir olur; vacibi inkâr eden ise kâfir olmaz.[77]

İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre nasslarda geçen emir ifadeleri, genel kural olarak emredilen şeyin vâcib olduğuna delalet eder; başka anlama geldiğine dair bir karine bulunmadıkça, vâcib dışında başka bir manada anlaşılması doğru değildir. Fakat özel bir karine varsa, karinenin gösterdiği manada anlaşılması gerekir.[78] Buna göre, nasslarda geçen emir lafzı, bir karîne yoksa emredilen şeyin vâcib olduğuna delâlet eder; buna karşılık ibâhaya delalet eden bir karîne varsa emredilen şeyin mubah; mendup olduğuna delalet eden bir karine varsa emredilen şeyin mendûb olduğuna delâlet eder. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de, “Ey İmân edenler! Vadeli olarak borçlandığınız zaman, bunu yazın![79] şeklinde borcun yazılması emredilmektedir. Bir karîne bulunmasaydı bunun yapılması vâcib olurdu. Fakat bir sonraki ayette, “Eğer birbirinize güvenir de böyle yapmazsanız, Allâh’a karşı kulluk bilincinde olun ve bu güvenin gereğini yerine getirin![80] buyrularak yazmanın zorunlu olmadığına işaret edilmektedir. Bunun için İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre borçların yazılması, vacip değil, mendûbtur.[81]

2.      Farz/Vâcib Koyma veya Kaldırma Yetkisi

İslâm hukukunda hüküm koyma yetkisi Allah’a aittir. Başka bir ifadeyle Şâri’/hüküm koyucu Allâh’tır[82]. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de hüküm koyma yetkisinin sadece Allâh Teâlâ’ya ait olduğunu ifade etmek üzere; “Hüküm yalnız Allâh’ındır” buyrulmaktadır[83]. Bunun için İslâm bilginleri de Şâri’in, Yüce Allâh olduğu konusunda ittifak etmişlerdir[84]. Fıkıh usulünde hükmün, Şâri’in mükelleflerin fiillerine ilişkin hitabı” şeklinde tanımlanması[85] da bunu açıkça göstermektedir. Hz. Peygamber (s.a.s) ise, Allâh Teâlâ’nın koymuş olduğu hükümleri tebliğle görevli elçidir[86]. Bununla birlikte, Hz. Peygamber (s.a.s) de, şer‘î hükümleri tebliğ ettiği için, mecazen şâri‘ diye nitelenebilmektedir.[87]

Hüküm koyma yetkisi, son tahlilde sadece Allâh Teâlâ’ya ait olmakla birlikte, onun bu yetkisini başkasına, mesela bir peygambere devredip edemeyeceği İslâm bilginleri arasında tartışılmıştır. Mutezilenin çoğunluğu, mutlak olarak bu yetkinin devredilmesinin caiz olmadığı görüşündedir. Buna karşılık İslâm bilginlerinin çoğunluğu, bunun caiz olduğunu söylemiştir. Mutezîlî bilginlerden Ebû Ali el-Cübbâî’den (ö. 303/916) gelen iki görüşten birine göre bu yetki genel değildir; sadece peygamberlere aittir. Şâfiî bilginlerden İbnu’s-Sem’ânî (ö. 489/1096) de bu görüşü tercih ederek, İmam Şâfiî (ö. 204/820)’nin er-Risâle’deki ifadelerinin buna işaret ettiğini söylemektedir.[88] Ancak bu, kelâmî bir tartışma olup, Allâh Teâlâ’nın yaptıklarından sorumlu olmaması ile alakalıdır. Yüce Allâh’ın fiillerinin maslahata dayanması gerektiğini savunan Mutezîlî bilginler, hüküm koyma yetkisinin mutlak olarak devredilemeyeceğini kabul ederken, İslâm bilginlerinin çoğunluğu, Allâh Teâlâ’nın yaptıklarından sorumlu olmaması[89] sebebiyle bunun mümkün olduğunu söylemişlerdir.

Burada tartışılan konu, fiilen hüküm koyma yetkisinin devredilmesi değil, bunun Allâh için caiz olup olmadığıdır. Nitekim hüküm koyma yetkisinin devrini caiz gören usulcülerin bir kısmı, bunun fiilen gerçekleşmediğini söylemiştir.[90]  Kâdî Ebû Ya’lâ (ö. 458/1066)[91], İbn Akîl (ö. 513/1119)[92] ve Emir Pâdişâh (ö. 987/1579)[93] gibi bazı usulcüler, “Tevrat indirilmeden önce, Yakûb’un kendisine haram kıldığı şeylerin dışında her türlü yiyecek İsrâiloğullarına helaldi.” ayeti[94] ve bazı hadislere[95] dayanarak, hüküm koyma yetkisinin devredilmesinin fiilen gerçekleştiğini belirtmiştir. Fiilen gerçekleştiğini savunanlara göre, bu ayette Hz. Yakûb (a.s.)’un bazı şeyleri haram kıldığının bildirilmesi, ona haram kılma yetkisinin verildiğini göstermektedir. Onların bu delillerine, Yakûb (a.s.)’un içtihatla bunu yaptığı, dolayısıyla zannî bir hüküm olduğu ve hüküm koyma yetkisinin devri anlamına gelmeyeceği şeklinde cevap verilmiştir. Bunun için haram veya helal kılan Allâh Teâlâ olduğu halde mecazen “Şâfiî satranç ve at etini helal kıldı; Ebû Hanîfe ise haram kıldı.” denilmektedir. Hüküm koyma yetkisinin devredildiğine delil olarak getirilen hadislere de benzer cevaplar verilmiştir. Ancak konumuz bu olmadığı için daha fazla detaya girilmeyecektir. Geniş bilgi için dipnotta verilen eserlere müracaat edilebilir.[96]

Hüküm koyma yetkisinin devri konusunda böyle farklı görüşler olmakla birlikte İslâm bilginleri, son tahlilde hüküm koyanın Allâh Teâlâ olduğunu kabul etmişlerdir. Yüce Allâh’ın hüküm koyma yetkisini devretmesinin caiz olduğunu söyleyen ve fiilen bunun gerçekleştiğini savunan usulcüler de, Allâh Teâlâ ezelde bu hükmü verdiği, kendisine hüküm tefviz edilen kişinin bu hükmü vereceğini bildiği ve ona bu yetkiyi verdiği için aslında hüküm koyanın Yüce Allâh olduğunu belirtmişlerdir. Dolayısıyla hüküm koyan kişi, kendisi yeni bir hüküm ortaya koymamıştır. Çünkü bu, rab olmanın özelliklerindendir.[97]

Aslında peygamberin yaptığı, kendisine vahiy gelmeyen bir konuda içtihat etmektir. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber (s.a.s)’e, kendisine indirilenle gösterildiği gibi hükmetmesinin emredilmesi[98] ve verdiği bazı hükümlerde ikaz edilerek düzeltilmesi, onun yaptığının içtihat olduğunu göstermektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s), Bedir savaşında müşrikleri esir alıp daha sonra da onları fidye karşılığında serbest bırakması üzerine, bu hükmünün/içtihadının hatalı olduğu vurgulanarak uyarılmış ve “Hiç bir peygambere, bir yerde savaşı kazanıp hâkim olmadıkça, esir almak yakışmaz. Siz dünya malını arzuladığınız için, esir almak istiyorsunuz. Allâh ise size ahiret nimetlerini ikram etmek istiyor. Allâh’ın her şeye gücü yeter ve o her şeyi yerli yerince yapar. Allâh tarafından daha önce size verilmiş bir söz olmasaydı, esirlere karşılık fidye almanızdan dolayı büyük bir azaba uğrardınız.[99] buyrulmuştur. Aynı şekilde Tebük savasında münafıklar, mazeret uydurup sefere çıkmamak için izin istediklerinde Rasûlullâh (s.a.s) onlara izin vermiş, bunun üzerine ayet gelerek; “Allâh iyiliğini versin! Doğru mu, yalan mı söylediklerini anlamadan ne diye onlara izin verdin?[100] diye ikaz edilmiştir.

İçtihatla hüküm vermek ise, İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre, yeni bir hüküm koymak/yoktan hüküm icat etmek değil, o konudaki Allâh Teâlâ’nın muradını oraya çıkarma gayretidir.[101] Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s)’in de, hakkında vahiy gelmeyen konularda verdiği hükümler, Yüce Allâh’ın o konudaki ezelî hükmünü tespit etmeye yöneliktir. Hz. Peygamber (s.a.s)’in içtihatları vahiy denetiminde olduğu için, verdiği hüküm düzeltilmez veya o konuda bir ikaz gelmezse, Allâh’ın ezeldeki hükmüne isabet ettiği anlaşılır. Bu takdirde o hükmün sahibi, Allâh Teâlâ olur.

Zaten hüküm koyma yetkisi sadece Allâh Teâlâ’ya aittir[102] ve onun bu yetkisine hiç kimse ortak olamaz. Nitekim Kur’ân’da “O, hükmüne hiç bir kimseyi ortak etmez.” buyrulmaktadır[103]. Yine Kur’ân’da hüküm koyma yetkisinin Allâh’a ait olduğuna işaretle, Allâh’ın indirdiği ile hükmetmeyenlerin kâfir, zalim ve fâsık olduğu belirtilmektedir[104]. Bu konuda Hz. Peygamber ile diğer insanlar arasında bir ayrım söz konusu değildir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de; “Gerçekleri açıklayan Kur’ân’ı, insanlar arasında Allâh’ın öğrettiği gibi hüküm vermen için sana indirdik.[105] “…Sen de insanlar arasında Allâh’ın indirdiği ile hüküm ver! Sana gelen Kur’ân’dan ayrılarak kimsenin arzusuna uyma! …”[106]O halde sen, insanlar arasında Allâh’ın indirdiği Kur’ân ile hüküm ver! Onların arzusuna uyma![107] buyrulmaktadır.

Buna göre, Hz. Peygamber (s.a.s)’in farz/vacip veya haram koyma ya da mevcut bir farz/vacip veya haramı kaldırma yetkisi bulunmamaktadır. Nitekim Rasûlullâh (s.a.s), eşlerinden bazısını hoşnut etmek amacıyla bazı şeyleri kendisine yasaklayınca ikaz edilerek; “Ey Peygamber! Eşlerinden bir kısmını memnun etmek için Allâh’ın helal kıldığı şeyi niçin kendine haram kılıyorsun?” buyrulmuştur[108]. Hz. Peygamber (s.a.s)’in bizzat kendisi de böyle bir yetkisinin olmadığını belirtir. Ebû Saîd (r.a.) şöyle anlatıyor: Hayber henüz fethedilmişti. Ashab sarımsak tarlasına uğradı. İnsanlar açtı; onun için çokça sarımsaktan yedik sonra da mescide gittik. Rasûlullâh (s.a.s) mescitte aşırı sarımsak kokusu alınca “Bu pis kokulu bitkiden yiyen kişi, mescide yaklaşmasın!” buyurdu. Bunun üzerine insanlar “Sarımsak haram kılındı, haram kılındı.” dediler. Rasûlullâh (s.a.s) bunu işitince; “Ey insanlar! Allah’ın helal kıldığı bir şeyi benim haram kılma yetkim yoktur. Fakat ben bu bitkinin kokusundan hoşlanmıyorum.” buyurdu.[109]

3.      Oruç Keffâretinin Hükmü

Daha önce geçtiği üzere oruç keffâreti hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de bir hüküm bulunmamaktadır. Oruç keffâretinin hükmü, Hz. Peygamber (s.a.s)’in hadislerinde geçen bir olaya dayandırılmaktadırlar. İslâm bilginlerinin büyük bir çoğunluğu, hadiste “…fakirlere dağıt!” şeklinde emir kipinin kullanılmasından hareketle keffâretin farz/vacip olduğunu söylemişlerdir. Oruç keffâretinin hükmünün belirlenebilmesi için, emir kipinin hükme delaleti konusunun açıklanarak hadisin buna göre değerlendirilmesi uygun olacaktır.

Emir, ileride bir fiilin yapılmasını talep etmek için kullanılan sözdür. Emir kalıbı, asıl itibariyle talebe delalet eder. Bunun yanında, mecaz yoluyla irşat, tehdit, küçümseme ve dua gibi anlamlara delalet etmek üzere de kullanılır. İslâm bilginleri, bir nassta yer alan emirle kastedilen hükme delalet eden karine varsa, emrin bu karinenin gösterdiği şekilde anlaşılması gerektiğini söylemişlerdir. Fakat herhangi bir karine bulunmadığında emrin delalet ettiği hükmün ne olacağı konusunda usulcüler farklı görüşler ortaya koymuşlardır: Bir kısım İslâm bilginine göre böyle bir emir, emredilen şeyin mendûb olduğuna; bir kısmına göre, emredilen şeyin mubah olduğuna delalet eder. Diğer bir kısmına göre, emrin, emredilen şeyin vâcib, mendûb veya mubah olduğuna delâleti eşittir; bir karine bulunmadıkça, bunlardan hangisine delâlet ettiği belirlenemez. İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre ise emir, özel bir karine bulunmadıkça emredilen şeyin vâcib olduğuna delâlet eder. Fakat mendûb veya mubah olduğuna delalet eden bir karine varsa, emredilen şeyin mendûb veya mubah olduğuna hükmedilir.[110]

Bu bilgiler ışığında söz konusu hadis şöyle değerlendirilebilir: Hadiste Rasûlullâh (s.a.s) gelen hurmayı fakirlere dağıtmasını emrettikten sonra, bedevinin Medine’de en fakir ailenin kendileri olduğunu söylemesi üzerine Hz. Peygamber (s.a.s)’in gülüp hurmayı ailesiyle yemesine izin vermesi[111], bu emrin bağlayıcı olmadığına karîne olarak kabul edilmelidir. Nitekim İslâm bilginleri de bunu görmüş ve bu çelişkiye çözüm getirmeye çalışmışlardır: İslâm bilginlerinin çoğunluğu, hadisteki emrin bağlayıcı olduğunu ve fakat “hurmayı dağıtmayıp, ailesiyle yemesine izin vermesinin” o sahâbî için özel bir hüküm olduğunu belirtmiştir[112]. Hâlbuki bir kişi için özel hüküm verildiğinde, buna işaret edilmesi gerekir. Nitekim böyle özel hüküm verildiğinde, nasslarda buna işaret edilmiştir. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Peygamber (s.a.s)’e özel bir hüküm olarak, kadının kendisini hibe etmesi durumunda mehirsiz olarak evlenmesine izin verilirken, “sadece sana mahsus olmak üzere” kaydı getirilmiştir[113]. Rasûlullâh (s.a.s) da, birine özel hüküm verdiğinde bunu açıkça belirtmiştir. Meselâ bir defasında Hz. Peygamber (s.a.s), bayram hutbesinde namazdan önce kesilen kurbanların geçersiz olduğunu belirtmesi üzerine, bayram namazından önce kurbanını kesen el-Berâ b Âzib (r.a.)’in dayısı Ebû Bürde, ailesine ve komşularına ikram etmek için acele edip bayram namazından önce kurbanını kestiğini söyler ve ne yapması gerektiğini sorar. Hz. Peygamber, onun kurban olmadığını söyler. Bunun üzerine Ebû Bürde, “Yâ Rasûlallâh! Bana iki koyundan daha sevimli henüz yaşına basmamış dişi bir keçim var. Onu kessem olur mu?” diye sorar. Hz. Peygamber (s.a.s) de, “Evet olur; fakat senden sonra hiç kimse için yeterli olmaz” buyurur.[114] Gerçi Ebû Dâvûd (ö. 275/889), Zührî (ö. 124/742)’nin oruç keffâreti ile ilgili söz konusu hadise “Bu sadece o şahsa özel bir ruhsattır. Eğer bugün bir kişi böyle yapsa onun keffâretten kurtuluşu yoktur.” şeklinde bir ilâvede bulunduğunu nakletmektedir.[115] Ancak bu Zührî’nin kendi görüşü olarak kabul edilmelidir. Nitekim Zeyla’î (ö. 743/1343), Zührî’nin bu sözünün delile dayanmayan bir iddia olduğunu belirtmiştir[116].

Diğer taraftan, yukarıda açıklandığı üzere hüküm koyma veya kaldırma yetkisi Allâh Teâlâ’ya aittir. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s)’in, Allâh Teâlâ’nın muradı olmaksızın oruç keffaretini farz/vacip kılması mümkün değildir. Eğer oruç keffâretinin farz/vacip olması Yüce Allâh’ın muradı ise, o takdirde de Hz. Peygamber (s.a.s)’in bu hükmü birisinden kaldırma yetkisi bulunmamaktadır. Meselâ Rasûlullâh (s.a.s), sabah namazına kalkmak bana ağır geliyor, oruç tutmak zor geliyor diyen birine izin verme yetkisi yoktur. Nitekim zıhar keffâreti konusunda da benzer bir olay gerçekleşmiş, fakat Sevgili Peygamberimiz, o sahâbîye hurmayı evinde yemesini söylememiştir[117].

Hz. Peygamber (s.a.s)’in bir vacibi kaldırma yetkisi bulunmadığı için o sahâbîden oruç keffâretini kaldıramayacağı dikkate alındığında, oruç keffâretinin vâcib olması hükmü ile Rasûlullâh (s.a.s)’in uygulaması arasında bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Bunu fark eden bazı İslâm bilginleri, bu konuya da çözüm üretmeye çalışmışlardır:

Bu çerçeveden olarak; söz konusu hüküm, Hz. Peygamber (s.a.s)’in o sahabiden keffâreti kaldırması olarak görülmemiş; keffâreti yerine getirmeye gücü yetmeyen kişiden keffâretin düştüğü, genel hüküm olarak kabul edilmiştir. Şâfiî fıkhında keffâreti gerektirecek şekilde cinsel ilişkiye giren kişinin keffâreti yerine getirmeye gücünün yetmemesi durumunda iki görüş bulunmaktadır. Bu görüşlerden birine göre, böyle olan kişiden keffâret düşer. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s), söz konusu hadiste orucunu bozan kişiye hurmayı evinde ailesiyle yemesine izin vermiştir. Ayrıca oruç keffâreti, mala taalluk eden Allâh haklarındandır. Böyle olan Allâh hakları ise, acizlik durumunda düşer. Şâfiîlerden gelen diğer görüşe göre, keffâret orucu bozan kişinin zimmetinde sabit olur. İmkân bulduğunda keffâreti yerine getirir. Şîrâzî (ö. 476/1083) bu görüşü daha kuvvetli görür.[118] Hanbelîlerden de bu durumda keffâretin düşeceği ve düşmeyeceği görüşü nakledilmiştir. Ancak bunlardan, oruç keffâretini ödeyemeyen kişiden, iki ay oruç tutmaya da gücü yetmiyorsa, keffâretin kendisinden düşeceği görüşü mezhepte tercih edilen görüştür. Çünkü Rasûlullâh (s.a.s), eşiyle birlikte olduğu için orucunu bozan kişiye, gelen bir sepet hurmayı verip dağıtmasını söyleyince, onun kendi ihtiyacını belirtmesi üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), hurmayı evinde ailesiyle yemesine izin vermiş; fakat keffâretin zimmetinde sabit olduğunu, daha sonra imkân bulunca yerine getirmesi gerektiğini söylememiştir. Bu da keffâretin düştüğünü göstermektedir. Zira açıklanması gereken bir şeyi Allâh Elçisinin zamanında açıklamaması caiz değildir. Evzâî (ö. 157/774) de bu görüştedir.[119]

Diğer bir çözüm yolu ise, Hz. Peygamber (s.a.s)’in o sahâbîden keffâreti düşürmediği; ihtiyacı olduğu için daha sonra keffareti ödemek üzere gelen hurmayı ailesiyle yemesine izin verdiği şeklindeki yorumdur. İmam Şâfiî (ö. 204/820), söz konusu hadisin birkaç şekilde anlaşılabileceğini belirtmiş; bunlardan en ihtiyatlı olan ve en hoşuna giden yorumu özetle şöyle ifade etmiştir: “Ramazanda orucunu bozan sahâbînin, eşiyle birlikte olduğu sırada keffâretlerden herhangi birine gücü yetmiyordu. Hz. Peygamber (s.a.s) ona hurmayı verdiğinde, kendisi o hurmaya muhtaçtı. Eğer kendisinin ihtiyacından fazla hurması olsaydı keffâretle yükümlü olacaktı. Hâlbuki onun, ihtiyacından fazla hurması yoktu. Bu durumda keffâret onun üzerinde borç olmuştur ve imkân bulduğunda ödemesi gerekir. Bu husus hadiste yer almasa da, benim en hoşuma giden ve ihtiyatlı olan yorumdur.”[120]

Hattâbî (ö. 388/998) de bu hadisin en güzel yorumunun, keffâretin düşmeyip ertelendiği şeklinde yorumlanması olduğunu belirtmiştir. O, Me’âlimü’s-Sünen’de özet olarak şöyle açıklamaktadır: Keffâret yükümlüsü sahâbînin aç olan ailesinin ihtiyacının karşılanması öncelikli olduğu için Hz. Peygamber (s.a.s), gelen hurmayı ailesiyle yemesine izin vermiştir. Onların ihtiyacı karşılandıktan sonra arta kalan hurma, keffâreti ödemeye yeterli olmadığı için imkân buluncaya kadar keffâret yükümlülüğü ertelenmiştir. Dolayısıyla keffâret düşmemiştir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s), “Artık keffâret vermene gerek yok.” dememiştir. Bu da keffâretin düşmediğini göstermektedir.[121] Kârâfî (ö. 684/1285) de benzer bir yorum yaparak keffâretin düşmediğini söylemiştir[122]. İbn Dakîku’l-‘Îd (ö. 702/1302), bu açıklamanın en uygun yorum olduğunu belirtmiştir[123]. İbn Humâm (ö. 861/1457) da, “Hz. Peygamber (s.a.s)’in “onu al ve ailenle ye!” demesinden maksat; Rasûlullâh (s.a.s)’ın eşiyle birlikte olan sahâbîye keffâretin vacip olduğunu belirttikten sonra iki ay oruç tutmaya gücü yetmediği ve fakir olduğu için eli genişleyene kadar keffâreti ertelemesidir.” demiştir[124].

Hâlbuki Hz. Peygamber (s.a.s), orucunu bozan sahâbîye keffâret olarak dağıtmak üzere hurmayı verdikten sonra sahâbî ihtiyacını belirtince, Rasûlullâh (s.a.s) dişleri görülecek derecede gülerek hurmayı ailesi ile birlikte yemesine izin vermiş; fakat daha sonra imkân bulduğunda keffâreti ödemesi gerektiğini söylememiştir[125]. Keffâretin vâcib olduğunu savunan bu son görüş sahipleri, Hz. Peygamber (s.a.s)’in keffâretin gerektiğini belirttikten sonra, hurmayı ailesiyle yemesine izin verince tekrar “elin bollaşınca keffâreti öde!” demesine gerek olmadığını; hatta tam tersine keffâretin düşmesi için “Artık keffâret ödemene gerek yok.” demesi gerektiğini söylemişlerdir[126]. Hâlbuki o bedevî iki ay oruç tutamayacağını söyleyince, Rasûlullâh (s.a.s), 60 fakiri doyurup doyuramayacağını sormuş ve o sahabî de buna olumsuz cevap vermiştir. Dolayısıyla Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), onun fakir olduğunu bilmektedir ve buna rağmen gelen hurmayı vererek dağıtmasını söylemiştir. Diğer taraftan Hz. Peygamber (s.a.s)’in bu uygulaması, söz konusu sahâbîden keffâretin düşmeyip ertelendiği konusunda açık da değildir. Nitekim bu hadisten hareketle İslâm bilginleri, yukarıda da açıklandığı üzere, sadece o sahabî hakkında keffâretin düştüğü, keffârete gücü yetmeyen kişilerden keffâretin düştüğü, keffâretin vâcib olmadığı ve keffâretin vâcib olup ertelendiği şeklinde farklı sonuçlara ulaşmışlardır. Eğer sahâbî üzerine keffâret vâcib olup imkân bulunca ödemek üzere ertelenmiş olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.s) bunu açıklar; böyle farklı anlaşılması mümkün olan bir uygulama ile bırakmazdı. Çünkü onun tebliğ görevinin yanında, tebyîn görevi de bulunmaktadır; bunun için açıklanması gereken bir konuda suskun kalması caiz değildir.[127] Nitekim bu hususa bazı İslâm bilginleri de işaret etmiştir[128]. Diğer taraftan keffâretin zimmette sabit olduğunu, yükümlünün gücünün yetmemesi durumunda düşmeyeceğini söyleyen Şâfiî bilginler, kadının keffâretle yükümlü olmadığını ispat için bu delili kullanmakta; oruç keffâretini Hz. Peygamber (s.a.s)’in erkek açısından açıkladığını, kadının keffâretle yükümlü olduğunu ayrıca belirtmediğini, eğer yükümlü olsaydı bunu açıklamasının gerektiğini söylemişlerdir[129].

Buna göre Hz. Peygamber (s.a.s)’in Ramazan günü eşiyle birlikte olarak orucunu bozan sahâbîye, hurmayı ailesiyle yemesine izin vermesi; keffâret emrinin bağlayıcı olmadığına bir karinedir. Nitekim nasslarda bir şey emredilip, daha sonra o emrin yapılmamasına müsaade edilmesi, o emrin bağlayıcı olmadığını gösteren karinedir. Kur’ân ve sünnette bunun örnekleri bulunmaktadır. Meselâ, Kur’ân-ı Kerîm’de vadeli borçlanmaların yazılması emredildikten[130] sonra, yazılmamasına izin verilmesi[131] emrin bağlayıcı olmadığının karinesi olarak kabul edilmiştir[132].  Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.s) imkânı olanlara evlenmeyi emretmesine[133] rağmen, evlenmeyenlere müdahale etmemesi, dolayasıyla buna izin vermesi, bu emrin bağlayıcı olmadığına karine kabul edilmiştir[134]. Nasslarda böyle emrin bağlayıcı olmadığına dair bir karine bulunduğunda, bu karîne emredilen şeyin vâcib değil, mendûb olduğunu gösterir. Dolayısıyla keffâretin hükmü de mendûbtur. Başka bir ifadeyle Rasûlullâh (s.a.s), Ramazan orucunu bozan kişiye, bu günahtan kurtulması için bir çıkar yol göstermiş, sırasıyla köle azat etmesi veya iki ay oruç tutması ya da 60 fakiri doyurmasını tavsiye etmiştir. Bunu yapan kişi, oruç bozma günahından tövbe etmiş/kurtulmuş olur. Yapmayan kişi ise, oruç bozmanın günahından başka, bir de keffâreti yerine getirmediği için sorumlu/günahkâr olmaz. Allâh Teâlâ’nın âdil ve hakîm sıfatlarına uygun olan da budur. Çünkü oruç keffâretinin vâcib kabul edilmesi durumunda, oruç tutmayan kişi, sadece tutmadığı oruçtan sorumlu olurken; orucu bozan kişi hem bozduğu oruçtan hem de keffâretten (iki ay oruç tutmamaktan veya 60 fakiri doyurmamaktan) sorumlu tutulmaktadır.

III. ORUÇ KEFFÂRETİNİN ŞER’Î VASFI

Makalenin bu başlığıyla kastedilen oruç keffâretinin bir cezâ mı, yoksa oruç bozmakla kazanılan günahın telâfisi için meşru kılınan bir ikram mı olduğudur. Oruç keffâretinin şer’î vasfı konusunda İslâm bilginleri farklı yaklaşımlar sergilemişlerdir. Burada öncelikle oruç keffâretinin şer’î vasfı konusunda İslâm bilginlerinin görüşleri sunulacak; daha sonra da bir değerlendirme yapılacaktır.

Hanefiler genel olarak keffâretlerde, yasaklanan bir fiile karşılık uygulandığı için ceza; oruç, köle azat etme, sadaka verme gibi ibadetlerle yerine getirildiği için de ibadet anlamı olduğunu; bu iki anlamdan ibadet yönünün ağır bastığını kabul ederler. Fakat oruç keffâretini diğerlerinden ayırarak, onda ceza yönünün ağır bastığını söylerler. Çünkü onlara göre oruç keffâreti, hadd cezalarında olduğu gibi şüphe ile düşer; ayrıca caydırıcı özelliği bulunmaktadır. Nitekim hata ile orucun bozulması durumunda oruç keffâreti gerekmez. Hâlbuki yemin keffâretinde hatanın etkisi yoktur. Aynı şekilde hata ile ölüme sebebiyet vermede keffâret gerekir.[135]

Mâlikî bilginler keffâretin telâfi edici bir müeyyide mi, yoksa caydırıcı bir ceza mı olduğunu tartışmışlardır. Bunlardan Karâfî (ö. 684/1285), keffâretin telâfi için olduğunu kabul etmektedir. Çünkü ona göre keffâretler, niyetsiz geçerli olmadığı için ibadettir ve ibadetler ceza olmaz. Ayrıca cezalar kişinin kendi fiili değil, kamu otoritesinin işidir; hâlbuki keffâretler kişinin kendi amelidir.[136] Buna karşılık İbn Abdilberr en-Nemerî (ö. 463/1071), keffâreti bir ceza olarak görmektedir. O, keffâret ile birlikte kazânın gerekli olup olmadığını tartışırken, “Keffâret işlenen günahın cezası, kazâ ise bozulan orucun bedelidir.” demiştir[137]. İbn Bezîze de, “Herhangi bir şekilde oruç bozulduğunda, bozulan orucun telafisi ve cezası olarak kaza ve keffâret meşru kılınmıştır; sadece kazayı gerektiren durumlarda da telâfi için kaza meşru kılınmıştır.” demektedir[138]. Bazı Mâlikî fıkıh metinleri ve şerhlerinde, diğer insanları caydırmak amacıyla kasten oruç bozduğu ortaya çıkan kişinin keffâretin dışında ayrıca cezalandırılması gerektiği belirtilmektedir[139]. Bu da o bilginlerce keffâretin ceza olarak görülmediğine işaret etmektedir. Fakat keffâretin ceza olduğunu düşünen Mâlikî bilginler, mezhepte kabul edilen bu görüşü yorumlayarak, “malî ceza olan keffâret ile bedenî ceza olan hapis, dayak gibi cezaları birleştirmek için bunun uygulandığını” söylemektedirler[140]. Ancak bu yorum problemli görülmektedir. Çünkü keffâret sadece mali ibadetlerden oluşmamaktadır; keffâret çeşitleri arasında iki ay oruç tutmak gibi mali boyutu bulunmayan bir ibadet de bulunmaktadır[141].

Şâfiî mezhebinde keffâretlerin hem caydırıcı ceza olarak, hem de telafi için olduğuna dair görüşler bulunmaktadır. Bu çerçeveden olarak, keffâretler kâfirler hakkında ve keffâreti gerektiren eylemin günah olmaması durumunda mümin hakkında caydırıcı ceza olarak; keffâreti gerektiren eylemin günah olması durumunda mümin hakkında ise hem caydırıcı ceza, hem de günahı silmek ve noksanlığı telafi etmek için meşru kılındığı belirtilmektedir. Fakat mezhepte tercih edilen görüş, keffâretlerin telafi için meşru kılındığıdır. Bu görüş sahiplerine göre, sehiv secdesinin namazdaki noksanlıkları telafi ettiği gibi, keffâretler de keffâreti gerektiren fiilin meydana getirdiği noksanlığı telafi eder. Çünkü keffâretler, niyetsiz kabul edilmediğine göre ibadettir ve ibadetin ceza olması da uygun değildir.[142]

Hanbelî bilginler keffâretin bir ceza olmadığını açıkça belirtmekle birlikte[143], onun caydırıcı yönünün bulunduğunu da ifade etmektedirler. İbn Teymiyye (ö. 728/1328) ve İbn Kayyım (ö. 751/1350)’a göre keffâret, oruç bozmayı alışkanlık haline getirmeyi engelleyen, günahı gideren, ibadette meydana gelen noksanlığı telafi eden bir müeyyidedir[144]. Hanbelî bilgini Ruhaybânî (ö. 1243/1827) şer’î vasfı açısından keffâreti üçe ayırmıştır: a) Keffâret, noksanlığı telafi etmek için meşru kılınmış olabilir. Keffâreti gerektiren eylemin günah olmaması durumunda, keffâret noksanlığı telafi etmek içindir. Mesela hata ile insan öldürmekte böyledir.  b) Keffâret, akdi çözmek için olabilir. Allâh’a söz verip sonra bu sözünü bozması durumunda gereken keffâret böyledir. Yeminin bozulmasında yerine getirilmesi gereken keffâret buna misaldir. c) Caydırıcı olarak meşru kılınmış olabilir. Aslen helal olduğu halde bir arız sebebiyle haram olan şeyin yapılması durumunda gereken keffâret böyledir. Buna örnek, ihramlı veya oruçlu iken cinsel ilişkide gereken keffârettir.[145] Ruhaybânî’nin bu tasnifine göre oruç keffâreti, oruç bozmayı engellemek üzere meşru kılınmış caydırıcı müeyyidedir.

Görüldüğü gibi oruç keffâreti konusunda İslâm bilginleri onun ceza olmadığından tam bir ceza olduğuna kadar farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Oruç keffâretinin ceza olduğunu söyleyenler, bu görüşlerine delil olarak keffâretin şüphe ile düşmesini ve caydırıcılık özelliğinin bulunmasını zikretmektedirler. Keffâretin ceza olmadığını kabul edenler ise, bunu keffâretin ibadet ve mükellefin kendi fiili olması ile açıklamışlardır. Derinlemesine düşünüldüğünde oruç keffâretinin ceza olmadığını söyleyenlerin görüşleri daha kuvvetli görülmektedir. Şöyle ki:

Oruç keffâretinin meşru kılınış amacı oruç bozmayı engellemek değil; bozulan orucun günahını silme ve meydana gelen kaybı telafi etmektir. Nitekim Yahya b. Yahya el-Leysî (ö. 234/849)’nin, caydırıcı olması amacıyla Endülüs Emevî Devleti hükümdarlarından Abdurrahman b. el-Hakem (ö.238/852)’e oruç keffâreti olarak iki ay üst üste oruç tutması gerektiğini söylemesi, İslâm bilginleri tarafından hatalı kabul edilmiştir. Hatta bu konuda ittifak olduğu belirtilmektedir.[146] Dolayısıyla oruç keffâreti caydırıcı olduğu için cezadır demek isabetli değildir. Ayrıca insanların ağır bir yükümlülük altına girmemek için dikkatli davranması, o yükümlülüğü ceza yapmaz. Meselâ bir kişi hacca gitmek, iki ay oruç tutmak gibi ağır yükümlülük doğuran adağı, kendi fiili olan bir şarta bağlasa, o yükümlülüğün altına girmemek için elinden geldiğince o fiilden kaçınır. Adak yükümlülüğünün kişiye bu engel oluşu, onu ibadet olmaktan çıkarıp ceza haline getirmez.

Ayrıca şüpheyle düşmek, bütün cezaların değil; hadd cezaları ve kısasın özelliğidir. İslâm bilginleri; Hz. Peygamber (s.a.s), sahabe ve tabiînden gelen bazı rivayetlere[147] dayanarak haddlerin şüphe ile düşeceğini söylemişler; kısası da buna dâhil etmişlerdir[148]. Fakat haddler ve kısas dışında kalan tazir suçlarında, şüphenin cezayı düşürmeyeceği benimsenmiştir[149]. Diğer taraftan şüpheli şekilde orucun bozulmasında keffâretin gerekmemesi, şüpheyle düştüğünden değil, şüpheyle herhangi bir yükümlülüğün doğmayacağı şekilde yorumlanabilir. Çünkü berâet-i zimmet asıldır; bir delil bulunmadan borç/yükümlülük söz konusu değildir. Dolayısıyla şüphe ile bir yükümlülük sabit olmaz.[150] Bunun için Hanbelî fıkhında, zekât malının nisaba ulaşıp ulaşmadığında şüphe bulunması durumunda, ihtiyaten zekâtının verilmesi uygun görülmekle birlikte, kişinin zekât yükümlüsü olmadığı kabul edilmiştir[151]. Aynı şekilde Hanefî fıkhında, ikindi namazı vaktinin niçin gölgenin eşyanın iki misli olduğunda girdiği açıklanırken; öğle namazının serinliğe bırakılması hadisinin[152], namaz vakitlerini açıklayan Cebrâil’in imameti hadisiyle[153] çeliştiği için şüphe oluştuğu ve şüphe ile de farzın sabit olmayacağı belirtilmektedir[154]. Başka bir örnek ise, şüphe ile yeminin bozulmasıyla ilgilidir: Bir kişi ilk çocuğunun erkek olması durumunda karısının boş olması veya kölesinin azat olması hususunda yemin etse ve eşi hünsa bir çocuk dünyaya getirse, erkek ve kız olma ihtimali bulunduğu için yeminini bozmuş olmaz[155]. Buna göre oruç keffareti için de cezanın düşmesi değil, yükümlülüğün doğmaması yorumu yapılabilir. Dolayısıyla “oruç keffaretinin şüpheyle düşmesi, onun ceza olduğunu gösterir” şeklinde getirilen delil çok kuvvetli görülmemektedir.

Buna karşılık oruç keffâretinin ceza olmadığını ortaya koyan deliller daha kuvvetlidir. Bu deliller; keffâretin mükellefin kendi fiili olması ve ibadet olması başlıkları altında ele alınabilir.

A.    Keffâretin Mükellefin Kendi Fiili Olması

Ceza kelimesi, Arapça’da “ödüllendirmek”, “cezalandırmak”, “borcu alacakla takas etmek” gibi her türlü karşılık vermek anlamına gelmektedir[156]. Türkçedeki “ceza” anlamında Arapçada “ukubet” kelimesi kullanılmaktadır. Bu makalede “ceza” ifadesi, ukubet anlamında kullanılmıştır. Ceza kelimesi sözlükte “uygunsuz davranışlarda bulunanlara uygulanan üzüntü, sıkıntı, acı verici işlem veya yaptırım”; “suç işleyen bir kimsenin yaşantısına, özgürlüğüne, mallarına, onuruna karşı yasaların öngördüğü yaptırım”; “ukubet” anlamlarına gelmektedir[157]. Türk Hukuk Kurumu tarafından hazırlanan Türk Hukuk Lugatı’nda ceza, “suç işlendiğinden dolayı bir kimsenin hayat, hürriyet, mal ve izzetinefsi üzerinde, devletin, bunları tahdit ve takyit eder mahiyette ittihaz ve tatbik ettiği tedbirler” olarak tanımlanmaktadır[158]. Ceza bir fıkıh terimi olarak da, Türk hukukundakine benzer şekilde; “hukuk düzenince suçluya dünyada uygulanacak maddî ve manevi müeyyide” anlamına gelmektedir[159]. Tanımlarda da görüldüğü üzere ceza, bir otorite tarafından suçluya uygulanan müeyyidedir. İslâm hukukunda ceza verme yetkisi, devlet başkanı veya onu temsil eden/vekili olan görevliler tarafından, başka bir ifadeyle devlet otoritesince uygulanır. Ancak bazı istisnai durumlarda kişilere, velâyeti altında bulunan kimselere ceza verme yetkisi tanınmıştır.[160]

Buna göre ceza, her halükarda bir otorite veya kendisine yetki verilen kişi tarafından suçluya tatbik edilmektedir. Hâlbuki oruç keffâreti, bizzat orucu bozan kişi tarafından yerine getirilmekte; otorite veya yetkili kişi tarafından orucu bozana tatbik edilmemektedir. Keffâretin yerine getirilmesi için mükellefin/oruç bozan kişinin, keffârete niyet etmesinin zorunlu olması; onun kendi fiili olduğunu göstermektedir. Nitekim İslâm bilginleri, keffâretin geçerli olması için niyetin şart olduğunu söylemişlerdir. Bu sebeple orucu bozan kişinin niyeti olmaksızın, onun malından keffâret miktarı mal alınsa, keffâret yerine getirilmiş olmaz.[161] Niyetsiz oruç ise geçersizdir[162]. Dolayısıyla keffâret yükümlüsünün, niyetsiz iki ay oruç tutması mümkün değildir. Buna göre keffârette ceza özelliği yoktur. Bunun için Kârâfî; keffâretin ceza olmadığının gerekçelerini sayarken, keffaretin mükellefin kendi fiili olduğunu da saymıştır[163] Ayrıca yukarıda açıklandığı üzere, oruç keffâretinin hükmünün mendub olduğu dikkate alındığında, ceza olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü cezalar zorunlu olup cezanın uygulanmasında suçlunun tercih hakkı bulunmamaktadır.

B.     Keffâretlerin İbadet Olması

Oruç keffâretini oluşturan köle azat etme, iki ay oruç tutma veya 60 fakiri doyurma ibadettir. Bunun için, niyetsiz kabul olmaz[164]. İslâm’da köle azat etme, oruç tutma ve fakiri doyurma teşvik edilen fillerdendir.  Kur’ân-ı Kerim’de köle azat etme ve fakir doyurma ile ilgili olarak; “Buna rağmen o insan, bu zorlu imtihanı geçemedi. Sen, o zorlu imtihanın ne olduğunu biliyor musun? O imtihan, insanı hürriyetine kavuşturmaktır. Veya kıtlık zamanında, açı doyurmaktır. Ya da yetim akrabalara yardımda bulunmaktır. Veyahut hiçbir şeyi olmayan muhtaçları görüp gözetmektir. Sonuç olarak, iman edip sabır ve merhameti tavsiye etmektir. İşte bu insanların amel defterleri sağ taraflarından verilecektir.” buyrulmaktadır[165]. Hz. Peygamber (s.a.s) de, köle azat etmenin, kişinin cehennemden kurtulmasına vesile olacağını belirtmiştir[166]. Oruç ise, kişinin Allâh’a karşı kulluk bilincinde olması için hem daha önceki ümmetlere, hem de Hz. Muhammed (s.a.s)’in ümmetine meşru kılınan bir ibadettir[167].  Bir hadis-i kutsîde Allâh Teâlâ’nın orucu kendisine nispet ederek, “Oruç benim içindir ve onun mükâfatını da ben vereceğim.” buyurduğu bildirilmektedir[168]. Hz. Peygamber (s.a.s) de, oruçlunun ağız kokusunun Allâh katında miskten daha güzel olduğunu, oruç tutan kişi için, biri bu dünyada, diğeri de ahirette olmak üzere iki sevincin olacağını; inanarak ve sevabını Allâh Teâlâ’dan bekleyerek oruç tutan kişinin günahlarının bağışlanacağını ve orucun kişiyi kötülüklerden veya cehennemden koruyan kalkan olduğunu bildirmiştir[169]. Fakirleri doyurmak ise, Kur’ân-ı Kerîm’de, iyi kişilerin vasfı olarak sayılmakta[170] ve müminlerin birbirlerini buna teşvik etmesi beklenmektedir[171].

Dolayısıyla bu özelliklere sahip ibadetlerin ceza olarak görülmesi isabetli değildir. Bunun için Mâlikî bilgin Kârâfî, “Yüce Allâh’a yakınlaşmak için yapılan ibadet, ceza olmaz” demiştir[172]. Hz. Peygamber (s.a.s)’in bizzat kendisinin yaptığı, mü’minleri yapmaya teşvik ettiği ve karşılığında büyük mükâfatlar vaat edilen ibadetler ceza değil; belki bir fırsat, ikram ve lütuftur. Oruç keffâreti olarak iki ay oruç tutmaya ceza denilirse, mü’minlerin her yıl bir ay cezalandırıldığı kabul edilmiş olur. Hâlbuki Ramazan orucu, ceza değil; pek çok dünyevi ve uhrevi faydayı barındıran bir ibadettir. Dolayısıyla kasten oruç bozma keffâreti ceza değil; orucu bozmaktan kaynaklanan günahı telafi etmek için verilen bir fırsat ve ikramdır.

SONUÇ

Başlanan ibadetlerin tamamlanması asıldır; Kur’ân-ı Kerim’de başlanan orucun ve haccın tamamlanması emredilmektedir[173]. Dolayasıyla başlanan orucun bir mazeret bulunmaksızın bozulması haramdır ve böyle orucu bozan kişi günahkâr olur. Bunun dışında orucu bozan kişinin keffâretle yükümlü olup olmadığı, bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de oruç keffâreti ile ilgili ayet bulunmamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s)’in sünnetinde ise, sadece bir olay rivayet edilmektedir. İslâm bilginleri, bu olayı anlatan hadislerden hareketle farklı sonuçlara ulaşmışlardır: Hanefî ve Mâlikîlere göre bilerek ve isteyerek, bir mazeret bulunmaksızın herhangi bir şeyle; Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise cinsel ilişkiyle Ramazan orucunun bozulması durumunda, orucu bozan kişi keffâretle yükümlü olur. Ve bu keffâret, Hanefilere göre ceza yönü ağır basan bir müeyyide iken, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî fıkhında, hem ceza olduğuna dair, hem de telafi için olduğuna dair görüşler bulunmaktadır. İslâm bilginlerinin büyük bir çoğunluğu keffâretin vacip olduğunu söylemekle birlikte, Saîd b. Cübeyr, İbrâhîm en-Nehaî, Şa’bî, İbn Sîrîn, Süddî gibi azınlıkta kalan bazı fakihlerin, her ne şekilde olursa olsun oruç bozmadan dolayı keffâret gerekmediği görüşünde olduğu nakledilmektedir.

Oruç keffâretiyle ilgili hadis ile İslâm bilginlerinin yorumları ve ulaştıkları görüşler değerlendirildiğinde, oruç keffâretinin bozulan orucun günahını telafi etmek üzere meşru kılınan mendup bir ibadet olduğu; yapılması zorunlu bir ceza olmadığı söylenebilir. Zira hüküm koyma yetkisi, son tahlilde Yüce Allâh’a ait olup, peygamberin bir farzı/vacibi kaldırma yetkisi bulunmamaktadır. Buna göre, Hz. Peygamber (s.a.s)’in bedeviye hurmayı ailesiyle birlikte yemesine izin vermesi, oruç keffâretinin Allâh Teâlâ tarafından vacip kılınan bir hüküm olmadığını göstermektedir. Başka bir ifadeyle Rasûlullâh (s.a.s)’ın bu izni, emrin bağlayıcı olmadığını gösteren bir karinedir. Dolayısıyla kasten Ramazan orucunu bozan kişi, Hz. Peygamber (s.a.s)’in tavsiye ettiği keffâreti ifa ederse, orucu bozmaktan kaynaklanan günahı telafi etmiş olur; fakat keffâreti yerine getirmezse sadece orucu bozmanın günahını yüklenir, ayrıca keffâreti ödemediği için sorumlu tutulmaz.

Diğer taraftan oruç keffâretini ceza olarak kabul etmek de uygun değildir. Çünkü ceza bir otorite tarafından suçluya uygulanırken, oruç keffâreti bizzat mükellefin kendisi tarafından yerine getirilmektedir. Ayrıca birçok dünyevi ve uhrevi faydayı barındıran; karşılığında büyük mükâfatlar vaat edilen ibadetlerden oluşan keffâret, ceza değil; orucu bozmaktan kaynaklanan günahı telafi etmek için verilen bir fırsat ve ikramdır.

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

Abbâdî, Ahmed b. Kâsım. Hâşiyetü’l-Abbâdî (Havâşi’ş-Şirvânî ve’l-Abbâdî alâ Tuhfeti’l-Muhtâc bi-Şerhi’l-Minhâc). 12 Cilt. Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2016.

Abderî, Ebu Abdillâh Muhammed b. Yûsuf b. Ebi’l-Kâsım. et-Tâc ve’l-İklîl li-Muhtasari Halîl. 6 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1398.

Ahmed, İbn Hanbel. Müsnedü’l-İmâmi Ahmed b. Hanbel. 50 Cilt. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2001.

Âmidî, Ali b. Muhammed. el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm. Riyad: Dâru’s-Samî’î, 2003.

ânî, Ebu’l-Muzaffer Mansûr b. Muhammed b. Abdilcebbâr es-Sem’. Kavâti’u’l-Edilleti fî’l-Usûl. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 1997.

Aynî, Bedrüddîn Ebu Muhammed Mahmûd b. Ahmed. Umdetü’l-Kâri Şerhu Sahihi’l-Buhârî. 25 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 2001.

Bâbertî, Ekmelüddin Muhammed b. Mahmûd b. Ahmed el-Bâbertî. el-İnâye Şerhu’l-Hidâye (Fethu’l-Kadîr ile birlikte). 10 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003.

Bâbertî, Muhammed b. Mahmûd b. Ahmed. er-Rudûd ve’n-Nukûd Şerhu Muhtasari İbni’l-Hâcib. 2 Cilt. Riyad: Mektebetü’r-Rüşd Nâşirûn, 1. Baskı., 2005.

Bebek, Adil. “Ceza”. DİA. 7/469-470. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1993.

Bedrüddîn el-Aynî, Mahmûd b. Ahmed b. Mûsâ b. Ahmed b. el-Hüseyn. el-Binâye Şerhu’l-Hidâye. 13 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 2000.

Bermâvî, Şemsüddîn Muhammed b. Abdiddâim. el-Fuâdu’s-Seniyye fî Şerhi’l-Elfiyye. 5 Cilt. Cezîre: Mektebetü’t-Tev’iyyeti’l-İslâmiyye li’t-Tahkîki ve’n-Neşri ve’l-Bahsi’l-İlmî, 1. Baskı., 2015.

Beyhakî, Ebu Bekir Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali. es-Sünenü’l-Kübrâ. 11 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 3. Baskı., 2003.

Bigi, Musa Carullah. Uzun Günlerde Oruç İctihad Kitabı. 1 Cilt. Ankara, ts.

Buhârî, Alâuddîn Abdülazîz b. Ahmed. Keşfü’l-Esrâr an Usûli Fahri’l-İslâm el-Bezdevî. 4 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 1997.

Buhûtî, Mansûr b. Yûnus b. İdrîs. er-Ravdu’l-Murbi’ Şerhu Zâdi’l-Müstekni’. Dâru’l-Müeyyed, Müessesetü’r-Risâle, ts.

Buhûtî, Mansûr b. Yûnus b. İdrîs. Keşşâfu’l-Kınâ’an Metni’l-İknâ’. 5 Cilt. Beyrut: Âlemü’l-Kütüb, 1. Baskı., 1997.

Cemel, Süleyman b. Ömer b. Mansûr el-Uceylî el-Mısrî eş-Şâfiî. Hâşiyetü’l-Cemel alâ Şerhi’l-Menhec. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 1996.

Cessâs, Ahmed b. Ali er-Râzî. el-Fusûl fi’l-Usûl. 4 Cilt. Küveyt: Vezâretü’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, 1. Baskı., 1985.

Cezîrî, Abdurrahman. Kitâbu’l-Fıkh ale’l-Mezâhibi’l-Erbe’a. 5 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2. Baskı., 2003.

Çolak, Abdullah. “Oruç Kefâretinin Dayandığı Hadesliren Tahlili”. EKEV Akademi Dergisi 9/23 (2005), 135-156.

Demîrî, Kemâlüddîn Ebu’l-Bekâ Muhammed b. Mûsâ b. Îsâ. en-Necmü’l-Vehhâc fî Şerhi’l-Minhâc. 10 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Minhâc, 1. Baskı., 2004.

Derdîr, Ebu’l-Berekât Sîdî Ahmed. eş-Şerhu’l-Kebîr (Hâşiyetü’d-Desûkî ile birlikte). 4 Cilt. Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, ts.

Ebû Abdillah Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm İbn Muğîre el-Cu’fî el-Buhârî. el-Câmi’u’l-Müsnedü’s-Sahîhu’l-Muhtasaru min Umûri Rasûlillâhi (s.a.s) ve Sünenihi ve Eyyâmihi. 9 Cilt. Beyrut, 1. Baskı., ts.

Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd Mâce el-Kazvînî. Sünenü İbni Mâce. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Fikr, ts.

Ebu Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb en-Nesâî. el-Müctebâ mine’s-Sünen (Sünenü’n-Nesâî). 8 Cilt. Haleb: Mektebü’l-Matbûati’l-İslâmiyye, 1986.

Ebû Dâvûd Süleymân b. el-Eş’as es-Sicistânî. Sünenü Ebî Dâvûd. Riyad: Mektebetü’l-Meârif li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 2. Baskı., 1424.

Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevra et-Tirmizî es-Sülemî. el-Câmi’u’s-Sahîh (Sünenü’t-Tirmizî). 5 Cilt. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ts.

Ebû Yûsuf, Ya’kûb b. İbrâhîm. Kitâbu’l-Harâc. Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, 1979.

Ebû Zehra, Muhammed. Usûlü’l-Fıkh. Dâru’l-Fikri’l-Arabî, ts.

Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, Şemsüddin Abdurrahman b. Ebu Ömer Muhammed b. Ahmed İbn Kudâme el-Makdisî. eş-Şerhu’l-Kebîr (“el-Mukni’” ve “el-İnsâf” ile birlikte). 32 Cilt. Cize: Hecr, 1. Baskı., 1993.

Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, Şemsüddin Abdurrahman b. Ebu Ömer Muhammed b. Ahmed İbn Kudâme el-Makdisî. eş-Şerhu’l-Kebîr (Muğnî ile birlikte). 13 Cilt. Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, ts.

Ebu’l-Hüseyn el-Basrî, Muhammed b. Ali b. et-Tayyib el-Mu’tezîlî. Kitâbu’l-Mu’temed fî Usûli’l-Fıkh. 2 Cilt. Dimeşk: el-Ma’hedü’l-İlmiyyi’l-Ferensî li’d-Dirâsâti’l-Arabiyye, 1965.

Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî. Sahîhu Müslim. 1 Cilt. Riyad: Beytü’l-Efkâri’d-Devliyye, 1998.

Ebu’t-Tâhir et-Tenûhî, İbrâhîm b. Abdussamed b. Beşrî. et-Tenbîh alâ Mebâdii’t-Tevcîh Kısmü’l-İbâdât. 2 Cilt. Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1. Baskı., 2007.

Ebyârî, Ali b. İsmâîl. et-Tahkîk ve’l-Beyân fî Şerhi’l-Burhân fî Usûli’l-Fıkh. 4 Cilt. Küveyt: Dâru’z-Ziyâ, 1. Baskı., 2013.

Emir Padişâh, Muhammed Emîn b. Mahmûd el-Buhârî. Teysîrü’t-Tahrîr. 4 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1996.

Ferrâ, el-Kâdî Ebû Ya’lâ Muhammed b. el-Hüseyn el-Bağdâdî el-Hanbelî. el-Udde fî Usûli’l-Fıkh. 5 Cilt. Riyad, 2. Baskı., 1990.

Fevzân, Abdullah b. Sâlih. Teysîrü’l-Vusûl ilâ Kavâ’idi’l-Usûl ve Me’âkidi’l-Fusûl li’lİmâmi Abdilmü’min b. Abdilhak el-Bağdâdî el-Hanbelî. 2 Cilt. Dâru’l-Fazîlet, 1. Baskı., 2001.

Feyrûzâbâdî, Mecdüddîn Muhammed b. Ya’kûb eş-Şîrâzî. el-Kâmûsu’l-Muhît. 4 Cilt. Mısır: el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l-Âmmetü li’lKitâb, 3. Baskı., 1978.

Haccâvî, Ebu’n-Nücâ Şerefüddîn Mûsâ b. Ahmed b. Mûsâ. Zâdu’l-Müsteknı’ fi’htisâri’l-Mukni’. Riyad: Dâru’l-Vatan li’n-Neşr, ts.

Haccâvî, Ebu’n-Nücâ Şerefüddîn Mûsâ el-Makdisî. el-İknâ’ fî Fıkhi’l-İmâmi Ahmed b. Hanbel. 4 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, ts.

Hallâf, Abdülvehhab. İlmu Usûli’l-Fıkh. yy.: Mektebetü’d-Da’veti’l-İslamiyye, ty.

Hamevî, Ahmed b. Muhammed el-Hanefî. Gamzu Uyûni’l-Besâir Şerhu Kitâbi’l-Eşbâhi ve’n-Nezâir. 4 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 1985.

Haraşî, Muhammed b. Abdillah. Şerhu Muhtasari Sîdî Halîl. 8 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Fikr, ts.

Haskefî, Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Abdirrahmân. ed-Dürrü’l-Muhtâr Şerhu Tenvîri’l-Ebsâr ve Câmi’i’l-Bihâr. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2002.

Hattâbî, Ebu Süleymân Hamd b. Muhammed el-. Me’âlimü’s-Sünen. 4 Cilt. Haleb: Matbaatu Muhammed Râğıb et-Tabbâh el-İlmiyye, 1. Baskı., 1933.

Heytemî, Şihâbuddîn b. Hacer. Tuhfeti’l-Muhtâc bi-Şerhi’l-Minhâc. 12 Cilt. Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2016.

Ilîş, Muhammed. Şerhu Minahi’l-Celîl alâ Muhtasari’l-Allâme Halîl. 4 Cilt. Tarablus: Mektebetü’n-Necâh, ts.

İbn Abdilberr, Ebu Ömer Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdilberr b. Âsım en-Nemrî el-Kurtubî. el-İstizkâr. 9 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2000.

İbn Abdilhak el-Bağdâdî, Safiyyüddîn Abdülmü’min b. Kemâliddîn. Kavâ’idu’l-Usûl ve Me’âkidu’l-Fusûl Muhtasaru Tahkîki’l-Emel fî İlmeyi’l-Usûli ve’l-Cedel. Mekke: Câmi’atü Ümmi’l-Kurâ, 1. Baskı., 1988.

İbn Âbidîn, Muhammed Emîn. Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr ala’d-Dürri’l-Muhtâr Şerhi Tenvîri’l-Ebsâr. 14 Cilt. Riyad: Dâru Âlemi’l-Kütüb, 2003.

İbn Akîl el-Bağdâdî, Ebu’l-Vefa Ali b. Akîl b. Muhammed. el-Vâdıh fî Usûli’l-Fıkh. 5 Cilt. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle li’t-Tabâati ve’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1. Baskı., 1999.

İbn Battâl, Ebu’l-Hasan Ali b. Halef b. Abdilmelik. Şerhu Sahîhi’l-Buhârî. 10 Cilt. Riyad: Mektebetü’r-Rüşd, 2. Baskı., 2003.

İbn Bezîze, Ebû Fâris (Ebû Muhammed) Abdülazîz b. İbrâhîm b. Ahmed el-Kureşî et-Temîmî et-Tûnusî. Ravzatu’l-Müstebîn fî Şerhi Kitâbi’t-Telkîn. 2 Cilt. Dâru İbn Hazm, 1. Baskı., 2010.

İbn Cüzey, Muhammed b. Ahmed el-Gırnâtî. el-Kavânînü’l-Fıkhiyye fî Telhîsi Mezhebi’l-Mâlikiyye ve’t-Tenbîhi ale’ş-Şâfi’iyyeti ve’l-Hanefiyyeti ve’l-Hanbeliyye. Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1. Baskı., 2013.

İbn Dakîku’l-’Îd, Takiyyuddîn. İhkâmu’l-Ahkâm Şerhu Umdeti’l-Ahkâm. 2 Cilt. Beyrut: Alemü’l-Kütüb, 2. Baskı., 1987.

İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekir Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe el-Absî el-Kûfî. el-Musannef li’bni Ebî Şeybe. 26 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kurtuba, 1. Baskı., 2006.

İbn Emîri’l-Hâc. et-Takrîr ve’t-Tahbîr ale’t-Tahrîr fî Usûli’l-Fıkh. 3 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Birinci Baskı., 1999.

İbn Hümâm, Kemâlüddin Muhammed b. Abdülvâhid es-Sivâsî. Fethu’l-Kadîr ale’l-Hidâyeti Şerhi Bidâyeti’l-Mübtedî. 10 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003.

İbn Kayyım el-Cevziyye, Şemsüddîn Ebu Abdullah Muhammed b. Ebî Bekr. İ’lâmu’l-Muvakki’în an Rabbi’l-Âlemîn. 4 Cilt. Cidde: Dâru İbni’l-Cevziyye, 1423.

İbn Kutluboğa, Ebu’l-Fedâ Zeynüddîn Kâsım. Hulâsatu’l-Efkâr Şerhu Muhtasari’l-Menâr. 1 Cilt. Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1. Baskı., 2003.

İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemalüddîn Muhammed b. Lisânu’l-Arab. 15 Cilt. Beyrut, ty.

İbn Müflih, Ebû İshâk Burhânuddîn İbrâhîm b. Muhammed b. Abdillah b. Muhammed. el-Mübdi’ Şerhu’l-Mukni’. 8 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 1997.

İbn Mülakkın, Ebû Hafs Sirâcuddîn Ömer b. Ali b. Ahmed eş-Şâfiî. et-Tavdîh li-Şerhi’l-Câmi’i’s-Sahîh. 36 Cilt. Dimeşk: Dâru’l-Felâh li’l-Bahsi’l-İlmiyyi ve Tahkîki’t-Turâs, 1. Baskı., 2008.

İbn Neccâr, Muhammed b. Ahmed b. Abdilazîz el-Futûhî el-Hanbelî. Şerhu’l-Kevkebi’l-Münîr el-Müsemmâ bi-Muhtasari’t-Tahrîr; (el-Muhteberu’l-Mübtekir Şerhu’l-Muhtasari fî Usûli’l-Fıkh). 4 Cilt. Riyad: Mektebetü’l-Ubeykân, 1993.

İbn Nüceym, Zeynüddîn b. İbrâhîm b. Muhammed. el-Bahru’r-Râik Şerhu Kenzi’d-Dekâik (fî Furû’i’l-Hanefiyye). 9 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Birinci Baskı., 1997.

İbn Rüşd, Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Rüşd el-Kurtubî. Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-Muktesid. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, Altıncı Baskı., 1982.

İbn Teymiyye, Şeyhu’l-İslâm Ahmed b. Abdilhalîm b. Abdisselâm. Şerhu’l-Umde. 5 Cilt. Cidde: Mecma’u’l-Fıkhi’l-İslâmî, ts.

İbn Yûnus, Ebû Bekir Muhammed b. Abdillah b. Yûnus et-Temîmî es-Sıkıllî. el-Câmi’u li-Mesâili’l-Müdevveneti ve’l-Muhteleta. 24 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1. Baskı., 2013.

İbnü’l-Hâcib, Ebû Amr Cemâlüddîn Osman b. Ömer. el-Muhtasar (er-Rudûd ve’n-Nukûd ile birlikte). 2 Cilt. Riyad: Mektebetü’r-Rüşd Nâşirûn, 1. Baskı., 2005.

Kâdî Abdülvehhâb, Ebû Muhammed Abdülvehhâb el-Bağdâdî el-Mâlikî. et-Telkîn fî’l-Fıkhi’l-Mâlikî. 2 Cilt. Riyad: Mektebetü Nezâr Mustafâ el-Bâz, 2004.

Kalyûbî, Şihâbuddîn Ahmed b. Ahmed b. Selâme. Hâşiyetü’l-Kalyûbî (Hâşiyetân alâ Şerhi Minhâci’t-Tâlibîn). 4 Cilt. Mısır: Şeriketü Mektebeti ve Matba’ati Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve Evlâduhu, 3. Baskı., 1956.

Karâfî, Şihâbuddîn Ahmed b. İdrîs. ez-Zehîra. 14 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, 1. Baskı., 1994.

Karâfî, Şihâbuddîn Ebû’l-Abbâs Ahmed b. İdrîs el-Mısrî el-Mâlikî. Envâru’l-Burûk fî Envâi’l-Furûk. 4 Cilt. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle li’t-Tabâati ve’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1. Baskı., 2003.

Karaman, Hayrettin. Mukayeseli İslam Hukuku. 3 Cilt. İstanbul: Nesil Yayınları, 1991.

Kâsânî, Alâuddîn Ebû Bekir b. Mes’ûd. Kitâbu Bedâi’i’s-Sanâi’ fî Tertîbi’ş-Şerâi’. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1986.

Katar, Mehmet. “Dinlerde Keffaret Anlayışı”. Dini Araştırmalar 1/1 (01 Haziran 1998), 44-58.

Kermî, Mer’î b. Yûsuf el-Hanbelî. Gâyetü’l-Müntehâ fî Cem’i’l-İknâ’i ve’l-Müntehâ. 2 Cilt. Küveyt: Müessesetü Garrâs, 1. Baskı., 2007.

Kudûrî, Ebu’l-Hüseyn Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Ca’fer b. Hamdân. et-Tecrîd. 12 Cilt. Kahire: Dâru’s-Selâm, İkinci Baskı., 2006.

Lahmî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed er-Rab’î. et-Tebsıra. 14 Cilt. Katar: Vezâretü’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, 1. Baskı., 2011.

Leknevî, Abdulali b. Muhammed b. Nizâmuddîn Muhammed es-Sehâlevî el-Ensârî. Fevâtihu’r-Rahamût bi-Şerhi Müsellemi’s-Sübût. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 2002.

Macit, Yunus. “Kasten Oruç Bozmanın Cezası ile İlgili Rivayetlerin Tahlili”. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi 5/3 (2005), 122-157.

Maçin, Hasan. İslâm Hukukunda Keffaretler. Diyarbakır: Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2001.

Makdisî, Şemsüddîn Muhammed b. Müflih. Kitâbu’l-Furû’. 12 Cilt. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1. Baskı., 2003.

Mâlik b. Enes. el-Muvatta’. 8 Cilt. Abudabi: Müessesetü Zâyed b. Sultân, 1. Baskı., 2004.

Maverdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b Habîb. el-Hâvi’l-Kebîr fî Fıkhi Mezhebi’l-İmâmi’ş-Şâfiî. 18 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Birinci Baskı., 1994.

Merdâvî, Alâuddîn Ebû’l-Hasan Ali b. Süleymân. el-İnsâf fî Ma’rifeti’r-Râcihi mine’l-Hilâfi alâ Mezhebi’l-İmâmi’l-Mübeccel Ahmed b. Hanbel. 12 Cilt. Kahire: Matbaatu’s-Sünneti’l-Muhammediyye, 1. Baskı., 1956.

Merdâvî, Alâuddîn Ebu’l-Hasen Ali b. Süleymân. et-Tahbîr Şerhu’t-Tahrîr fî Usûli’l-Fıkh. 8 Cilt. Riyad: Mektebetü’r-Reşîd li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1. Baskı., 2000.

Merdâvî, Alâuddîn Ebu’l-Hasen Ali b. Süleymân b. Ahmed. el-İnsâf fî Ma’rifeti’r-Râcihi mine’l-Hilâf (“el-Mukni’” ve “eş-Şerhu’l-Kebîr” ile birlikte). 32 Cilt. Cize: Hecr, 1. Baskı., 1993.

Merginânî, Ebû’l-Hasen Ali b. Ebû Bekir b. Abdülcelîl. el-Hidâye Şerhu Bidâyeti’l-Mübtedî. 4 Cilt. İstanbul, 1986.

Mevsılî, Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd. el-İhtiyâr li-Ta’lîli’l-Muhtâr. 5 Cilt. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1980.

Minyâvî, Ebu’l-Münzir Mahmûd b. Muhammed b. Mustafa b. Abdillatif. eş-Şerhu’l-Kebîr li-Muhtasari’l-Usûli min İlmi’l-Usûl. Mısır: el-Mektebetü’ş-Şâmile, 1. Baskı., 2011.

Molla Fenârî, Şemsüddîn Muhammed b. Hamza b. Muhammed. Fusûlu’l-Bedâi’ fî Usûli’ş-Şerâi’. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 2006.

Molla Hüsrev. Mirâtü’l-Usûl Şerhu Mirkâti’l-Vusûl. Dersaadet, 1321.

Mustafa, İbrahim vd. el-Mu’cemu’l-Vesît. 1 Cilt. yy., 2004.

Mutî’î, Muhammed Necîb. Tekmiletü Kitâbi’l-Mecmû’ Şerhi’l-Mühezzeb li’ş-Şîrâzî (Mecmû’ ile birlikte). 12 (23) Cilt. Cidde: Mektebetü’l-İrşâd, ts.

Muvaffakuddîn İbn Kudâme, Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Makdisî. el-Muğnî (eş-Şerhu’l-Kebîr ile birlikte). 13 Cilt. Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, ts.

Muvaffakuddîn İbn Kudâme, Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Makdisî. el-Mukni’ (“eş-Şerhu’l-Kebîr” ve “el-İnsâf” ile birlikte). 32 Cilt. Cize: Hecr, 1. Baskı., 1993.

Nefrâvî, Ahmed b. Guneym b. Sâlim b. Mühennâ el-Ezherî. el-Fevâkihü’d-Devânî alâ Risâleti’bni Ebî Zeyd el-Kayravânî. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 1997.

Nemerî, Ebû Ömer Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdülberr el-Kurtubî. et-Temhîd li-mâ fi’l-Muvattai mine’l-Meânî ve’l-Esânîd. 26 Cilt, 1979.

Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddîn b. Şeref. Kitâbu’l-Mecmû’ Şerhu’l-Mühezzeb li’ş-Şîrâzî. 23 Cilt. Cidde: Mektebetü’l-İrşâd, ty.

Orum, Fatih. “Bir Beşerî Teşrî Faaliyeti: Oruç Keffâreti”. Kitap ve Hikmet 1/2 (2013), 18-23.

Öztürk, Dr Nermin. “İlahi Dinlerde Yemin, Keffaret Ve Kurban”. Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 13/13 (01 Şubat 2002).

Paçacı, İbrahim. Dini Kavramlar Sözlüğü. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 6. Baskı., 2015.

Racrâcî, Ebû’l-Hasen Ali b. Sa’îd. Menâhicü’t-Tahsîl ve Netâicü Letâifi’t-Te’vil fî Şerhi’l-Müdevveneti ve Halli Müşkilâtihâ. 10 Cilt. Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1. Baskı., 2007.

Remlî, Ebu’l-Abbâs Ahmed. Hâşiyetü’r-Remlî (Esna’l-Metâlib ile birlikte). 4 Cilt, ts.

Remlî, Şemsüddîn Muhammed b. Ebi’l-Abbâs Ahmed b. Hamza b. Şihâbiddîn. Nihâyetü’l-Muhtâc ilâ Şerhi’l-Minhâc. 8 Cilt. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 3. Baskı., 1992.

Ruhaybânî, Mustafâ es-Suyûtî. Metâbilu Üli’n-Nühâ fî Şerhi Gayeti’l-Müntehâ. 6 Cilt. Dimeşk: el-Mektebü’l-İslâmî, 1. Baskı., 1961.

Rûyânî, Ebu’l-Mehâsin Abdülvâhid b. İsmâîl. Bahru’l-Mezheb fi Furû’i’l-Mezhebi’ş-Şâfiî. 14 Cilt. Dâru’l-İlmiyye, 1. Baskı., 2009.

Sadruşşerîa, Ubeydullah b. Mes’ûd el-Mahbûbî el-Buhârî. et-Tavdîh fî Halli Gavâmidi’t-Tenkîh (Şerhu’t-Telvîh ale’t-Tavdîh ile birlikte). 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., ts.

Sadruşşerîa, Ubeydullah b. Mes’ûd el-Mahbûbî el-Buhârî. Tenkîhu’l-Usûl (Şerhu’t-Telvîh ale’t-Tavdîh ile birlikte). 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., ts.

Sahnûn, Sahnûn b. Saîd et-Tenûhî. el-Müdevvenetü’l-Kübrâ li’l-İmâmi Mâlik b. Enesi’l-Asbehî. 4 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 1994.

Sa’lebî, Ebû Muhammed Abdülvehhâb b. Ali b. Nasr el-Bağdâdî. Uyûnü’l-Mesâil. 1 Cilt. Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1. Baskı., 2009.

San’ânî, Ebû Bekir Abdurrazzâk b. Hemmâm. el-Musannef li-Abdirrazzâk. 12 Cilt. Beyrut: el-Mektebü’l-İslâmî, 2. Baskı., 1983.

Sehârenpûrî, Halîl Ahmed. Bezlü’l-Mechûd fî Halli Süneni Ebî Dâvûd. 14 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, 1. Baskı., 2006.

Serahsî, Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed b. Ebî Sehl. Usûlü’s-Serahsî. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 1993.

Serahsî, Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed. Kitâbu’l-Mebsût. 33 Cilt. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1983.

Sığnâkî, Hüsâmuddîn el-Hüseyn b. Ali b. Haccâc b. Ali. el-Kâfî Şerhu’l-Bezdevî. 5 Cilt. Mektebetü’r-Rüşd li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1. Baskı., 2001.

Sırım, Veli. “İslâm Dininde Uygulanan Mâlî Keffâretler ve Sosyo-Ekonomik Yönleri”. İslam Ekonomisi ve Finansı Dergisi 7/1 (2021), 89-110.

Sîdî Halîl, Halîl b. İshâk el-Cündî. Muhtasaru’l-Allâmeti Halîl. Kahire: Dâru’l-Hadîs, 1. Baskı., 2005.

Sübkî, Tâcüddîn Ebu Nasr Abdulvehhâb b. Ali b. Abdilkâfî. Ref’u’l-Hâcib an Muhtasarı İbni’l-Hâcib. 4 Cilt. Beyrut: Alemu’l-Kütüb, 1. Baskı., 1999.

Süneykî, Zeynüddîn Ebû Yahyâ Zekeriyye b. Muhammed b. Ahmed el-Ensârî. Gâyetü’l-Vusûl ilâ Şerhi Lübbi’l-Usûl. 1 Cilt. Küveyt: Dâru’z-Ziyâ li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1. Baskı., 2017.

Şa’bân, Zekiyyüddîn. Usûlu’l-Fıkhi’l-İslâmî. Beyrut: Metâbi’u Dâri’l-Kütüb, İkinci Baskı., 1971.

Şâfiî, Muhammed b. İdrîs. el-Ümm. 11 Cilt. Mansûra: Dâru’l-Vefâ, 2001.

Şelebî, Şihâbuddîn Ahmed. Hâşiyetü Tebyîni’l-Hakâik Şerhi Kenzi’d-Dekâik. 6 Cilt. Bolak: Matbaatu’l-Kübrâ’l-Emîriyye, 1. Baskı., 1310.

Şenkîtî, Muhammed b. Muhammed Sâlim el-Meclisî. Levâmi’u’d-Dürer fî Hetki Estâri’l-Muhtasar. 15 Cilt. Moritanya: Dâru’r-Rıdvân, 1. Baskı., 2015.

Şevkânî, Muhammed b. Ali eş-. İrşâdu’l-Fuhûl ilâ Tahkîki’l-Hakki min İlmi’l-Usûl. 2 Cilt. Riyad: Dâru’l-Fazîleti li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1. Baskı., 2000.

Şeyhzâde, Abdurrahman b. Muhammed b. Süleymân. Mecma’u’l-Enhur fî Şerhi Mülteka’l-Ebhur. 4 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1998.

Şihâbuddîn el-Bağdâdî, Abdurrahman b. Asker. İrşâdu’s-Sâlik ilâ Eşrefi’l-Mesâlik fî Fıkhi’l-İmâmi Mâlik. 1 Cilt. Kahire: Dâru’l-Fazîleti li’n-Neşri ve’t-Tevzî’i ve’t-Tasdîr, ts.

Şîrâzî, Ebu İshâk. el-Mühezzeb fî Fıkhi’l-İmâmi’ş-Şâfiî. 6 Cilt. Dimeşk: Dâru’l-Kalem, 1. Baskı., 1996.

Şîrâzî, Ebû İshâk İbrâhîm b. Ali b. Yûsuf el-Fîrûzâbâdî. et-Tenbîh fi’l-Fıkhi’ş-Şâfiî. 1 Cilt. Beyrut: Alemu’l-Kütüb, 1403.

Şirbînî, Şemsüddîn Muhammed b. el-Hatîb. Muğni’l-Muhtâc ilâ Ma’rifeti Me’ânî Elfâzi’l-Minhâc. 4 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, Birinci Baskı., 1997.

Şirvânî, Abdulhamîd el-Mekkî. Hâşiyetü’ş-Şirvâni (Havâşi’ş-Şirvânî ve’l-Abbâdî alâ Tuhfeti’l-Muhtâc bi-Şerhi’l-Minhâc). 12 Cilt. Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2016.

Takiyyüddîn es-Sübkî, Şeyhu’l-İslâm Ali b. Abdi’l-Kâfî – Tâcuddin es-Sübkî, Abdülvehhâb b. Ali. el-İbhâc fî Şerhi’l-Minhâc alâ Minhâci’l-Vusûl ilâ İlmi’l-Usûl li’l-Kâdî el-Beydâvî. 3 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 1984.

Tayyâr, Abdullah b. Muhammed b. Ahmed. Vebelü’l-Ğamâme fî Şerhi ’Umdeti’l-Fıkhi li’bni Kûdâme. 8 Cilt. Riyad: Dâru’l-Vatan li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1. Baskı., 1429.

Teftazânî, Sa’duddîn Mes’ûd b. Ömer. Şerhu’t-Telvîhi ale’t-Tavdîh li-Metni’t-Tenkîhi fî Usûli’l-Fıkh. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., ts.

Tetâî, Ebû Abdillah Şemsüddîn Muhammed b. İbrâhîm b. Halîl. Cevâhirü’d-Dürer fî Halli Elfâzi’l-Muhtasar. 8 Cilt. Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1. Baskı., 2014.

Tûfî, Necmüddîn Ebu’r-Rabî’ Süleymân b. Abdilkaviy b. el-Kerîm. Der’ü’l-Kavli’l-Kabîh bi’t-Tahsîni ve’t-Takbîh. Beyrut: ed-Dâru’l-Arabiyyeti li’l-Mevsûât, 1. Baskı., 1426.

Türcan, Talip. “Şeriat”. DİA. 38/571-574. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2010.

Türk Hukuk Kurumu. Türk Hukuk Lugatı. 1 Cilt. Ankara: Başbakanlık Basımevi, 3. Baskı., 1991.

Umeyra, Şihâbuddîn Ahmed el-Burullusî. Hâşiyetü’l-Umeyrî (Hâşiyetân alâ Şerhi Minhâci’t-Tâlibîn). 4 Cilt. Mısır: Şeriketü Mektebeti ve Matba’ati Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve Evlâduhu, 3. Baskı., 1956.

Vezâratü’l-Evkâf ve’ş-Şu’ûni’l-İslamiyye. el-Mevsû’atu’l-Fıkhiyye. 45 Cilt. Küveyt: Vezâretü’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, 1983.

Yaran, Rahmi. “Kefâret”. DİA. 25/179-182. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2002.

Zebîdî, Seyyid Muhammed Murtazâ el-Hüseynî. Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs. 40 Cilt. Küveyt: Matbaatu Hükûmeti’l-Küveyt, 1974.

Zencânî, Ebu’l-Menâkib Şihâbuddîn Mahmûd b. Ahmed. Tahrîcu’l-Furû’ ale’l-Usûl. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, Dördüncü Baskı., 1982.

Zerkânî, Abdülbakî b. Yûsuf b. Ahmed. Şerhu’z-Zerkânî alâ Muhtasarı Halîl (“el-Fethu’r-Rabbânî fî-mâ Zehele anhu’z-Zerkânî” ile birlikte). 8 Cilt. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı., 2002.

Zerkeşî, Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh. Teşnîfü’l-Mesâmi’ bi-Cem’i’l-Cevâmi’ li-Tâciddîn es-Sübkî. 4 Cilt. Mektebetü Kurtuba li’l-Bahsi’l-İlmiyyi ve’t-Turâsi’l-İslâmî, 1. Baskı., 1998.

Zerkeşî, Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh eş-Şâfiî. el-Bahru’l-Muhît fî Usûli’l-Fıkh. 6 Cilt. Dâru’s-Safvati li’t-Tabâ’ati ve’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 2. Baskı., 1992.

Zeydân, Abdülkerîm. el-Vecîz fî Usûli’l-Fıkh. Müessesetü’l-Kurtuba, ts.

Zeyla’î, Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdullah b. Yûsuf. Nasbu’r-Râye li-Ehâdîsi’l-Hidâye. 4 Cilt. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 2. Baskı., 1973.

Zeyla’î, Fahruddîn Osman b. Ali. Tebyînü’l-Hakâik Şerhu Kenzi’d-Dekâik. 6 Cilt. Bolak: el-Matbaatu’l-Kübrâ’l-Emîriyye, 1 Baskı., 1310.

Zuhaylî, Muhammed Mustafa. el-Vecîz fî Usûli’l-Fıkhi’l-İslâmî. 2 Cilt. Dimeşk: Dâru’l-Hayr li’t-Tabâati ve’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 2. Baskı., 2006.

Zuhaylî, Vehbe. el-Fıkhu’l-İslâmi ve Edilletühû. 10 Cilt. Dimeşk: Dâru’l-Fikr, 4. Baskı., 1997.

 

 

[1] Prof. Dr. Emekli Öğretim Üyesi ve Din İşleri Yüksek Kurulu (E.) Üyesi, ipacaci@hotmail.com ORCID NO: https://orcid.org/0000-0003-3376-0228

[2] Bakara, 2/183.

[3] Ebû Abdillah Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm İbn Muğîre el-Cu’fî el-Buhârî, el-Câmi’u’l-Müsnedü’s-Sahîhu’l-Muhtasaru min Umûri Rasûlillâhi (s.a.s) ve Sünenihi ve Eyyâmihi (Beyrut, ts.), “Îmân”, 1; Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî, Sahîhu Müslim (Riyad: Beytü’l-Efkâri’d-Devliyye, 1998), “Îmân”, 19-21; Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevra et-Tirmizî es-Sülemî, el-Câmi’u’s-Sahîh (Sünenü’t-Tirmizî) (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ts.), “Îmân”, 3.

[4] Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed Serahsî, Kitâbu’l-Mebsût (İstanbul: Çağrı Yayınları, 1983), 3/74; Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed b. Ebî Sehl Serahsî, Usûlü’s-Serahsî (Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-İlmiyye, 1993), 2/295-296; Zeynüddîn b. İbrâhîm b. Muhammed İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik Şerhu Kenzi’d-Dekâik (fî Furû’i’l-Hanefiyye) (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1997), 4/169; Ekmelüddin Muhammed b. Mahmûd b. Ahmed el-Bâbertî Bâbertî, el-İnâye Şerhu’l-Hidâye (Fethu’l-Kadîr ile birlikte) (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003), 2/326-327; Hüsâmuddîn el-Hüseyn b. Ali b. Haccâc b. Ali Sığnâkî, el-Kâfî Şerhu’l-Bezdevî (Mektebetü’r-Rüşd li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 2001), 4/2009; Ubeydullah b. Mes’ûd el-Mahbûbî el-Buhârî Sadruşşerîa, et-Tavdîh fî Halli Gavâmidi’t-Tenkîh (Şerhu’t-Telvîh ale’t-Tavdîh ile birlikte) (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts.), 2/319-320; Sa’duddîn Mes’ûd b. Ömer Teftazânî, Şerhu’t-Telvîhi ale’t-Tavdîh li-Metni’t-Tenkîhi fî Usûli’l-Fıkh (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts.), 2/320.

[5] İbrâhîm b. Abdussamed b. Beşrî Ebu’t-Tâhir et-Tenûhî, et-Tenbîh alâ Mebâdii’t-Tevcîh Kısmü’l-İbâdât (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2007), 2/753; Halîl b. İshâk el-Cündî Sîdî Halîl, Muhtasaru’l-Allâmeti Halîl (Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2005), 63; Ebu Abdillâh Muhammed b. Yûsuf b. Ebi’l-Kâsım Abderî, et-Tâc ve’l-İklîl li-Muhtasari Halîl (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1398), 2/450; Muhammed b. Abdillah Haraşî, Şerhu Muhtasari Sîdî Halîl (Beyrut: Dâru’l-Fikr, ts.), 2/262; Ebu’l-Berekât Sîdî Ahmed Derdîr, eş-Şerhu’l-Kebîr (Hâşiyetü’d-Desûkî ile birlikte) (Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, ts.), 1/537; Muhammed Ilîş, Şerhu Minahi’l-Celîl alâ Muhtasari’l-Allâme Halîl (Tarablus: Mektebetü’n-Necâh, ts.), 1/422.

[6] Yûnus 10/27; Şûrâ, 42/40.

[7] Mesela bk. Mehmet Katar, “Dinlerde Keffaret Anlayışı”, Dini Araştırmalar 1/1 (01 Haziran 1998), 57-58; Hasan Maçin, İslâm Hukukunda Keffaretler (Diyarbakır: Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2001), 13-28; Dr Nermin Öztürk, “İlahi Dinlerde Yemin, Keffaret Ve Kurban”, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 13/13 (01 Şubat 2002), 187-188; Veli Sırım, “İslâm Dininde Uygulanan Mâlî Keffâretler ve Sosyo-Ekonomik Yönleri”, İslam Ekonomisi ve Finansı Dergisi 7/1 (2021), 98-99.

[8] Musa Carullah Bigi, Uzun Günlerde Oruç İctihad Kitabı (Ankara, ts.), 213-220.

[9] Fatih Orum, “Bir Beşerî Teşrî Faaliyeti: Oruç Keffâreti”, Kitap ve Hikmet 1/2 (2013), 20, 23.

[10] Yunus Macit, “Kasten Oruç Bozmanın Cezası ile İlgili Rivayetlerin Tahlili”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi 5/3 (2005), 151.

[11] Abdullah Çolak, “Oruç Kefâretinin Dayandığı Hadesliren Tahlili”, EKEV Akademi Dergisi 9/23 (2005), 138-156.

[12] Buhârî, “Savm”, 29-31; Müslim, “Sıyâm”, 81-87; Tirmizî, “Savm” 28; Ebû Dâvûd Süleymân b. el-Eş’as es-Sicistânî, Sünenü Ebî Dâvûd (Riyad: Mektebetü’l-Meârif li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1424), “Sıyâm”, 37.

[13] Bk. İbn Hanbel Ahmed, Müsnedü’l-İmâmi Ahmed b. Hanbel (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2001), 39/105; Tirmizî, “Talâk”, 20; “Tefsîr”, 58; Ebû Dâvûd, “Talâk”, 17; Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd Mâce el-Kazvînî, Sünenü İbni Mâce (Beyrut: Dâru’l-Fikr, ts.), “Talâk”, 25.

[14] Ebu’l-Fadl Cemalüddîn Muhammed b. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab (Beyrut, ty.), 5/145-146, 148; Mecdüddîn Muhammed b. Ya’kûb eş-Şîrâzî Feyrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît (Mısır: el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l-Âmmetü li’lKitâb, 1978), 2/126, 127; Seyyid Muhammed Murtazâ el-Hüseynî Zebîdî, Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs (Küveyt: Matbaatu Hükûmeti’l-Küveyt, 1974), 14/50, 62; İbrahim Mustafa vd., el-Mu’cemu’l-Vesît (yy., 2004), 2/791-792.

[15] Mâide, 5/45.

[16] Fetih 48/5.

[17] Muhammed 47/2; Tegâbun 64/9.

[18] Mâide 5/12.

[19] Mâide, 5/65, Enfâl 8/29, Zümer 35/39, Talâk 65/5.

[20] Âl-i İmrân, 3/193, A’râf, 7/153, Tahrîm 66/8.

[21] Nisâ 4/31.

[22] Bakara 2/271.

[23] Âl-i İmrân 3/195.

[24] Buhârî, “Savm”, 3.

[25] Buhârî, “Umre”, 1; Müslim, “Hacc”, 437.

[26] Müslim, “Tahâret”, 11, 14, 15.

[27] Müslim, “Tahâret”, 14, 15; Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 129; “Salât”, 235.

[28] Müslim, “Birr”, 52; Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 1.

[29] Tirmizî, “İlim”, 2.

[30] Bk. İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, 4/168; Ebû Zekeriyyâ Muhyiddîn b. Şeref Nevevî, Kitâbu’l-Mecmû’ Şerhu’l-Mühezzeb li’ş-Şîrâzî (Cidde: Mektebetü’l-İrşâd, ty.), 6/365; Muhammed Emîn İbn Âbidîn, Hâşiyetü Reddi’l-Muhtâr ala’d-Dürri’l-Muhtâr Şerhi Tenvîri’l-Ebsâr (Riyad: Dâru Âlemi’l-Kütüb, 2003), 5/134; Vezâratü’l-Evkâf ve’ş-Şu’ûni’l-İslamiyye, el-Mevsû’atu’l-Fıkhiyye (Küveyt: Vezâretü’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, 1983), 35/37; Rahmi Yaran, “Kefâret”, DİA (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2002), 25/179; İbrahim Paçacı, Dini Kavramlar Sözlüğü (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2015), “Keffâret”, 369.

[31] Mâide, 5/89.

[32] Mâide, 5/95.

[33] Bakara 2/196.

[34] Nisâ 4/92.

[35] Mücâdele 58/3-4.

[36] Mesela bk. Buhârî, “Keffârâtü’l-Eymân”, 1-10; Müslim, “Eymân”, 1-13; Tirmizî, “Talâk”, 20; “Nüzûr”, 5-19; Ebû Dâvûd, “Talâk”, 17; “Eymân”, 1-20; Ebu Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb en-Nesâî, el-Müctebâ mine’s-Sünen (Sünenü’n-Nesâî) (Haleb: Mektebü’l-Matbûati’l-İslâmiyye, 1986), “Talâk”, 33; İbn Mâce, “Talâk”, 25.

[37] Buhârî, “Savm”, 30; Müslim, “Sıyâm” 81-87; “Eymân”, 29-36; Tirmizî, “Tahâret”, 103; “Savm”, 28; Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 48; “Sıyâm”, 37; İbn Mâce, “Tahâret”, 123; “Sıyâm”, 14.

[38] Nisâ, 4/92.

[39] Mücadele, 58/4.

[40] Ebu’l-Muzaffer Mansûr b. Muhammed b. Abdilcebbâr es-Sem’ânî, Kavâti’u’l-Edilleti fî’l-Usûl (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1997), 2/107, 200; Alâuddîn Abdülazîz b. Ahmed Buhârî, Keşfü’l-Esrâr an Usûli Fahri’l-İslâm el-Bezdevî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1997), 3/448; Ali b. Muhammed Âmidî, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm (Riyad: Dâru’s-Samî’î, 2003), 3/246; Muhammed b. Ali eş-Şevkânî, İrşâdu’l-Fuhûl ilâ Tahkîki’l-Hakki min İlmi’l-Usûl (Riyad: Dâru’l-Fazîleti li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 2000), 2/924; Abdullah b. Sâlih Fevzân, Teysîrü’l-Vusûl ilâ Kavâ’idi’l-Usûl ve Me’âkidi’l-Fusûl li’lİmâmi Abdilmü’min b. Abdilhak el-Bağdâdî el-Hanbelî (Dâru’l-Fazîlet, 2001), 2/535.

[41] Alâuddîn Ebu’l-Hasen Ali b. Süleymân Merdâvî, et-Tahbîr Şerhu’t-Tahrîr fî Usûli’l-Fıkh (Riyad: Mektebetü’r-Reşîd li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 2000), 7/3149; Tâcüddîn Ebu Nasr Abdulvehhâb b. Ali b. Abdilkâfî Sübkî, Ref’u’l-Hâcib an Muhtasarı İbni’l-Hâcib (Beyrut: Alemu’l-Kütüb, 1999), 4/410.

[42] Buhârî, “Savm”, 29-31; Müslim, “Sıyâm”, 81-87; Tirmizî, “Savm” 28; Ebû Dâvûd, “Sıyâm”, 37.

[43] Alâuddîn Ebû Bekir b. Mes’ûd Kâsânî, Kitâbu Bedâi’i’s-Sanâi’ fî Tertîbi’ş-Şerâi’ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1986), 2/97-98; Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd Mevsılî, el-İhtiyâr li-Ta’lîli’l-Muhtâr (İstanbul: Çağrı Yayınları, 1980), 1/131; Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Abdirrahmân Haskefî, ed-Dürrü’l-Muhtâr Şerhu Tenvîri’l-Ebsâr ve Câmi’i’l-Bihâr (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2002), 147-148; Abdurrahman Cezîrî, Kitâbu’l-Fıkh ale’l-Mezâhibi’l-Erbe’a (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003), 1/509.

[44] Ebu Ömer Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdilberr b. Âsım en-Nemrî el-Kurtubî İbn Abdilberr, el-İstizkâr (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2000), 3/311-318; Abdurrahman b. Asker Şihâbuddîn el-Bağdâdî, İrşâdu’s-Sâlik ilâ Eşrefi’l-Mesâlik fî Fıkhi’l-İmâmi Mâlik (Kahire: Dâru’l-Fazîleti li’n-Neşri ve’t-Tevzî’i ve’t-Tasdîr, ts.), 75; Derdîr, eş-Şerhu’l-Kebîr, 1/527-532; Ahmed b. Guneym b. Sâlim b. Mühennâ el-Ezherî Nefrâvî, el-Fevâkihü’d-Devânî alâ Risâleti’bni Ebî Zeyd el-Kayravânî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1997), 1/482; Cezîrî, el-Mezâhibu’l-Erbe’a, 1/511-512.

[45] Muhammed b. İdrîs Şâfiî, el-Ümm (Mansûra: Dâru’l-Vefâ, 2001), 3/248-259; Şemsüddîn Muhammed b. el-Hatîb Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc ilâ Ma’rifeti Me’ânî Elfâzi’l-Minhâc (Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, 1997), 1/242-244; Cezîrî, el-Mezâhibu’l-Erbe’a, 1/510.

[46] Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Makdisî Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Muğnî (eş-Şerhu’l-Kebîr ile birlikte) (Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, ts.), 3/55-61; Şemsüddin Abdurrahman b. Ebu Ömer Muhammed b. Ahmed İbn Kudâme el-Makdisî Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr (Muğnî ile birlikte) (Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, ts.), 3/55-58; Alâuddîn Ebû’l-Hasan Ali b. Süleymân Merdâvî, el-İnsâf fî Ma’rifeti’r-Râcihi mine’l-Hilâfi alâ Mezhebi’l-İmâmi’l-Mübeccel Ahmed b. Hanbel (Kahire: Matbaatu’s-Sünneti’l-Muhammediyye, 1956), 3/311-318; Cezîrî, el-Mezâhibu’l-Erbe’a, 1/510-511.

[47] Buhârî, “Savm”, 29-31; Müslim, “Sıyâm”, 81-87; Tirmizî, “Savm” 28; Ebû Dâvûd, “Sıyâm”, 37.

[48] Şâfiî, el-Ümm, 3/248 vd.; Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâi’, 2/98; Ebû’l-Hasen Ali b. Ebû Bekir b. Abdülcelîl Merginânî, el-Hidâye Şerhu Bidâyeti’l-Mübtedî (İstanbul, 1986), 1/124; Fahruddîn Osman b. Ali Zeyla’î, Tebyînü’l-Hakâik Şerhu Kenzi’d-Dekâik (Bolak: el-Matbaatu’l-Kübrâ’l-Emîriyye, 1310), 1/327; İbn Abdilberr, el-İstizkâr, 3/301; Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Rüşd el-Kurtubî İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-Muktesid (Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, 1982), 1/301; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, 1/442-444.

[49] Şâfiî, el-Ümm, 3/248-259; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, 1/242-244; Cezîrî, el-Mezâhibu’l-Erbe’a, 1/510; Ebu’l-Menâkib Şihâbuddîn Mahmûd b. Ahmed Zencânî, Tahrîcu’l-Furû’ ale’l-Usûl (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1982), 47-49.

[50] Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/55-61; Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr, ts., 3/55-58; Merdâvî, el-İnsâf, 1956, 3/311-318; Cezîrî, el-Mezâhibu’l-Erbe’a, 1/510-511.

[51] Müslim, “Sıyâm”, 84; Ebû Dâvûd, “Sıyâm”, 37; Ahmed, Müsned, 13/125.

[52] Mâlik b. Enes, el-Muvatta’ (Abudabi: Müessesetü Zâyed b. Sultân, 2004), “Sıyâm”, 313; Ebu’l-Hüseyn Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Ca’fer b. Hamdân Kudûrî, et-Tecrîd (Kahire: Dâru’s-Selâm, 2006), 3/1496-1497; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, 1/305; Mahmûd b. Ahmed b. Mûsâ b. Ahmed b. el-Hüseyn Bedrüddîn el-Aynî, el-Binâye Şerhu’l-Hidâye (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2000), 4/56; Kemâlüddin Muhammed b. Abdülvâhid es-Sivâsî İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr ale’l-Hidâyeti Şerhi Bidâyeti’l-Mübtedî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003), 2/343; Şihâbuddîn Ahmed Şelebî, Hâşiyetü Tebyîni’l-Hakâik Şerhi Kenzi’d-Dekâik (Bolak: Matbaatu’l-Kübrâ’l-Emîriyye, 1310), 1/327.

[53] Buhârî, “Savm”, 29-31; Müslim, “Sıyâm”, 81; Ebû Dâvûd, “Sıyâm” 37.

[54] Şâfiî, el-Ümm, 3/249; Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâi’, 2/99; Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/65; Merdâvî, el-İnsâf, 1956, 3/322; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, 2/484; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, 1/649.

[55] Serahsî, el-Mebsût, 7/17; Zeyla’î, Tebyînü’l-Hakâik, 3/12; İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 4/242; Haskefî, ed-Dürrü’l-Muhtâr, 240.

[56] Ebû Muhammed Abdülvehhâb b. Ali b. Nasr el-Bağdâdî Sa’lebî, Uyûnü’l-Mesâil (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2009), 365; Ebu’l-Mehâsin Abdülvâhid b. İsmâîl Rûyânî, Bahru’l-Mezheb fi Furû’i’l-Mezhebi’ş-Şâfiî (Dâru’l-İlmiyye, 2009), 10/300; Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Muğnî, 8/599-601; Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr, ts., 8/610-611; Muhammed b. Muhammed Sâlim el-Meclisî Şenkîtî, Levâmi’u’d-Dürer fî Hetki Estâri’l-Muhtasar (Moritanya: Dâru’r-Rıdvân, 2015), 4/174.

[57] İbn Abdilberr, el-İstizkâr, 3/311; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, 1/305; Derdîr, eş-Şerhu’l-Kebîr, 1/530.

[58] Müslim, “Sıyâm”, 84; Ebû Dâvûd, “Sıyâm”, 37; Ahmed, Müsned, 13/125.

[59] Serahsî, el-Mebsût, 3/74-75; Haskefî, ed-Dürrü’l-Muhtâr, 753; İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr, 10/456; Cezîrî, el-Mezâhibu’l-Erbe’a, 1/527.

[60] Sahnûn b. Saîd et-Tenûhî Sahnûn, el-Müdevvenetü’l-Kübrâ li’l-İmâmi Mâlik b. Enesi’l-Asbehî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1994), 1/285; Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b Habîb Maverdî, el-Hâvi’l-Kebîr fî Fıkhi Mezhebi’l-İmâmi’ş-Şâfiî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1994), 3/427; İbn Abdilberr, el-İstizkâr, 3/318; Ebu İshâk Şîrâzî, el-Mühezzeb fî Fıkhi’l-İmâmi’ş-Şâfiî (Dimeşk: Dâru’l-Kalem, 1996), 2/32; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, 1/306; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, 1/649; Cezîrî, el-Mezâhibu’l-Erbe’a, 1/527-528.

[61] Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/70; Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr, ts., 3/61; Merdâvî, el-İnsâf, 1956, 3/319-320.

[62] Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku (İstanbul: Nesil Yayınları, 1991), 1/294.

[63] Ubeydullah b. Mes’ûd el-Mahbûbî el-Buhârî Sadruşşerîa, Tenkîhu’l-Usûl (Şerhu’t-Telvîh ale’t-Tavdîh ile birlikte) (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts.), 1/22; Sadruşşerîa, Tavdîh, 1/22; İbn Emîri’l-Hâc, et-Takrîr ve’t-Tahbîr ale’t-Tahrîr fî Usûli’l-Fıkh (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1999), 2/99; Muhammed Emîn b. Mahmûd el-Buhârî Emir Padişâh, Teysîrü’t-Tahrîr (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1996), 1/10; Muhammed Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh (Dâru’l-Fikri’l-Arabî, ts.), 26-27, 55; Abdülkerîm Zeydân, el-Vecîz fî Usûli’l-Fıkh (Müessesetü’l-Kurtuba, ts.), 23, 26; Zekiyyüddîn Şa’bân, Usûlu’l-Fıkhi’l-İslâmî (Beyrut: Metâbi’u Dâri’l-Kütüb, 1971), 217-221.

[64] Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâi’, 2/75-76.

[65] Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâi’, 5/95-96.

[66] Mevsılî, el-İhtiyâr, 1/125.

[67] Zeyla’î, Tebyînü’l-Hakâik, 1/327-328.

[68] Haskefî, ed-Dürrü’l-Muhtâr, 142.

[69] Ebû Muhammed Abdülvehhâb el-Bağdâdî el-Mâlikî Kâdî Abdülvehhâb, et-Telkîn fî’l-Fıkhi’l-Mâlikî (Riyad: Mektebetü Nezâr Mustafâ el-Bâz, 2004), 1/183, 189; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, 1/301-302; Ebû’l-Hasen Ali b. Sa’îd Racrâcî, Menâhicü’t-Tahsîl ve Netâicü Letâifi’t-Te’vil fî Şerhi’l-Müdevveneti ve Halli Müşkilâtihâ (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2007), 2/144-145; Şihâbuddîn Ahmed b. İdrîs Karâfî, ez-Zehîra (Beyrut: Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, 1994), 2/517; Muhammed b. Ahmed el-Gırnâtî İbn Cüzey, el-Kavânînü’l-Fıkhiyye fî Telhîsi Mezhebi’l-Mâlikiyye ve’t-Tenbîhi ale’ş-Şâfi’iyyeti ve’l-Hanefiyyeti ve’l-Hanbeliyye (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2013), 223-224.

[70] Nevevî, el-Mecmû’, 6/363; Maverdî, el-Hâvî, 3/424-425; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, 1/646.

[71] Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr, ts., 3/55, 61; Ebu’n-Nücâ Şerefüddîn Mûsâ el-Makdisî Haccâvî, el-İknâ’ fî Fıkhi’l-İmâmi Ahmed b. Hanbel (Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, ts.), 1/312; Mansûr b. Yûnus b. İdrîs Buhûtî, Keşşâfu’l-Kınâ’an Metni’l-İknâ’ (Beyrut: Âlemü’l-Kütüb, 1997), 2/146.

[72] Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh Zerkeşî, Teşnîfü’l-Mesâmi’ bi-Cem’i’l-Cevâmi’ li-Tâciddîn es-Sübkî (Mektebetü Kurtuba li’l-Bahsi’l-İlmiyyi ve’t-Turâsi’l-İslâmî, 1998), 1/165-167; Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh eş-Şâfiî Zerkeşî, el-Bahru’l-Muhît fî Usûli’l-Fıkh (Dâru’s-Safvati li’t-Tabâ’ati ve’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1992), 1/181-182; Muhammed b. Ahmed b. Abdilazîz el-Futûhî el-Hanbelî İbn Neccâr, Şerhu’l-Kevkebi’l-Münîr el-Müsemmâ bi-Muhtasari’t-Tahrîr; (el-Muhteberu’l-Mübtekir Şerhu’l-Muhtasari fî Usûli’l-Fıkh) (Riyad: Mektebetü’l-Ubeykân, 1993), 1/353.

[73] Maverdî, el-Hâvî, 3/424; Serahsî, el-Mebsût, 3/71; Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/55; Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr, ts., 3/55; Bedrüddîn el-Aynî, el-Binâye, 4/53; İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 2/344.

[74] Bedrüddîn el-Aynî, el-Binâye, 4/53.

[75] Maverdî, el-Hâvî, 3/424; Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/55; Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr, ts., 3/55.

[76] Zerkeşî, Teşnîfü’l-Mesâmi’, 1/164-167; Emir Padişâh, Teysîrü’t-Tahrîr, 2/229; eş-Şevkânî, İrşâdu’l-Fuhûl, 1/73; İbn Emîri’l-Hâc, et-Takrîr ve’t-Tahbîr, 2/191-192; Zeydân, el-Vecîz, 31-32; Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, 28-30; Şa’bân, Usûlu’l-Fıkhi’l-İslâmî, 226-227.

[77] Buhârî, Keşfü’l-Esrâr, 2/439-440; Teftazânî, et-Telvîh, 2/258-260; Ebu’l-Fedâ Zeynüddîn Kâsım İbn Kutluboğa, Hulâsatu’l-Efkâr Şerhu Muhtasari’l-Menâr (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2003), 119-121; Zeydân, el-Vecîz, 31-32; Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, 29-30; Şa’bân, Usûlu’l-Fıkhi’l-İslâmî, 227-228.

[78] Sadruşşerîa, Tenkîh, 1/281-287; Sadruşşerîa, Tavdîh, 1/281-292; Teftazânî, et-Telvîh, 1/281-293; İbn Emîri’l-Hâc, et-Takrîr ve’t-Tahbîr, 1/363-371; es-Sem’ânî, Kavâti’u’l-Edille, 1/54-64; Zerkeşî, Teşnîfü’l-Mesâmi’, 2/594-599; Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, 176; Zeydân, el-Vecîz, 294; Şa’bân, Usûlu’l-Fıkhi’l-İslâmî, 310-311.

[79] Bakara, 2/282.

[80] Bakara, 2/283.

[81] Şa’bân, Usûlu’l-Fıkhi’l-İslâmî, 313-314.

[82] Kasas, 28/70, 88.

[83] En’âm 6/57; Yûsuf, 12/40, 67.

[84] Safiyyüddîn Abdülmü’min b. Kemâliddîn İbn Abdilhak el-Bağdâdî, Kavâ’idu’l-Usûl ve Me’âkidu’l-Fusûl Muhtasaru Tahkîki’l-Emel fî İlmeyi’l-Usûli ve’l-Cedel (Mekke: Câmi’atü Ümmi’l-Kurâ, 1988), 23; Necmüddîn Ebu’r-Rabî’ Süleymân b. Abdilkaviy b. el-Kerîm Tûfî, Der’ü’l-Kavli’l-Kabîh bi’t-Tahsîni ve’t-Takbîh (Beyrut: ed-Dâru’l-Arabiyyeti li’l-Mevsûât, 1426), 81; Sübkî, Ref’u’l-Hâcib, 4/568; İbn Emîri’l-Hâc, et-Takrîr ve’t-Tahbîr, 3/428; Zeydân, el-Vecîz, 69; Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, 69.

[85] Âmidî, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, 1/131-133; Sadruşşerîa, Tenkîh, 1/22; Teftazânî, et-Telvîh, 1/22; İbn Emîri’l-Hâc, et-Takrîr ve’t-Tahbîr, 2/99; Molla Hüsrev, Mirâtü’l-Usûl Şerhu Mirkâti’l-Vusûl (Dersaadet, 1321), 376; Zeydân, el-Vecîz, 23; Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, 26.

[86] Âl-i İmrân 2/20; Mâide 5/99; Ra’d 13/40; Nahl 16/35, 82; Nûr 24/54; Ankebût 29/18; Şûra 42/48; Tegâbun 64/12; ayrıca bk. Ali b. İsmâîl Ebyârî, et-Tahkîk ve’l-Beyân fî Şerhi’l-Burhân fî Usûli’l-Fıkh (Küveyt: Dâru’z-Ziyâ, 2013), 1/480; Şemsüddîn Ebu Abdullah Muhammed b. Ebî Bekr İbn Kayyım el-Cevziyye, İ’lâmu’l-Muvakki’în an Rabbi’l-Âlemîn (Cidde: Dâru İbni’l-Cevziyye, 1423), 1/167; İbn Abdilhak el-Bağdâdî, Kavâ’idu’l-Usûl, 49; Fevzân, Teysîru’l-Vusûl, 31-32.

[87] Talip Türcan, “Şeriat”, DİA (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2010), 38/572.

[88] Muhammed b. Ali b. et-Tayyib el-Mu’tezîlî Ebu’l-Hüseyn el-Basrî, Kitâbu’l-Mu’temed fî Usûli’l-Fıkh (Dimeşk: el-Ma’hedü’l-İlmiyyi’l-Ferensî li’d-Dirâsâti’l-Arabiyye, 1965), 2/889-890; Şeyhu’l-İslâm Ali b. Abdi’l-Kâfî Takiyyüddîn es-Sübkî – Abdülvehhâb b. Ali Tâcuddin es-Sübkî, el-İbhâc fî Şerhi’l-Minhâc alâ Minhâci’l-Vusûl ilâ İlmi’l-Usûl li’l-Kâdî el-Beydâvî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1984), 3/196-197; Sübkî, Ref’u’l-Hâcib, 4/567 vd.; Zerkeşî, el-Bahru’l-Muhît, 6/48-49; İbn Emîri’l-Hâc, et-Takrîr ve’t-Tahbîr, 3/427; İbn Neccâr, Şerhü’l-Kevkeb, 4/519; Emir Padişâh, Teysîrü’t-Tahrîr, 4/236.

[89] Enbiyâ 21/23.

[90] Ebû Amr Cemâlüddîn Osman b. Ömer İbnü’l-Hâcib, el-Muhtasar (er-Rudûd ve’n-Nukûd ile birlikte) (Riyad: Mektebetü’r-Rüşd Nâşirûn, 2005), 2/707; Sübkî, Ref’u’l-Hâcib, 4/567; Muhammed b. Mahmûd b. Ahmed Bâbertî, er-Rudûd ve’n-Nukûd Şerhu Muhtasari İbni’l-Hâcib (Riyad: Mektebetü’r-Rüşd Nâşirûn, 2005), 2/707; İbn Emîri’l-Hâc, et-Takrîr ve’t-Tahbîr, 3/427; İbn Neccâr, Şerhü’l-Kevkeb, 4/521-522; Emir Padişâh, Teysîrü’t-Tahrîr, 4/236.

[91] el-Kâdî Ebû Ya’lâ Muhammed b. el-Hüseyn el-Bağdâdî el-Hanbelî Ferrâ, el-Udde fî Usûli’l-Fıkh (Riyad, 1990), 5/1588.

[92] Ebu’l-Vefa Ali b. Akîl b. Muhammed İbn Akîl el-Bağdâdî, el-Vâdıh fî Usûli’l-Fıkh (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle li’t-Tabâati ve’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1999), 5/412.

[93] Emir Padişâh, Teysîrü’t-Tahrîr, 4/239-240.

[94] Âl-i İmrân, 3/93.

[95] Meselâ bk. Buhârî, “Cumu’a”, 7; “Cenâiz”, 75; Müslim, “Taharet” 42; “Hacc” 412, 445.

[96] Sübkî, Ref’u’l-Hâcib, 4/567-570; Bâbertî, er-Rudûd ve’n-Nukûd, 2/707; İbn Emîri’l-Hâc, et-Takrîr ve’t-Tahbîr, 3/427-429; İbn Neccâr, Şerhü’l-Kevkeb, 4/522-523; Abdulali b. Muhammed b. Nizâmuddîn Muhammed es-Sehâlevî el-Ensârî Leknevî, Fevâtihu’r-Rahamût bi-Şerhi Müsellemi’s-Sübût (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2002), 2/429-431; Ebu’l-Münzir Mahmûd b. Muhammed b. Mustafa b. Abdillatif Minyâvî, eş-Şerhu’l-Kebîr li-Muhtasari’l-Usûli min İlmi’l-Usûl (Mısır: el-Mektebetü’ş-Şâmile, 2011), 98-99.

[97] Takiyyüddîn es-Sübkî – Tâcuddin es-Sübkî, el-İbhâc, 3/196; İbn Emîri’l-Hâc, et-Takrîr ve’t-Tahbîr, 3/427; İbn Neccâr, Şerhü’l-Kevkeb, 4/520.

[98] Nisa 4/105, Mâide 5/48, 49.

[99] Enfal 8/67-68.

[100] Tevbe 9/43.

[101] Sadruşşerîa, Tavdîh, 1/306; Buhârî, Keşfü’l-Esrâr, 3/333, 384; Teftazânî, et-Telvîh, 1/27, 306; 2/112, 114; Şemsüddîn Muhammed b. Hamza b. Muhammed Molla Fenârî, Fusûlu’l-Bedâi’ fî Usûli’ş-Şerâi’ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2006), 1/197, 2/477; Emir Padişâh, Teysîrü’t-Tahrîr, 3/269; Leknevî, Fevâtihu’r-Rahamût, 2/266; İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr, 5/419.

[102] En’âm 6/57; Yûsuf, 12/40, 67.

[103] Kehf, 18/26.

[104] Mâide 5/44, 45, 47.

[105] Nisa 4/105.

[106] Mâide 5/48.

[107] Mâide 5/49.

[108] Tahrîm 66/1.

[109] Müslim, “Mesâcid”, 76.

[110] Bk. Âmidî, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, 2/175 vd.; Sığnâkî, el-Kâfî, 1/333; Sadruşşerîa, Tavdîh, 1/281 vd.; İbn Emîri’l-Hâc, et-Takrîr ve’t-Tahbîr, 1/363 vd.; Emir Padişâh, Teysîrü’t-Tahrîr, 1/441 vd.; Leknevî, Fevâtihu’r-Rahamût, 1/396 vd.; Zeydân, el-Vecîz, 292-295; Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, 176-177; Şa’bân, Usûlu’l-Fıkhi’l-İslâmî, 310-312.

[111] Buhârî, “Savm”, 29-31; Müslim, “Sıyâm”, 81; Ebû Dâvûd, “Sıyâm” 37.

[112] Ebu Süleymân Hamd b. Muhammed el-Hattâbî, Me’âlimü’s-Sünen (Haleb: Matbaatu Muhammed Râğıb et-Tabbâh el-İlmiyye, 1933), 2/119; Ebû Ömer Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdülberr el-Kurtubî Nemerî, et-Temhîd li-mâ fi’l-Muvattai mine’l-Meânî ve’l-Esânîd, 1979, 7/175; Ebu’l-Hasan Ali b. Halef b. Abdilmelik İbn Battâl, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî (Riyad: Mektebetü’r-Rüşd, 2003), 4/74; Takiyyuddîn İbn Dakîku’l-’Îd, İhkâmu’l-Ahkâm Şerhu Umdeti’l-Ahkâm (Beyrut: Alemü’l-Kütüb, 1987), 2/17; Bedrüddîn Ebu Muhammed Mahmûd b. Ahmed Aynî, Umdetü’l-Kâri Şerhu Sahihi’l-Buhârî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2001), 11/37.

[113] Ahzâb 33/50

[114] Buhârî, “Îdeyn”, 5; Müslim, “Edâhî”, 4, 5.

[115] Ebû Dâvûd, “Savm”, 37.

[116] Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdullah b. Yûsuf Zeyla’î, Nasbu’r-Râye li-Ehâdîsi’l-Hidâye (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1973), 2/453.

[117] Bk. Ahmed, Müsned, 39/105; Tirmizî, “Talâk”, 20; “Tefsîr”, 58; Ebû Dâvûd, “Talâk”, 17; İbn Mâce, “Talâk”, 25.

[118] Şîrâzî, el-Mühezzeb, 2/616-617; Rûyânî, Bahru’l-Mezheb, 3/259.

[119] Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Makdisî Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Mukni’ (“eş-Şerhu’l-Kebîr” ve “el-İnsâf” ile birlikte) (Cize: Hecr, 1993), 7/472; Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr, 3/69; Alâuddîn Ebu’l-Hasen Ali b. Süleymân b. Ahmed el-Merdâvî, el-İnsâf fî Ma’rifeti’r-Râcihi mine’l-Hilâf (“el-Mukni’” ve “eş-Şerhu’l-Kebîr” ilâe birlikte) (Cize: Hecr, 1993), 7/472; Ebu’n-Nücâ Şerefüddîn Mûsâ b. Ahmed b. Mûsâ el-Haccâvî, Zâdu’l-Müsteknı’ fi’htisâri’l-Mukni’ (Riyad: Dâru’l-Vatan li’n-Neşr, ts.), 83; Mansûr b. Yûnus b. İdrîs el-Buhûtî, er-Ravdu’l-Murbi’ Şerhu Zâdi’l-Müstekni’ (Dâru’l-Müeyyed, Müessesetü’r-Risâle, ts.), 2/29.

[120] Şâfiî, el-Ümm, 3/250.

[121] Bk. el-Hattâbî, Me’âlimü’s-Sünen, 2/119.

[122] Karâfî, ez-Zehîra, 2/518.

[123] İbn Dakîku’l-’Îd, İhkâm, 2/17.

[124] İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 2/345.

[125] Buhârî, “Savm”, 29-31; Müslim, “Sıyâm”, 81; Ebû Dâvûd, “Sıyâm” 37.

[126] Mesela bk. el-Hattâbî, Me’âlimü’s-Sünen, 2/119; İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 2/345.

[127]

[128] Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Mukni’, 7/472; Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr, ts., 3/69; Merdâvî, el-İnsâf, 1993, 7/472; Haccâvî, Zâdu’l-Müstekni’, 83; Buhûtî, er-Ravdu’l-Murbi’, 2/29.

[129] Buhârî, Keşfü’l-Esrâr, 2/350. (Başka kaynak?)

[130] Bakara 2/282.

[131] Bakara 2/283.

[132] Şâfiî, el-Ümm, 4/180; Ahmed b. Ali er-Râzî Cessâs, el-Fusûl fi’l-Usûl (Küveyt: Vezâretü’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, 1985), 4/19; Maverdî, el-Hâvî, 17/4; Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Muğnî, 4/367.

[133] Buhârî, “Savm”, 10, “Nikâh”, 2, 3; Müslim, “Nikâh”, 1, 3; Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 1; Nesâî, “Sıyâm”, 43, “Nikâh”, 3; İbn Mâce, “Nikâh”, 1; Ebû Bekir Abdurrazzâk b. Hemmâm San’ânî, el-Musannef li-Abdirrazzâk (Beyrut: el-Mektebü’l-İslâmî, 1983), 6/173.

[134] Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâi’, 2/228; Ebû Hafs Sirâcuddîn Ömer b. Ali b. Ahmed eş-Şâfiî İbn Mülakkın, et-Tavdîh li-Şerhi’l-Câmi’i’s-Sahîh (Dimeşk: Dâru’l-Felâh li’l-Bahsi’l-İlmiyyi ve Tahkîki’t-Turâs, 2008), 24/187; Halîl Ahmed Sehârenpûrî, Bezlü’l-Mechûd fî Halli Süneni Ebî Dâvûd (Beyrut: Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, 2006), 7/577.

[135] Serahsî, el-Mebsût, 3/74; Serahsî, Usûlü’s-Serahsî, 2/295-296; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, 4/169; Bâbertî, İnâye, 2/326-327; Sığnâkî, el-Kâfî, 4/2009; Sadruşşerîa, Tavdîh, 2/319-320; Teftazânî, et-Telvîh, 2/320.

[136] Şihâbuddîn Ebû’l-Abbâs Ahmed b. İdrîs el-Mısrî el-Mâlikî Karâfî, Envâru’l-Burûk fî Envâi’l-Furûk (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle li’t-Tabâati ve’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 2003), 1/440; Karâfî, ez-Zehîra, 3/302, 8/289, 12/380-381.

[137] İbn Abdilberr, el-İstizkâr, 3/313.

[138] Ebû Fâris (Ebû Muhammed) Abdülazîz b. İbrâhîm b. Ahmed el-Kureşî et-Temîmî et-Tûnusî İbn Bezîze, Ravzatu’l-Müstebîn fî Şerhi Kitâbi’t-Telkîn (Dâru İbn Hazm, 2010), 1/507.

[139] Ebu’t-Tâhir et-Tenûhî, et-Tenbîh, 2/753; Sîdî Halîl, el-Muhtasar, 63; Abderî, et-Tâc ve’l-İklîl, 2/450; Haraşî, Şerhu Muhtasari Sîdî Halîl, 2/262; Derdîr, eş-Şerhu’l-Kebîr, 1/537; Ilîş, Minahu’l-Celîl, 1/422.

[140] Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed er-Rab’î Lahmî, et-Tebsıra (Katar: Vezâretü’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, 2011), 2/801; Ebû Abdillah Şemsüddîn Muhammed b. İbrâhîm b. Halîl Tetâî, Cevâhirü’d-Dürer fî Halli Elfâzi’l-Muhtasar (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2014), 3/181; Abdülbakî b. Yûsuf b. Ahmed Zerkânî, Şerhu’z-Zerkânî alâ Muhtasarı Halîl (“el-Fethu’r-Rabbânî fî-mâ Zehele anhu’z-Zerkânî” ile birlikte) (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2002), 2/382; Nefrâvî, el-Fevâkihü’d-Devânî, 1/484.

[141] Buhârî, “Savm”, 29-31; Müslim, “Sıyâm”, 81; Ebû Dâvûd, “Sıyâm” 37.

[142] Ebu’l-Abbâs Ahmed Remlî, Hâşiyetü’r-Remlî (Esna’l-Metâlib ile birlikte), ts., 3/362; Şihâbuddîn Ahmed el-Burullusî Umeyra, Hâşiyetü’l-Umeyrî (Hâşiyetân alâ Şerhi Minhâci’t-Tâlibîn) (Mısır: Şeriketü Mektebeti ve Matba’ati Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve Evlâduhu, 1956), 4/20; Şihâbuddîn b. Hacer Heytemî, Tuhfeti’l-Muhtâc bi-Şerhi’l-Minhâc (Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2016), 9/674-675; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, 3/470; Ahmed b. Kâsım Abbâdî, Hâşiyetü’l-Abbâdî (Havâşi’ş-Şirvânî ve’l-Abbâdî alâ Tuhfeti’l-Muhtâc bi-Şerhi’l-Minhâc) (Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2016), 9/674; Şihâbuddîn Ahmed b. Ahmed b. Selâme Kalyûbî, Hâşiyetü’l-Kalyûbî (Hâşiyetân alâ Şerhi Minhâci’t-Tâlibîn) (Mısır: Şeriketü Mektebeti ve Matba’ati Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve Evlâduhu, 1956), 4/20; Süleyman b. Ömer b. Mansûr el-Uceylî el-Mısrî eş-Şâfiî Cemel, Hâşiyetü’l-Cemel alâ Şerhi’l-Menhec (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1996), 7/162; Abdulhamîd el-Mekkî Şirvânî, Hâşiyetü’ş-Şirvâni (Havâşi’ş-Şirvânî ve’l-Abbâdî alâ Tuhfeti’l-Muhtâc bi-Şerhi’l-Minhâc) (Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2016), 9/674; Şemsüddîn Muhammed b. Ebi’l-Abbâs Ahmed b. Hamza b. Şihâbiddîn Remlî, Nihâyetü’l-Muhtâc ilâ Şerhi’l-Minhâc (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1992), 7/90; Kemâlüddîn Ebu’l-Bekâ Muhammed b. Mûsâ b. Îsâ Demîrî, en-Necmü’l-Vehhâc fî Şerhi’l-Minhâc (Beyrut: Dâru’l-Minhâc, 2004), 8/63.

[143] Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/92; Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr, ts., 3/61; Şemsüddîn Muhammed b. Müflih Makdisî, Kitâbu’l-Furû’ (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2003), 4/471.

[144] Şeyhu’l-İslâm Ahmed b. Abdilhalîm b. Abdisselâm İbn Teymiyye, Şerhu’l-Umde (Cidde: Mecma’u’l-Fıkhi’l-İslâmî, ts.), 1/277, 327; Abdullah b. Muhammed b. Ahmed Tayyâr, Vebelü’l-Ğamâme fî Şerhi ’Umdeti’l-Fıkhi li’bni Kûdâme (Riyad: Dâru’l-Vatan li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 1429), 2/176.

[145] Mustafâ es-Suyûtî Ruhaybânî, Metâbilu Üli’n-Nühâ fî Şerhi Gayeti’l-Müntehâ (Dimeşk: el-Mektebü’l-İslâmî, 1961), 6/378; Mer’î b. Yûsuf el-Hanbelî Kermî, Gâyetü’l-Müntehâ fî Cem’i’l-İknâ’i ve’l-Müntehâ (Küveyt: Müessesetü Garrâs, 2007), 2/533.

[146] Şemsüddîn Muhammed b. Abdiddâim Bermâvî, el-Fuâdu’s-Seniyye fî Şerhi’l-Elfiyye (Cezîre: Mektebetü’t-Tev’iyyeti’l-İslâmiyye li’t-Tahkîki ve’n-Neşri ve’l-Bahsi’l-İlmî, 2015), 5/44-45; Merdâvî, et-Tahbîr, 7/3406; Zeynüddîn Ebû Yahyâ Zekeriyye b. Muhammed b. Ahmed el-Ensârî Süneykî, Gâyetü’l-Vusûl ilâ Şerhi Lübbi’l-Usûl (Küveyt: Dâru’z-Ziyâ li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 2017), 681; İbn Neccâr, Şerhü’l-Kevkeb, 4/180-181; Abdülvehhab Hallâf, İlmu Usûli’l-Fıkh (yy.: Mektebetü’d-Da’veti’l-İslamiyye, ty.), 87; Muhammed Mustafa Zuhaylî, el-Vecîz fî Usûli’l-Fıkhi’l-İslâmî (Dimeşk: Dâru’l-Hayr li’t-Tabâati ve’n-Neşri ve’t-Tevzî’, 2006), 1/257; Şa’bân, Usûlu’l-Fıkhi’l-İslâmî, 153-154.

[147] San’ânî, el-Musannef, 7/402; Ebû Bekir Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe el-Absî el-Kûfî İbn Ebî Şeybe, el-Musannef li’bni Ebî Şeybe (Beyrut: Dâru’l-Kurtuba, 2006), 14/452-455; Ebu Bekir Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003), 8/238; Zeyla’î, Nasbu’r-Râye, 3/333 vd. (Askalanî, ed-Diraye, 2/101; İbn Mülakkin (814), Bedrü’l-Münîr, 8/611-613)

[148] Ya’kûb b. İbrâhîm Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc (Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, 1979), 152; Merginânî, el-Hidâye, 2/100-101; Şelebî, Haşiyetü’ş-Şelebî, 4/210; İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 5/237-238; Bedrüddîn el-Aynî, el-Binâye, 6/294-298; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, 2/433; Haraşî, Şerhu Muhtasari Sîdî Halîl, 8/101; Lahmî, et-Tebsıra, 13/6057, 6084, 6220; Ebû Bekir Muhammed b. Abdillah b. Yûnus et-Temîmî es-Sıkıllî İbn Yûnus, el-Câmi’u li-Mesâili’l-Müdevveneti ve’l-Muhteleta (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 2013), 8/1027, 9/361, 22/110; Şîrâzî, el-Mühezzeb, 5/415-416, 436; Maverdî, el-Hâvî, 9/49, 176, 11/111; Muhammed Necîb Mutî’î, Tekmiletü Kitâbi’l-Mecmû’ Şerhi’l-Mühezzeb li’ş-Şîrâzî (Mecmû’ ile birlikte) (Cidde: Mektebetü’l-İrşâd, ts.), 19/44, 108; Haccâvî, el-İknâ’, 4/257; Buhûtî, Keşşâfu’l-Kınâ’, 5/66.

[149] Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâi’, 6/21; Mevsılî, el-İhtiyâr, 2/151; Ahmed b. Muhammed el-Hanefî Hamevî, Gamzu Uyûni’l-Besâir Şerhu Kitâbi’l-Eşbâhi ve’n-Nezâir (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1985), 2/188; Rûyânî, Bahru’l-Mezheb, 13/291; Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmi ve Edilletühû (Dimeşk: Dâru’l-Fikr, 1997), 5/4069.

[150] Mevsılî, el-İhtiyâr, 2/133; Abdurrahman b. Muhammed b. Süleymân Şeyhzâde, Mecma’u’l-Enhur fî Şerhi Mülteka’l-Ebhur (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1998), 3/409.

[151] İbn Teymiyye, Şerhu’l-Umde, 1/356; Makdisî, Kitâbu’l-Furû’, 4/78; Buhûtî, Keşşâfu’l-Kınâ’, 2/41-42; Ruhaybânî, Metâlibu Üli’n-Nühâ, 2/59.

[152] Buhârî, “Mevâkît”, 8; Müslim, “Mesâcid”, 184.

[153] Tirmizî, “Salât”, 1; Ebû Dâvûd, “Salât”, 2; Nesâî, “Mevâkît”, 10, 17.

[154] Bedrüddîn el-Aynî, el-Binâye, 2/20.

[155] Merginânî, el-Hidâye, 4/267; Zeyla’î, Tebyînü’l-Hakâik, 6/216; Şeyhzâde, Mecma’u’l-Enhur, 4/472; Hamevî, Gamzu Uyûni’l-Besâir, 3/376-377; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, 9/337.

[156] İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, 14/143; Feyrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, 4/306.

[157] TDK, “Ceza”, Güncel Türkçe Sözlük, https://sozluk.gov.tr/ (e.t. 01.09.2023)

[158] Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lugatı (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1991), 49.

[159] Adil Bebek, “Ceza”, DİA (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1993), 7/469.

[160] Serahsî, el-Mebsût, 9/80-81; Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâi’, 7/57; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, 4/55-56; Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Mukni’, 26/170-171; Şemsüddin Abdurrahman b. Ebu Ömer Muhammed b. Ahmed İbn Kudâme el-Makdisî Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr (“el-Mukni’” ve “el-İnsâf” ile birlikte) (Cize: Hecr, 1993), 26/170-177; Ebû İshâk Burhânuddîn İbrâhîm b. Muhammed b. Abdillah b. Muhammed İbn Müflih, el-Mübdi’ Şerhu’l-Mukni’ (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1997), 7/365-367.

[161] Şîrâzî, el-Mühezzeb, 4/435; Ebû İshâk İbrâhîm b. Ali b. Yûsuf el-Fîrûzâbâdî Şîrâzî, et-Tenbîh fi’l-Fıkhi’ş-Şâfiî (Beyrut: Alemu’l-Kütüb, 1403), 188; Nevevî, el-Mecmû’, 6/302, 318; Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Muğnî, 8/623-624; Karâfî, el-Furûk, 1/44; Merdâvî, el-İnsâf, 1956, 9/233; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, 3/470; Mutî’î, Tekmiletü’l-Mecmû’, 19/97; İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr, 5/146-147.

[162] Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâi’, 2/83; Merginânî, el-Hidâye, 1/118; Zeyla’î, Tebyînü’l-Hakâik, 1/312-313; Bedrüddîn el-Aynî, el-Binâye, 4/94; İbn Abdilberr, el-İstizkâr, 3/375; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, 1/311; Abderî, et-Tâc ve’l-İklîl, 2/418; Şîrâzî, el-Mühezzeb, 2/598; Nevevî, el-Mecmû’, 6/302, 318; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, 1/620; Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/22; Ebu’l-Ferec İbn Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr, ts., 3/22; Merdâvî, el-İnsâf, 1956, 3/293-294.

[163]

[164] Şîrâzî, el-Mühezzeb, 4/435; Şîrâzî, et-Tenbîh, 188; Nevevî, el-Mecmû’, 6/302, 318; Muvaffakuddîn İbn Kudâme, el-Muğnî, 8/623-624; Karâfî, el-Furûk, 1/44; Merdâvî, el-İnsâf, 1956, 9/233; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, 3/470; Mutî’î, Tekmiletü’l-Mecmû’, 19/97; İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr, 5/146-147.

[165] Beled, 90/11-18.

[166] Buhârî, “Keffârât”, 5; Müslim, “Itk, 21, 22, 23; Tirmizî, “Nüzûr ve Eymân”, 13; Ebû Dâvûd, “Itk”, 14.

[167] Bakara, 2/183.

[168] Buhârî, “Libâs”, 78, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Sıyâm”, 164, 165; Tirmizî, “Savm”, 55; Nesâî, “Sıyâm”, 41, 42; İbn Mâce, “Sıyâm”, 1.

[169] Buhârî, “Savm”, 2, 4, 6; Müslim, “Sıyâm”, 161-166; Tirmizî, “Savm”, 55; Nesâî, “Sıyâm”, 39, 41; İbn Mâce, “Sıyâm”, 1.

[170] İnsan, 76/8.

[171] Hâkka, 69/34; Fecr, 89/18, Mâ’ûn, 107/3.

[172] Karâfî, ez-Zehîra, 3/302, 8/289, 12/381.

[173] Bakara 2/187, 196.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir