İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Namaz

NAMAZ

CUMA NAMAZI

TERAVİH NAMAZI

CENAZE İLE İLGİLİ HÜKÜMLER.

NAMAZ

·         Ezan ve kamet nedir?

Ezan, farz namazlarının vaktinin girdiğini belli sözlerle ve özel bir şekilde ilan etmek, bildirmek demektir.

Namaz Mekke döneminde farz kılınmakla birlikte, ezan hicretten sonra uygulamaya konulmuştur. Medine’ye hicretten sonra, Mescid-i Nebevî’nin inşası tamamlanıp düzenli bir şekilde cemaatle namaz kılınmaya başlanınca, Hz. Peygamber vakitlerin girdiğini duyurmak için ne yapılabileceğini arkadaşlarıyla görüşmüş, o esnada Hz. Peygamber’e vahiyle, ayrıca sayıları yirmiye kadar ulaşan sahabiye rüyalarında bugünkü ezanın şekli öğretilmiştir. Hz. Bilal tarafından sabah namazında, yüksekçe bir evin damında okunarak uygulamaya konulmuştur.

Ezan, Müslümanlığın şiarı haline gelmiş müekket bir sünnettir. Ezan aracılığıyla halka hem namaz vaktinin girdiği ilan edilmekte, hem de Allâh’ın büyüklüğü, Peygamberimizin O’nun kulu ve elçisi olduğu ve namazın kurtuluş yolu olduğu ilan edilmektedir.

Kâmet ise, farz namazlardan önce, namazın başladığını bildiren ve ezan lafızlarına benzeyen sözlerdir. Ezandan farklı olarak, “hayya ale’l-felâh” cümlesinden sonra, “kad kameti’s-salât” cümlesi eklenir. İster cemaatle, isterse tek başına kılınsın, erkeklerin her farz namazdan önce kâmet getirmeleri sünnettir.

·         Kaza namazlarında ezan ve kamet gerekir mi?

Ezan ve kamet vaktin değil, namazın sünneti olduğu için kaza namazı kılarken de ezan ve kamet getirmek sünnettir. Kamet getirilmeden kılınan namaz geçerli olmakla birlikte, terk etmek uygun değildir.

Birden fazla kaza namazı kılınacak ise, her bir namaz için ayrı ayrı ezan ve kamet getirilmesi daha faziletli olmakla  birlikte, başta  bir kere ezan okunup, her bir kaza namazı için ayrı kamet getirilmesi de mümküdür.

·         Hoparlörle ezan okumak caiz midir?

Namaz vakitlerini ilan olan ezanın, muayyen kalıplarını muhafaza ve ifade etmek suretiyle, hoparlör veya hoparlörsüz okunması arasında dini açıdan bir fark yoktur. Nitekim tarihi süreç içinde ezan ile amaçlanan bu gayenin (ilan) sağlanması için İslâm alemi çeşitli arayışlar içine girmişler ve Hz. Peygamber döneminde söz konusu olmayan minareleri inşa etmişlerdir. Bu arayışların gayesi, ezan ile amaçlanan duyuru ya da ilanın kapsam alanını genişletmektir. Hoparlör sesin kuvvetini artırıcı bir alettir. Hoparlörden çıkan ses, aksi seda (yankı) değil; mikrofon başında okuyan veya konuşan kişinin kendi sesidir. Bu itibarla, daha uzaklardan duyulması için ezanın mikrofondan okunmasında dinen bir sakınca yoktur.

·         Ezan Arapça dışında başka dillerde okunabilir mi?

Ezan, İslâm’ın değişmez bir simgesidir. Dünyanın neresinde olursa olsun, Müslüman varlığının ve kimliğinin bir göstergesidir. Özgün dilindeki şekliyle okunması gerektiği konusunda 15 asırlık bir gelenek ve ittifak söz konusudur. Ezanın asıl amacı, vaktin girdiğini bildirip namaza davet olduğundan değişik dilleri konuşan Müslümanların hepsine bu davetin ulaştırılması, ancak yine hepsinin ortak bilincine hitap etmekle olur ki, bu da ezanın bilinen asli lafızlarıyla okunmasıyla gerçekleşir.

·         Kaç vakit namaz vardır?

İslâm’ın beş temel esasından biri olan namaz, günün belli zaman dilimleri içerisinde yerine getirilmesi gereken bir farzdır. Vakit, namazın şartlarından biri ve farz olmasının sebebidir. Kur’an’da, “ إن الصلاة كانت على المؤمنين كتابا موقوتا Şüphesiz namaz, mü’minlere belli vakitlerde eda edilmek üzere farz kılındı” (Nisa 4/104) buyurulmaktadır. Bu nedenle, namazların vakitlerinden önce kılınması caiz olmadığı gibi, vaktinden sonraya bırakılması da caiz değildir.

Kur’an-ı Kerim’de beş vakit namazdan söz edilmediği ileri sürülerek, günde beş vakit namazın farz olmadığı iddia edilemez. Belirtmek gerekir ki, sünnet olmaksızın Kur’an’ın doğru anlaşılması mümkün değildir. Kur’an’da namaz vakitlerinin tamamının başlangıç ve bitiş zamanları açıkça bildirilmediği gibi, nasıl kılınacağı da bildirilmemiştir. Namazın nasıl kılınacağı ve vakitleri Hz. Peygamber tarafından belirlenmiştir:

Cebrâil, Hz. Peygamber’e gelerek namazı bir defa ilk vakitlerinde, bir defa da son vakitlerinde kıldırarak namazın vakitlerini göstermiş (Müslim, Salât, 138); Hz. Peygamber de bunları ashabına bildirilmiştir (Müslim, Mesacid ve Mevâdiu’s-Salât, 138). Asr-ı saadetten günümüze kadar da, Hz. Peygamber’in gösterdiği gibi 5 vakit olarak kılınmıştır. Diğer taraftan, namazla ilgili Kur’an ayetleri bir bütün olarak ele alındığında, namazın beş vakit olduğu anlaşılabilir (bk. Bakara 2/238; İsra 17/78; Rum 30/17-18).

·         Kutuplar gibi vakitlerin teşekkül etmediği yerlerde namaz nasıl kılınır?

Vakit, namazın şartı ve sebebi olduğundan, namaz vakitlerinden biri veya ikisi oluşmayan bölgelerde bu namazların farz olmadığını ileri sürenler çıkabilir. Ancak İslâm bilginleri, “vaktin, namazın şartı, sebebi ve alameti olsa da, bu zahiren böyledir; namazın asıl sebebi ilâhî hitaptır.” demişlerdir. Bütün Müslümanlar, bir günde yani 24 saatte 5 vakit namazla mükelleftir. Dünyanın belli bölgelerinde bazı vakitler tam olarak oluşmasa da, meselâ kutuplarda 6 ay gece, 6 ay gündüz olsa da, bir gün yine 24 saattir ve tarih değişimi de buna göre olmaktadır. Bu sebeple, bir bölgede herhangi bir namazın vakti gerçekleşmiyorsa veya tam olarak belirlenemiyorsa, namazlar takdir yapılarak kılınır. Hz. Peygamber, bir hadislerinde, günlerin uzun olduğu kıyamet gününde namazların takdir edilerek kılınması gerektiğini belirtmiştir (Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşrâtu’s-Sâat, 20). Bu da göstermektedir ki, vakitlerin oluşmaması namaz kılmamak için bir gerekçe olarak kabul edilemez.

·         Namazlar cem’ edilmek (birleştirilmek) suretiyle kılınabilir mi?

Belirli şartları taşıyan her Müslüman’a günde beş vakit namaz farzdır. Her namaz kendi vakti içinde edâ edilmek üzere farz kılınmıştır.  Nitekim Kur’an-ı Kerim’de : “Namaz, müminler üzerine belli vakitlerde edâ edilmek üzere farz kılınmıştır” (Nisa 4/103) buyrulmaktadır. Bu itibarla normal şartlar içinde her namazın vaktinde kılınması gerekir. Ancak geçerli bir mazeretin olması durumunda cem‘ yapılabilir.

Cem‘,  “İki namazı birleştirmek” anlamına gelen bir tâbir olup  öğle ile ikindi namazlarının öğle veya ikinde vaktinde; akşam ile yatsı namazlarının akşam veya yatsı vaktinde birlikte kılınmasını ifâde eder.

Pek çok sahih hadis; özellikle seferî iken öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarının birleştirilerek kılınabileceğini öngörmektedir. İbn Abbâs, “Rasulullah (s.a.v) Tebûk seferinde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek kıldı” demiştir. (Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 51, 53) Başka bir hadiste de, Rasulullah’ın Medine’de (yolcu olmadığı), korku ve yağmur bulunmadığı halde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarını birleştirerek kıldığı rivayet edilmiştir (Müslim, Salâtü’l-Musafirîn, 54).

Bu itibarla, öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazları, alışkanlık haline getirilmemek ve geçerli bir mazerete dayanmak kaydıyla, hem takdim hem de tehir biçiminde (birini diğerinin vaktinde) cem edilerek bir arada kılınabilir.

Namazları birleştirerek kılacak kişi, bu namazları peş peşe ve sırasına göre kılar; iki farz arasındaki sünnetleri kılmaz.

·         Vaktinde kılınamayan namazlar kaza edilebilir mi?

Kur’an’da  vaktinde kılınamayan namazların kaza edilmesi ile ilgili olarak açık bir ifade bulunmamakla birlikte, Hz. Peygamber bizzat kendisi vaktinde  kılamadığı namazları kaza etmiş ve ashabına da bunu tavsiye etmiştir: Peygamberimiz Hendek savaşı sırasında harbin şiddetlenmesi nedeniyle  ikindi namazını kılamamışlar; bunun üzerine  “Bizi ikindi namazından alıkoydular. Allâh onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun” demiş ve  ikindi namazını akşam ile yatsı arasında kaza etmiştir (Müslim, Mesacid ve Mevadi’u’s-Salat, N. 627). Ayrıca Hayber Fethinden dönerken, bir yerde konakladıklarında gece uyuya kalmışlar ve vaktinde kılamadıkları sabah namazını güneş doğduktan sonra kaza etmişlerdir (Müslim, Mesacid ve Mevadi’u’s-Salat, N. 680). Yine Peygamberimiz “Kim namazı unutursa veya uyuyup kalırsa hatırlayınca onu kılsın” buyurmuştur (Buhârî, Mevâkîtü’s-Salati, No: 562; Müslim, Mesacid ve Mevadi’u’s-Salat, N. 680-684).

Unutma ve uyuma gibi  bir mazeret olmaksızın terk edilen namazların kazası ile ilgili herhangi bir hadisin bulunmaması, bu namazların kazasının olmadığını göstermez. Zira, Hz. Peygamberin veya bir müminin prensipte bilerek farz namazları terk etmesi düşünülemez. Ancak Hz. Peygamberin bir mazerete binaen vaktinde kılınamayan namazları kaza etmesi ve bu yönde tavsiyede bulunması mazeretsiz olarak terk edilen namazların kaza edilebileceğinin  de göstergesidir.

Mazeretsiz olarak vaktinde kılınmayan namazların kaza edilmesiyle yetinilmeyip, ayrıca tövbe edilmesi gerekir.

·         Yolculukta kılınamayan namazlar nasıl kaza edilir?

Namaz, kişinin zimmetine nasıl ve ne şekilde terettüp ederse, onu o şekliyle eda veya kaza edecektir. Yolculukta iken namazı kazaya kalan kişi, evine döndükten sonra da olsa, dört rekatlı olan farzları iki rekat olarak kaza eder. Mukim iken namazı kazaya kalan kişi de, yolculukta bu namazı tam olarak kaza eder.

·         Hangi vakitlerde kaza ve nafile namaz kılınamaz?

Hiçbir namazın kılınamayacağı vakitler şunlardır:

  1. a) Güneşin doğmaya başlamasından itibaren yaklaşık 45-50 dakika geçinceye kadar olan zaman içinde,
  2. b) Öğle vakti girmesine yaklaşık 10 dakika kalmasından itibaren öğle vakti girinceye kadar olan süre içinde,
  3. c) Güneşin batmasına 45-50 dakika kalmasından itibaren akşam namazı vakti girinceye kadar olan zaman içinde.

Ancak, güneşin batmasından önceki kerahat vaktinde, o günün ikindi namazının farzı kılınabilir. Fakat mazeretsiz olarak ikindi namazını bu vakte kadar geciktirmek mekruhtur.

·         Hangi vakitlerde nafile namaz kılınamaz?

Nafile namazın kılınamayacağı vakitler şunlardır:

  1. a) İmsak vakti girdikten sonra, güneş doğuncaya kadar olan sürede (sabah namazının sünneti hariç),
  2. b) İkindi namazını kıldıktan sonra güneş batıncaya kadar olan sürede,
  3. c) Cem edilen namazlar arasında,
  4. d) Farz namazının vaktinin daralması durumunda,
  5. e) Farza durulmak üzere kamet getirilirken,
  6. f) Cuma günü hatibin minbere çıkmasından sonra.

·         Kaza namazı borcu olan nafile kılabilir mi?

Kazaya kalmış namazların kazası ile meşgul olmak, nafile namaz kılmaktan önemli ve önceliklidir. Ancak vakit namazları ile birlikte kılınan düzenli nafileler (revatip sünnetler) ve teravih namazı imkânlar ölçüsünde  kılınmalıdır. Hz. Peygamber bir hadislerinde, “Kulun kıyamet günü ilk hesaba çekileceği konu, farz namazlardır. Eğer bu tamamsa işi kolaylaşmıştır. Aksi halde, “bakın bakalım, nafileden, bir şeyi var mı?” denir. Nafile ile farz eksikleri tamamlanır..” buyurmuştur (Tirmzî, “Salât”,188; İbn Mâce, “İkame”, 202).

·         Bir namaz hem kaza hem sünnet niyeti ile kılınabilir mi?

Niyet namazın şartlarından biridir. Kişinin hangi namazı kıldığını bilmesi; hangi vaktin namazını kıldığını, farz, vacip veya nafile olduğunu, müstakil mi yoksa imama uyarak mı kıldığını niyetinde belirlemesi gerekir. Bu itibarla iki niyetle bir namaz kılınamaz.

·         Sünnet namazlar kaza edilir mi?

Kerahet vakti olmadıkça ve bir sonraki namazın vakti girmedikçe, beş vakit namazla birlikte kılınan sünnet namazlar kaza edilebilir. Müteakip vakit girdikten sonra sünnet namazlar kaza edilmez, yalnız farz namazlar kaza edilir.

·         Kısa kollu gömlek veya dar pantolonla namaz kılmanın hükmü nedir?

Kollar, erkeklerin namazda ve namaz dışında örtmeleri gereken uzuvlardan değildir. Dolayısıyla erkeklerin kısa kollu gömlekle namaz kılmalarında sakınca yoktur. Hareketleri engelleyecek şekilde dar pantolonla namaz kılmak ise, uygun değildir.

·         Kadınlar çorapsız ve başı açık namaz kılabilirler mi?

Buluğa ermiş müslüman bir hanımın namaz kılarken saçlarını ve diğer avret mahallini örtmesi gerektiği Hz. Aişe’den rivayet edilen bir hadis ile sabittir. Peygamberimiz (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah buluğ çağına ulaşmış kadının başörtüsüz namazını kabul etmez.” (Hakim en-Neysabûrû, Müstedrek; I, 251. Ebu Dâvûd, Salat, 85. No: 641. I, 422. Tirmizî, Salat, 277. No: 377. II, 215. İbn Mâce, Tahâre, 132. NO: 655. I, 214. Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 150, 218, 259. İbn Huzeyme, hadisin sahih, Tirmizî, Hasen, Hakem  ise Müslim’in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiştir.) Ayrıca Peygamberimizin eşlerinin evlerinde baş örtüsü ile namaz kıldıklarını (Malik, Salat, 10. No: 35-36) ve Peygamberimizin başı açık namaz kılan genç kızlara müdahale ettiğini ve buluğa eren kadınların başlarını örterek namazlarını kılmaları gerektiğini bildiren hadisler mevcuttur. (Ahmed, VI, 96, 236, 238; Tirmizî, Salat, 84. No: 640. I, 420; Ebu Davud, Salat, 85. No: 642. I, 422)  Peygamber zamanından günümüze kadar ki uygulama da böyledir. Bu konuda İslam toplumunun ortak görüşü hasıl olmuştur.

Buna mukabil, kadınlar ayakları avret mahalli olmadığından, çorapsız namaz kılabilirler.

·         Dar veya içini gösteren elbiselerle namaz kılınabilir mi?

Kadınların el, yüz ve ayakları dışında kalan bütün bedeni, erkeklerin ise göbek ile diz kapağı arası avret mahallidir. Buraların, namazda ve namaz dışında yabancılara karşı örtülmesi ve giyilen elbisenin vücut hatlarını belli edecek şekilde dar, tenini gösterecek şekilde ince olmaması gerekir.

·         İş elbisesi ve pijama ile namaz kılınabilir mı?

Namazın şartlarından birisi de necasetten (pislikten) taharettir. Namaz kılacak kişinin elbisesinde, bedeninde ve namaz kılacağı yerde, kan, idrar, şarap, dışkı gibi namaza mani necasetler bulunmamalıdır. Tesettüre uymak ve temiz olmak şartı ile iş elbisesi ve pijama ile namaz kılınabilir.

Bu itibarla, işin cinsine göre iş elbisesinde bulunan badana, boya, madenî yağlar, pas ve benzeri kirler namazın sıhhatine manî değildir. Ancak kişi, camiye veya mescide gidecekse temiz elbise giymesi Kur’an-ı Kerim’in emridir. Örf, adet ve medeniyet gereği olarak camiye veya cemaate giden kimsenin en güzel elbiselerini giymesi cemaate saygının bir gereğidir. Gerek evde, gerek diğer yerlerde tek başına da olsa namazların temiz ve güzel bir kıyafetle kılınması, şüphesiz daha iyidir.

·         Namaz kılarken kıbleye yönelmenin hükmü nedir?

Namaz kılarken Kıbleye yönelmek namazın farzlarındandır. Müslümanların kıblesi ise, Kâbe’dir. Kâbe’yi görenlerin bizzat kendisine, görmeyenlerin ise o cihete yönelerek namazlarını kılmaları gerekir. Bu husus Kur’an-Kerim’de şöyle belirtilmektedir: (Ey Muhammed! Bundan böyle) yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir.(Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun (namazda) hep o yöne dönün.” (Bakara, 2/144).

Uzaklardan Kabe’ye yöneliş, ancak  takribi olarak gerçekleşebilir. Bu yönelişte esas olan, namaz kılanın cephesini Kabe istikametinden tamamen çevirmemesidir.

Yalnız yüzün kıbleden çevrilmesi ise mekruh olmakla birlikte namazı bozmaz. Bununla birlikte namaz kılanın, gücü yettiği kadar Kıble’ye doğru bir şekilde yönelmeye çalışması dini bir görevdir.

·         İşyerinde namaz  kılmak için izin verilmiyorsa  memur ne yapmalıdır?

Müslüman bir memurun ve işçinin, çalıştığı yerde namaz kılması için iş disiplini ve düzeni açısından işverenin veya amirlerin iznini alması uygun olur. Yine aynı şekilde işverenin veya işyerinde sorumluluk alan kimsenin, namaz kılmak isteyen memurlarına ve işçilerine, günlük dini görevi olan namazlarını kılabilme imkanını sağlaması gerekir. Şayet bu sağlanmıyor ve çalışanlar da kendi imkanları ölçüsünde namazlarını kılabiliyorlarsa en azından farzlarını kılarlar. Bu da mümkün olmazsa namazlarını cem veya kaza ederler.

Ancak işçinin ve memurun namazı bahane ederek mesaisini suiistimal etmemesi gerekir.

·         Namazda,dudaklar hiç kıpırdatılmadan yapılan kıraat ile kıraat şartı gerçekleşmiş olur mu?

Fatiha ve diğer sureleri, namazda dili kıpırdatmaksızın ve   ses çıkartmaksızın zihinden tekrarlama okuma (kıraat) sayılmaz, yani böyle yapmakla namazın rüknü olan kıraat yerine getirilmiş olmaz. Kişinin kendi duyabileceği bir sesle, fısıldar gibi, harfleri yerlerinden çıkartarak ve eğer yanında başkaları varsa onları namazda rahatsız etmeyecek bir şekilde okuması gerekir.

·         Kunut duasını bilmeyen bir kimse ne yapar?

Sözlükte Allâh’a ihlasla kulluk etmek, namaz ve duayı uzatmak, sükut etmek, dua etmek, ibadet kastıyla ayakta durmak gibi anlamlara gelen kunût, dinî bir kavram olarak, namazda rukûdan önce veya sonra ayakta dua etmeyi ifade eder.

Hanefîlere göre, vitir namazının üçüncü rekatında kunut yapmak vaciptir. İmam-ı Azam’a göre kunutta tekbir almak ve kunut duaları olan “Allahümme innâ neste’înuke” ve “Allahümme iyyâke na’büdü” dualarını okumak vaciptir. Ancak İmam Muhammed ve Ebû Yûsuf’a göre, tekbir almak vacip, kunut dualarını okumak ise sünnettir. Bu duayı okuyamayan kimse “Rabbenâ âtinâ” duasını okur veya üç defa “Allahümmeğfir lî” der. Namazda kunutu unutan kişi, namazın sonunda sehiv secdesi yapar.

Şâfiî ve Mâlikîlere göre ise, sabah namazının ikinci rekatinde, rükudan sonra kunut yapılır. Sabah namazında kunut yapmak Şâfiîlere göre sünnet, Mâlikîlere göre ise müstehaptır. Şâfiî veya Mâlikî imamın arkasında sabah namazı kılan bir Hanefî, dilerse kunut duasına katılır, dilerse sessizce bekler.

·         Sağır ve dilsizler nasıl namaz kılarlar?

Sağır ve dilsizler, ibadetlerle mükellef olma açısından diğer Müslümanlar gibidirler. Dolayısıyla namaz kılmakla, oruç tutmakla ve diğer ibadetlerle yükümlüdürler. Namazın farzlarından olan iftitah tekbiri ve kıraatin normalde telaffuz edilmesi gerekir. Ancak sağır ve dilsizlerin, tekbir ve kıraati kalplerinden geçirmeleri yeterlidir.

·         İma ile namaz

İslâm dini kolaylık üzerine bina edilmiştir. Buradan hareketle sorumluluklar da kulun gücüne göre belirlenmiş, gücü aşan durumlar için kolaylaştırma esası getirilmiştir. Hastalık da bu kolaylaştırma sebepleri arasında yer almaktadır.

Buna göre, ayakta namaz kılmaya gücü yetmeyen veya ayakta durmakta zorlanan kimse oturarak namazını kılabilir. Rükû veya secde etmeye gücü yetmeyen kimse ima ile namazı kılar.

İmâ, namazda rükû ve secde yerine başla işaret etmek demektir. Bu şekilde namaz kılan kişi rükû için başı biraz eğer, secde için ise rükûdan biraz daha fazla eğer. Secdede başını yere koyamayan kimsenin, bir şeyi başına kaldırarak ona secde etmesi caiz değildir. Bu durumda olan bir kimse usulüne göre, namazını imâ ile kılar.

Oturarak namaz kılamayan, sırt üstü yattığı yerde imâ eder.

Bir kişi ayakta durmaya gücü yettiği halde, rüku ve secdeye gücü yetmiyorsa, ayakta veya oturarak imâ edebilir; ancak oturarak imâ etmesi daha uygundur. Kaş veya göz ile ima ederek namaz kılınmaz. Başı ile ima etmeye gücü yetmeyen kimsenin namaz kılması gerekmez.

·         Namaz kılarken kaç rekat kıldığı konusunda tereddüt eden kimse ne yapmalıdır?

Yapılan ibadet ve amellerin her türlü şüpheden uzak olması gerekir. Şüphe ve tereddütler amelin değerini düşürür ve kararsızlıklar meydana gelir. Bu yüzden sözgelimi dört rekatlı bir namazı üç rek’at mı, yoksa dört rek’at mı kıldığında ilk defa şüphe eden kimsenin bu namazı yeniden kılması gerekir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizden biri namazında kaç rek’at kıldığı hususunda şüpheye düşerse namazı yeniden kılsın” (Zeylâî, Nasbu’r-Râye, II, 173).

Namazda sürekli olarak şüpheye düşüp kaç rek’at kıldığı hususunda kesin bir kanaate varamayan kimse, kıldığına emin olduğu en az rek’at sayısını esas alarak namazına devam eder. Hz. Peygamber, “Sizden biri namazında şüphe ederse, üç mü dört mü kıldığını bilemezse, şüpheyi bıraksın ve en az rek’âtı esas alarak namazına devam etsin” buyurmuştur (Nesâî, “Sehv”, 24; İbn Mâce, “İkâme”, 132.). Buna göre dört rekatlı bir namaza başlayan kimse, kıldığı rekatın birinci rekat mı ikinci rekat mı olduğunda kuşkuya düşüp, bir tarafı tercih edemezse, kendisini bir rekat kılmış sayar ve birinci sayılan rekatın ikinci; üçüncü sayılan rekatın da dördüncü rekat olma ihtimali bulunduğu için, her bir rekatın sonunda ihtiyaten teşehhüt miktarı oturur, böylece dört oturuş yapmış olur ve sonunda sehiv secdesi yaparak namazını tamamlar.

·         İmamdan farklı bir mekanda, hoparlör bağlantısıyla imama uyulabilir mi ?

İmam ile imama uyanların namaz kıldıkları yerin bir olması gerekir. İmamın sesini işiterek veya kendisini görerek namazdaki hareketlerini anlarlarsa, imama uymak sahih olur. İmamı görmeyen ve sesini de duymayan kişi, cemaatten bazılarını görmesi veya cemaatten tekbir getiren kişinin tekbirini duyması halinde imama uyabilir. İmam ile imama uyanların namaz kıldıkları yerin hakikaten veya hükmen bir olması gerekir. Bu itibarla, ses bağlantısı olmak kaydıyla, cami olarak kullanılan binanın farklı kat ve bölümlerinde, imama uyarak namaz kılınabilir.

·         Seferi olan kişi imamlık yapabilir mi?

Seferi olan bir kişi, hem seferî, hem de mukim olan cemaate imamlık yapabilir. Seferi olan kişi, dört rekatlık farz namazlarda imamlık yaptığında, karışıklığa sebep olmamak için, seferî olduğunu, namazı iki rekat olarak kılacağını, mukim olan cemaatin namazlarını 4’e tamamlaması gerektiğini hatırlatması uygun olur.

·         Kadın imamlık yapabilir mi?

Kadınların namazda imamlık yapması, bir kadının diğer kadınlara imamlığı ve kadın-erkek karışık cemaate veya sadece erkeklere imamlığı olarak iki kısma ayrılır.

Kadının diğer kadınlara imamlığı konusunda, Hz. Peygamber (s.a.)’in hanımlarından Ümmü Seleme ve Hz. Aişe’nin kadınlara imam olarak namaz kıldırdıklarına, bu durumda öne geçmeyip ilk safın ortasında durduklarına dair ilk devir hadis kaynaklarında bilgiler vardır. Kadınların günlük beş vakit namazda olduğu gibi, teravih namazında da diğer kadınlara imamlık yapmaları İs1am fakihleri tarafından caiz görülmüştür .

Bir kadının, erkeklere veya kadın-erkek karışık cemaate imamlık yapmasına gelince, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i, Ebû Dâvûd’un Sünen’i, İbn Hüzeyme’nin Sahih’i, Beyhakî’nin Sünen-i Kebîr’i ve Hakim’in Müstedrek’i gibi pek çok kaynakta yer alan bir rivayete göre, Hz. Peygamber, istisnâî olarak Ümmü Varaka isimli bir hanıma, biri erkek diğeri kadın iki köleden oluşan kendi ev halkına imamlık yapması için izin vermiştir. Bu rivayete dayanarak, Ahmed b. Hanbel, Ebû Sevr, Müzenî, Taberî, İbn Teymiyye gibi alimler, kadının zaruret halinde erkeklere de imamlık yapabileceğini söylemişlerdir. İçlerinde Ebû Hanife, Şafiî’nin de bulunduğu fakihlerin çoğunluğuna göre, kadının erkeklere imamlığını caiz görmemişlerdir.

·         Büyük günah işleyen kişi imamlık yapabilir mi?

İmamlık yapacak kişinin, ibadet ehliyetine sahip olması gerekir. Cemaatle kılınan namazlarda, imamın namazı sahih olduğunda, cemaatin namazı da sahih olur.

Büyük günah işleyen kişinin arkasında kılınan namaz sahihtir  (Ebû Davud, “ Salât” 63, Şevkani, Neylü’l-Evtar, III, 184-185.). Ancak imam olan kişinin, dindar, günah işlemekten sakınan, cemaat tarafından sevilen, güzel ahlaklı biri olması uygundur.

·         Farklı mezhepten bir imama uyarak namaz kılınabilir mi?

Mezheb farklılığı namazda iktidaya (imama uymaya) engel değildir; bir kimse başka mezhepten bir imama uyarak namaz kılabilir. Bu imamın kendi mezhebindeki şartlara aykırı bir davranış içinde bulunup bulunmadığını araştırması gerekmez. İmamın namazı kendi mezhebine göre sahih olduğunda, cemaatin namazı da sahih olur.

·         Kadınların erkeklerle aynı safta namaz kılmasının hükmü nedir?

İster cuma, ister bayram, ister cenaze namazı, isterse başka bir namaz olsun, kadınlar erkeklerle birlikte namaz kıldıkları takdirde, erkeklerden ayrı, uygun bir yerde namaza durmaları gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) namaz saflarını önce erkekler, sonra erkek çocuklar en arkada da kadınlar olmak üzere düzenlemiş; “Namazda erkek saflarının en faziletlisi en önde olanı, fazileti en az olanı ise en arkada bulunanıdır. Kadın saflarının en faziletlisi ise en arkada kalanı, en az faziletlisi ise en önde olanıdır.” (Müslim, “Salat” , 132; Ebu Dâvud, “Salat”, 97. Tirmizi, “Mevakıt”, 52; Nesai, “İmame”, 32; İbn Mace, “İkame”, 52) buyurmuştur.

Bu şekildeki uygulama, kadınların ikinci sınıf konuma indirgenmesi anlamına olmayıp, herkesin anlayabileceği tabii, fıtri bir takım sebepler yüzünden, hem kadınların hem de erkek cemaatin daha fazla huşu ve sükûn içerisinde namaz kılabilmeleri içindir.

·         Cemaatle namazdan sonra topluca tespih çekmek bid’at midir?

Namazlardan sonra bilinen şekliyle  tesbihat ve zikirleri çekmek, sahih hadislerle tavsiye edilmiştir. Bu tesbihat topluca çekilebileceği gibi, münferit olarak camide veya cami dışında çekilebilir. Bu nedenle, cemaatle namazdan sonra topluca tespih çekilmesi bid’at sayılmaz.

CUMA NAMAZI

·         Cuma Namazının hükmü nedir?

Cuma namazı, farziyyeti Kitap, sünnet ve icma ile sabit olan ve hutbeyi de ihtiva eden iki rekatlı bir namazdır. Yüce Allah, “Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında, alışverişi bırakıp hemen Allah’ı anmaya koşun. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allâh’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allâh’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” buyurmaktadır (Cumu’a 62/9-10). Hz. Peygamber de, “Cuma namazına gitmek, ergenlik çağına ulaşmış her Müslüman’a farzdır.” buyurmuştur (Ebû Dâvûd, Taharet, 129). Cuma namazı, Hz. Peygamber döneminden günümüze kadar bütün Müslümanlarca kılınmış ve bunun farz olduğu konusunda herhangi bir ihtilafa düşülmemiştir.

·         Cuma namazı kılmakla kimler yükümlüdür? Kadınların Cuma namazı kılmaları zorunlu mudur?

Cuma namazı, akıllı, ergenlik çağına erişmiş, sağlıklı, hür ve mukim erkek Müslümanlara farzdır. Kadınlar, hürriyeti kısıtlı olanlar, yolcular ve cemaata gelemeyecek kadar mazereti olanlar Cuma namazı kılmakla yükümlü değildirler. Ancak Cuma namazını kılmaları halinde bu namazları geçerli olup ayrıca öğle namazı kılmaları gerekmez.

Cuma namazı kılmak kadınlara farz değildir. Zira Hz. Peygamber, “Cemaatle Cuma namazı kılmak, her Müslüman’a farzdır. Ancak, köle, kadın, çocuk ve hastaya farz değildir” buyurmuştur (Ebû Dâvûd, Salât, 215). Diğer bir hadislerinde de, “Kadın, çocuk, köle ve hasta hariç, Cuma namazı her Müslüman’a farzdır” buyurmuştur (Beyhakî, Sünen, III/183-184, H.No: 5422, 5425, 5426; Darakutnî, Sünen, II/2, H.No: 2; İbn Ebî Şeybe, Musannef, I/446, H.No: 5148). Asr-ı saadetten günümüze kadar müçtehit imamlar ve daha sonraki bilginler de dahil olmak üzere bütün Müslümanlar da, Cuma namazının kadınlara farz olmadığı konusunda ittifak etmişlerdir (bk. İbn Hümam, Fethu’l-Kadîr, II/62; İbn Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, I/157; İbn Kudâme, Muğnî, II/193; İbn Hazm, Muhallâ, III/259; eş-Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/276).

Cuma namazının kadınlara farz kılınmamış olması, onlar hakkında bir mahrumiyet değil bir muafiyettir. Diledikleri takdirde, camiye gidip cemaatle Cuma namazı kılmalarında dinen bir engel yoktur. Hatta, hutbe ve vaazlardan istifade etmeleri için Cuma namazlarına devam etmeleri tavsiye olunur.

·         Cuma Namazı kaç rekattır?

Cuma namazının farzı iki rekattır. Bu konuda herhangi bir ihtilaf yoktur. Ancak Cuma namazının farzından önce, sünnet bir namaz bulunup bulunmadığı ve kaç rekat olduğu, farzından sonra ise, kaç rekat sünnet namaz bulunduğu konusunda ihtilaf vardır.

Bazı İslâm bilginleri Cuma namazının farzından önce Hz. Peygamber’in nafile bir namaz kılmadığını ileri sürmüş olsalar da, Hanefî, Mâlikî ve Şâfiî bilginlerine göre, Hz. Peygamber, Cuma namazının farzından önce tahiyyetü’l-mescid dışında, nafile olarak namaz kılmıştır. Hanefîler bu namazın dört rekat olduğunu, diğerleri ise belli bir rekat sayısıyla sınırlı olmadığını belirtmişlerdir (İbn Humam, Fethu’l-Kadîr, II/39; İbn Kudâme, Muğnî, II/250). Sahih hadis kaynaklarında Hz. Peygamber’in Cuma namazından önce nafile olarak namaz kıldığına dair pek çok rivayet bulunmaktadır (İbn Mâce, Salat, 94; Buhârî, Cumu’a, 33, 39).

Hz. Peygamber’in Cuma namazından sonra nafile olarak namaz kıldığı konusunda ihtilaf olmamakla birlikte, bu namazın kaç rekat olduğu konusunda görüş farklılığı bulunmaktadır. Bu namaz, Ebu Hanife’ye göre bir selamla dört, Şâfiî’ye göre iki selamla dört, Ebû Yûsuf’a göre ise dört rekatta bir selam ve iki rekatta bir selam vermek üzere toplam altı rekattır (İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/39; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/451).  Cuma namazından sonra Hz. Peygamber’in bazı rivayetlerde dört, bazı rivayetlerde de iki rekat nafile namaz kıldığı sahih hadis kaynaklarında yer almaktadır (Ebû Dâvûd, Salât, 244; İbn Mâce, İkâmetu’s-Salât, 95; Buhârî, Cumu’a, 39). Bunlar göstermektedir ki, Cuma namazının farzından önce ve sonra kılınan nafile namazlar, Cuma namazına daha sonra yapılan bir ilave değil, Hz. Peygamber’in uygulamasına dayanmaktadır. Bu itibarla Cuma’dan önce ve sonra nafile namaz kılmak sünnettir.

·         Cuma namazının sahih olması için şehirde kılınması şart mıdır?

Hz. Peygamber, ilk Cuma namazını, Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında Salim b. Avf oğullarının ikamet ettiği Rânûnâ adı verilen bir vadide kıldırmıştır (İbn Hişam, Sîretü’n-Nebeviyye, III/22). Ayrıca Hz. Peygamber, “Bir yerleşim biriminde, sadece dört kişi bulunsa bile, Cuma namazı kılmak farzdır.” buyurmuştur (Beyhakî, Sünen, III/179; Darakutnî, Sünen, II/8-9). Buna göre, farzı eda edecek sayıda cemaatin bulunduğu mezra, köy, belde, şehir gibi büyük veya küçük tüm yerleşim birimlerinde kılınan Cuma namazı sahihtir.

·         Cuma namazı en az kaç kişiyle kılınabilir?

Cuma namazının sahih olması için cemaatin şart olduğu konusunda bütün bilginler ittifak etmekle birlikte, gerekli görülen asgari sayının kaç olduğu hususunda farklı görüşler belirtmişlerdir. Cuma namazının kılınabilmesi için, Ebu Hanife ve Muhammed’e göre, imamın dışında en az üç, Ebû Yusuf’a göre ise, iki kişinin bulunması gerekir (İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/31). Şafiî ve Hanbelîlere göre,  en az kırk (Nevevî, Mecmû’, IV/353; İbn Kudâme, Muğnî, III/204); Malikîlere göre de on iki kişinin bulunması şarttır (Huraşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II/76-77).

Hz. Peygamber’in Medine’ye gelmesinden önce burada kılınan Cuma namazında kırk kişinin hazır bulunması, bundan aşağı sayıda kişiyle Cuma namazı kılınamayacağını göstermez. Nitekim, Hz. Peygamber’in emri ile Mus’ab b. Umeyr’in Medine’de 12 kişiye Cuma namazını kıldırdığı rivayet edilmektedir (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III/179, H.No: 5407). Ayrıca Rasulullah Cuma namazını kıldırırken, ticaret kervanının geldiğini haber alan cemaatin on iki kişi dışında hepsinin dışarı çıktığı rivayeti sahih hadis kaynaklarında yer almaktadır (Buhârî, Cumua, 38). Öte yandan Hz. Peygamber, bir yerleşim biriminde sadece dört kişi bulunsa bile, Cuma namazının farz olduğunu bildirmişlerdir (Beyhakî, Sünen, III/179 H.No: 5406, 5407; Darakutnî, Sünen, II/8-9 H.No: 1-3).

Kur’an-ı Kerim’de Cuma namazı mutlak olarak bütün mü’minlere farz kılınmıştır (Cumua 62/9). Hz. Peygamber bunlardan kimlerin muaf tutulduğunu belirterek ayetin genel hükmünü tahsis etmiştir (Ebû Dâvûd, Salât, 215; Beyhakî, Sünen, III/183-184, H.No: 5422, 5425, 5426; Darakutnî, Sünen, II/2, H.No: 2; İbn Ebî Şeybe, Musannef, I/446, H.No: 5148; ). Hz. Peygamber dışında kimsenin, ayetlerin hükmünü tahsis etme yetkisi yoktur. Bu itibarla, bir yerleşim biriminde İmamla birlikte en az dört kişinin bulunması halinde Cuma namazı kılınması gerekir.

·         Zuhr-i ahir namazı nedir? Kılmak gerekir mi?

Zuhr-i âhir namazı, son öğle namazı anlamına gelir. Bu namaz, bir kısım İslâm bilginleri tarafından, bir yerleşim biriminde birden fazla camide Cuma namazının sahih olmaması ihtimaline binaen, ihtiyaten kılınması öngörülen o günkü öğle namazıdır. Bunlara göre, bir ihtiyaç bulunmadıkça, bir yerleşim yerinde sadece bir yerde Cuma namazı kılınır. İhtiyaç yokken, birden fazla yerde kılınması halinde, namaza ilk başlayanların Cuma namazları sahih olur, diğerlerininki olmaz. Bu durumda diğerlerinin öğle namazını kılmaları gerekir. Hangisinin önce kılındığının tespit edilememesi durumunda ise, ihtiyaten hepsinin öğle namazını kılmaları bir çözüm olarak öngörülmüştür. Bu görüşlerini de, Cuma namazının, toplanmak ve hutbe dinlemek için meşru kılındığı, Hz. Peygamber ve hulefa-i raşidîn döneminde tek bir yerde Cuma kılındığı gerekçesine dayandırmaktadırlar (Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc, I/544; Nevevî, el-Mecmû’, IV/451-452; Sahnûn, el-Müdevvene, I/277-278; İbn Kudâme, Muğnî, III/212; Hurâşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II/74-75).

Ancak, Hz. Peygamber zamanında Cuma namazının sadece bir yerde kılınmış olması, bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınamayacağı anlamına gelmez. Zira o dönemde böyle bir ihtiyaç söz konusu değildi. Ayrıca yeni inen ayetleri Hz. Peygamber’in ağzından işitme iştiyakı içinde bulunan sahabenin, başka bir yerde Cuma namazı kılmalarını düşünmek mümkün değildir.

Diğer taraftan, müçtehitlerin tamamı, ihtiyaç halinde birden fazla yerde cumanın kılınabileceğini kabul etmişlerdir. İmam Şafiî Bağdat’a gittiğinde birden fazla yerde Cuma namazı kılındığını gördüğü halde, buna karşı çıkmamıştır (Nevevî, Mecmû, IV/452; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/544). Günümüzde ise, bir yerleşim biriminde tek camide Cuma namazı kılınması mümkün olmadığından birden fazla yerde Cuma namazı kılınması kaçınılmaz olmuştur. Kaldı ki Kur’an-ı Kerim’de, “Allâh bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar” (Bakara 2/286); “Allâh dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi.” (Hac 22/78) buyrulmaktadır.

Ayrıca zühr-i ahir namazının ihtiyat sebebiyle kılındığını ileri sürmek, sağlam bir temele dayanmamaktadır. Zira, ihtiyat iki delilden kuvvetli olanı tercih etmektir. Halbuki, Cuma namazının farz olduğunu ifade eden ayet ve hadislere karşı, birden fazla yerde kılınmasının caiz olmayacağı konusunda bir delil bulunmamaktadır. Bir yerde kılınması şartını ileri sürenlerin, ihtiyaç bulunduğunda kılınabileceğini belirtmeleri de bunu göstermektedir.

Bu itibarla, bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınabileceğinden, zühr-i ahir namazının kılınmasına gerek bulunmamaktadır. Ancak, zühr-i ahir namazını kılmak isteyenler de yadırganmamalıdır.

·         Cuma günü ve Cuma  vakti çalışılır mı?

Kur’an-ı Kerim Cum’a Suresi’nin konu ile ilgili 9 uncu âyetinde “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır” buyurulmaktadır. Buna göre Cuma namazı kılmakla yükümlü olan kişilerin Cuma vaktinde alışveriş yapmaları ve çalışmaları caiz değildir. Ancak, Cuma namazı kılmakla yükümlü olmayan kişilerin alış-veriş yapmasında ve çalışmasında  dinen bir sakınca yoktur.

Cuma saatinde, Cuma namazı ile yükümlü olanların alışveriş yapması caiz olmayıp dinen sorumluluk getirmekle birlikte bu tür akitlerden elde edilen kazanç helaldir.

Cuma namazı kılmakla dînen yükümlü olan satıcının iş yerinde Cuma namazı kılmakla yükümlü olmayan birisini istihdam etmek suretiyle iş akışının devamını sağlamasında dinî açıdan bir sakınca yoktur.

·         İşyerlerindeki mescitlerde Cuma namazı kılınabilir mi?

Namaz için ayrılan yerde Cuma namazı kılınabileceğine dair yetkili mercilerden izin alınmak kaydıyla, iş yerlerindeki mescitlerde Cuma namazı kılınabilir.

·         Cuma namazını terk etmenin hükmü nedir?

Özürsüz olarak Cuma namazını terk eden bir Müslüman büyük günah işlemiş olur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bir hadis-i şeriflerinde, özürsüz olarak üç cumayı terk eden kimsenin kalbinin mühürleneceği ifade edilmektedir (Tirmizî, “Tetimetü Ebvâbi’l-Cumu’a”, 354; İbn Mâce, “İkâmetü’s-Salât”, 93). Bu itibarla geçerli bir mazeret olmadıkça Cuma namazının terk edilmemesi gerekir.

TERAVİH NAMAZI

·         Teravih namazı nedir?

Sözlükte rahatlatmak, dinlendirmek anlamlarına gelen tervîha kelimesinin çoğulu olan terâvih, dinî bir kavram olarak, Ramazan ayında, yatsı namazı ile vitir namazı arasında kılınan nafile namaza verilen isimdir. Bu namazın her dört rek’atinin sonunda bir miktar oturulup dinlenmek müstehaptır.

Terâvih namazı, erkek ve kadınlar için sünnet-i müekkededir. Hz. Peygamber, “Kim inanarak ve sevabını Allâh’tan bekleyerek Ramazan namazını (teravih) kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır” buyurmuşlardır (Buhârî, Salâtü’t-Terâvih, 1; Müslim, Müsâfirîn, 174).

·         Teravih namazı cemaatle kılınabilir mi?

Nafile namazların tek başına kılınması daha faziletli olduğu halde, terâvih namazının cemaatle kılınması sünnettir. Hz. Peygamber terâvih namazını iki defa cemaatle kıldırmış, ancak daha sonra farz olur düşüncesiyle cemaatle kıldırmaktan vazgeçmiştir (Buhârî, Salâtü’t-Terâvih, 1; Müslim, Müsâfirîn, 177). Hz. Ömer halife olunca, halkın dağınık bir şekilde teravih namazı kıldıklarını görüp, tekrar cemaatle kılınmasının daha hoş olacağını düşünmüş ve ashapla istişare ederek bu namazın yeniden cemaatle kılınmasını başlatmıştır. Halkın bir vecd içinde bu namazı kıldıklarını görünce, “ne güzel bir adet oldu” diyerek sevincini belirtmiştir (Muvatta, 84, H. No: 245). Hz. Ali de, “Ömer mescitlerimizi teravihin feyziyle nurlandırdığı gibi, Allâh da Ömer’in kabrini öyle nurlandırsın” duası ile memnuniyetini açığa vurmuştur.

·         Teravih namazı kaç rekattır?

Hz. Peygamber’in kıldırmış olduğu teravih namazlarının kaç rekat olduğu konusunda bir rivayet bulunmamaktadır. Bu konuda Hz. Ömer’in teravihi cemaatle kılınmasını başlatmasıyla ilgili haberlerden ve Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber’in Ramazan ayındaki gece namazlarıyla ilgili hadisinden hareketle bir sonuca ulaşılmaya çalışılmaktadır. Bu konudaki haberler şöyle değerlendirilebilir:

Rasulullah’ın Ramazandaki gece namazları sorulduğunda, Hz. Aişe, “Rasulullah, Ramazan ve Ramazan dışındaki gecelerde on bir rekattan fazla (nafile namaz) kılmamıştır.” karşılığını vermiştir (Muvatta, 88, H. No: 261). Başka bir rivayette bu sayı on üç olarak zikredilmektedir (Muvatta, 88, H. No: 262; Müslim, I/508-510). Öncelikle bu hadisin teravih namazı hakkında olduğu konusunda bir açıklık bulunmamaktadır. Diğer taraftan Hz. Aişe’nin, Allâh’ın elçisinin Ramazan ayında ve Ramazan dışındaki gecelerde on bir veya on üç rekat namaz kıldığını belirtmesi, onun devamlı olarak kıldığı bir gece namazının bulunduğunu göstermektedir. Zaten Kur’an-ı Kerim’de de, “Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. Umulur ki Rabbin, seni övgüye değer bir makama gönderir.” buyurulmaktadır (İsra 17/79). Bundan da anlaşılmaktadır ki, bu soru, Ramazan ayında Hz. Peygamber’in diğer ibadetlerinde olduğu gibi, gece namazlarında da bir artış olup olmadığını öğrenmek amacıyla sorulmuştur; terâvih namazı ile ilişkisi yoktur. Hz. Aişe’den rivayet edilen, “Rasulullah (a.s) Ramazan ayında, diğer aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise çok daha şiddetli bir gayret gösterirdi. Son on günde, geceyi ihya eder, ailesini de uyandırırdı…” hadisi (Buharî, Fadlu Leyleti’l-Kadir 5; Müslim, î’tikâf 8). bu görüşümüzü desteklemektedir.  Diğer yandan, bu hadisin terâvihin meşru kılınmasından önce mi, yoksa sonra mı olduğu da belli değildir.

Hz. Ömer zamanındaki cemaatle kılınan teravih namazlarının rekatları konusunda iki rivayet vardır; yirmi rekat, on bir rekat (Muvatta, 85-86 (H. No: 248, 249, 250); İbn Ebî Şeybe, Musannef, II/163-164). Hz. Ömer’in dönemiyle ilgili farklı rivayetler; ünlü hadis bilgini Nevevî ve Buhârî şârihi Bedreddin Aynî tarafından, on bir rekatla ilgili rivayetin Hz. Ömer’in halifeliğinin ilk döneminde kılınan teravih namazlarıyla ilgili olduğu, sonra teravihin yirmi rekat olarak yerleştiği ve günümüze kadar da böyle devam ettiği şeklinde açıklanmıştır (İbn Humam, Fethu’l-Kadir, I/334; Aynî, V/357; Neylü’l-Evtâr, III/61).

Teravih namazı, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinden başlayarak günümüze kadar cemaatle yirmi rekat olarak kılınmıştır. Sahabeden kimse buna itiraz etmemiş ve alimler tarafından da bu şekilde kabul edilmiştir. Günümüzde de, başta ülkemiz olmak üzere pek çok İslâm ülkesinde teravih namazı cemaatle 20 rekat olarak kılınmaktadır.

Bununla birlikte şunu da ifade etmek gerekir ki, teravih namazı nafile bir ibadet olduğundan, farz gibi telakki edilmesi de doğru değildir. Bu nedenle, yorgunluk, meşguliyet ve benzeri sebeplerle, teravih namazının evde 8, 10, 12, 14, 16 veya 18 rekat kılınması halinde de sünnet yerine getirilmiş olur. Ancak cemaate iştirak etmeye çalışmak daha iyidir.

·         Teravih namazı nasıl kılınmalıdır?

Terâvih namazını iki rek’atte bir selam vererek ve dört rek’atin sonunda biraz dinlenerek kılınması müstehabdır. Bu dinlenmelerde tehlîl (lâ ilâhe illallâh demek) ve salavât ile meşgul olunması uygundur.

Terâvih namazını kıldıran imam, okuyuşu uzatarak cemaati bıktırıp dağıtmamalı; çabuk kıldırarak namaza noksanlık getirmemelidir. Teravih namazında da diğer namazlarda olduğu gibi, kıraatin gereği gibi yapılmasına ve ta’dil-i erkana riayet edilmesine özen gösterilmelidir

·         Oruç tutmayan  kimse  teravih namazı kılabilir mi?

Teravih namazı Ramazan ayının bir sünnetidir, oruçla ilişkisi yoktur. Bu nedenle, oruç tutmayanlar da teravih namazı kılabilirler.

CENAZE İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

·         Hasta ve ölen kişilere karşı vazifelerimiz nelerdir?

İslam dîni sosyal dayanışma, adalet ve yardımlaşmaya büyük önem vermiştir. Bu çerçeveden olarak, hastaları ziyaret ederek onlara Allah’tan şifa, sıhhat ve afiyet dilemek, sabır ve tahammül tavsiye etmek, dünya hayatını terk etmek üzere olan hastaları kıbleye çevirip, onlara şahadet telkin etmek tavsiye edilmiş, vefat hadisesi gerçekleşince ölüyü yıkamak, kefenlemek, namazını kılmak, kabre kadar taşımak, defnetmek ve ölü için dua etmek de sosyal görev olarak kabul edilmiştir. Ayrıca ölen bir Müslüman’ın ardından Allah’tan rahmet dilemek, hayırla yad etmek ve iyiliklerinden bahsetmek dînimizin tavsiye ettiği davranış biçimidir. Nitekim Hz. Peygamber ölülerimizi hayırla anmamızı bizlere tavsiye etmiştir.

Diğer taraftan mirasçılar, ölenin varsa borçlarını mutlaka ödemeli, vasiyetlerini yerine getirmelidirler.

·         Cenaze için salâ verilir mi?

Salâ; Cemâati bayram veya Cuma namazına çağırmak ya da bazı yerlerde kılınacak cenaze namazını haber vermek amacıyla camilerde okunan Hz. Peygambere selam ve övgüdür.

Ölüm haberinin çeşitli yollarla duyurulması sünnettir. Bu bakımdan, minareden cenaze salası okunması ve arkasından da ölen kişinin adının ve memleketinin söylenmesinde dinen bir sakınca bulunmamaktadır. Ancak, ölen kişi için övücü sözler söylenmesi uygun değildir.

·         Cenazenin bulunduğu odada  Kur’an okunabilir mi?

Yıkanmadan önce veya yıkandıktan sonra, Kur’an-ı Kerim okunarak sevabı cenazenin ruhuna bağışlanabilir. Bazı bilginler, yıkanıncaya kadar cenazenin bulunduğu odada sesli olarak Kur’an okumayı hoş karşılamamışlardır. Bununla beraber, cenaze yıkanmadan yanında veya başka bir odada Kur’an okunabilir.

·         Cenaze başka bir yere nakledilebilir mi?

Kişinin, öldüğü yere gömülmesi müstehabtır. Ancak, cesedin kokma tehlikesi yoksa, cenazenin başka bir memlekete taşınmasında ve oraya gömülmesinde bir sakınca yoktur.

·         Cenazelerin yıkanması?

Ölen bir Müslüman’ı yıkamak, kefenlemek, onun için namaz kılıp dua etmek ve kabre gömmek Müslümanlar için farz-ı kifayedir.

Cenâzenin bir an önce yıkanması, kefenlenip hazırlanması ve defnedilmesi müstehaptır. Cenâze, yıkamak için önce yüksekçe bir yere, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırılır. Göbeğinden diz altına kadar olan avret yeri bir örtü ile örtülür ve elbisesi tamamen çıkarılır. Ağzına ve burnuna su vermeksizin abdest aldırılır. Sonra üzerine ılık su dökülür, sabun ile yıkanır. Daha sonra sol yanına çevrilerek sağ tarafı, sağ tarafına çevrilerek sol tarafı yıkanır.

Her yıkayış üç defadan az olmamalı, gereksiz yere su israf edilmemelidir. Dağılacak şekilde bozulmuş olan cenâzenin sadece üzerine su dökmekle yetinilir. Ölüyü kendisine en yakın akrabasının yıkaması daha uygundur. Ölü yıkandıktan sonra bir bezle kurulanır ve kefenlenir. Başına ve sakalına güzel koku sürülür, secde yerlerine kâfur dökülür.

Ölünün adeta yeni doğmuş gibi yıkanması, bir yönüyle yeniden doğuşu sembolize etmekte; başka bir yönüyle de dünya hayatının kendisi üzerinde bıraktığı kir ve tozu gidererek Allah’ın huzuruna tertemiz gitmeyi temsil etmektedir.

·         Cenazenin   kefenlenmesi

Cenâzenin yıkanıp kurulanmasından sonra, bedenini örtecek şekilde sarılan beze kefen denir. Cenâzenin kefenlenmesi, Müslümanların üzerine farz-ı kifâye olup bu işleme tekfîn denilir. Erkek ve kadınlar için farklı olmak kaydıyla kefenler üçe ayrılır:

Sünnet olan kefen; erkekler için gömlek, izâr ve lifâfe olmak üzere üç parça; kadınlar için bunlarla birlikte, baş örtüsü ve göğüs örtüsü olmak üzere beş parça bezdir.

İhtiyaç halinde, erkekler için izâr ve lifâfe olmak üzere iki parça; kadınlar için de bunlarla birlikte baş örtüsü olmak üzere üç parça bez ile yetinilir. Zorunluluk halinde ise, başka bir şey bulunmadığında, bütün vücudunu örtecek bir bezdir. Bunda erkek ve kadın aynıdır.

Kefenlemede kullanılan kamîs, gömlek anlamına gelmekte olup, boyundan ayaklara kadar cenâzeyi örten bezdir. İzâr, baştan ayaklara kadar örten bir bezdir. Lifâfe ise, baştan ayağa kadar olan ve kefenin en üstüne gelen parçasıdır. Bu, ayak ve baş tarafından bağlanması için biraz daha uzundur.

Kefenin beyaz renkli pamuk bezinden olması daha faziletlidir. Kefen olarak kullanılacak bez, çok basit ve adî veya çok pahalı olmamalı, ölünün mal varlığına uygun olarak alınmalıdır.

·         Cenaze namazının hükmü nedir?

Cenâze namazı, farz-ı kifayedir; kadın olsun erkek olsun yalnız bir kişinin bu namazı kılmasıyla farz yerine getirilmiş olur. Cenâze namazı, Allâh’a övgü, Rasulullah’a salât ve ölü için duadan ibarettir.

Cenâze namazı rüku ve secdesi olmayan bir namazdır; rükünleri kıyam ve tekbirdir. Cenâze namazında iftitah tekbiriyle birlikte dört tekbir bulunmaktadır. Selam vermek vaciptir. Sünnetleri ise, Allâh’a hamd ve senâ etmek, Rasulullah’a salât ve selam getirmek, hem ölüye hem de Müslümanlara dua etmekten ibarettir.

Cenâze namazında taharet, kıbleye yönelmek, setr-i avret ve niyet gibi şartlara riayet edilir. Namazı kılınacak cenâzenin Müslüman olması, yıkanıp kefenlenmiş olması, cemaatin önünde olması, bedeninin tamamı veya yarıdan fazlası, yahut başı ile birlikte en az yarısının bulunması gerekir. Canlı olarak doğup ölen çocuk yıkanır ve cenâze namazı kılınır.

·         Cenaze namazı nasıl kılınır?

Cenâzeye karşı ve kıbleye yönelik olarak saf bağlanır ve niyet edilir. İmam ve cemaat tekbir alarak ellerini bağlarlar. Tekbirden sonra imam ve cemaat içlerinden, “ve celle senâüke” cümlesiyle birlikte “Sübhaneke” duasını okurlar. Ardından imam ellerini kaldırmadan tekbir alır, cemaat da içinden tekbir alır ve hepsi içlerinden “Salli” ve “Barik” dualarını okur. Tekrar aynı şekilde tekbir alırlar ve bilenler cenâze duasını, bilmeyenler de, dua niyetiyle “Fatiha” suresini veya başka bir dua okur. Daha sonra yine aynı şekilde tekbir alınır ve arkasından sağa ve sola selam verilir. Böylece namaz tamamlanmış olur.

·         Cenaze namazını kılmanın bir vakti var mıdır?

Cenaze namazının kılınması için belirli bir vakit yoktur; günün her saatinde cenaze namazı kılınabilir. Ancak bazı alimler kerahet vakitlerinde cenaze namazının kılınmasını mekruh saymışlardır. Hazırlanmış olan bir cenazenin, bekletilmeden namazı kılınıp defnedilmesi daha uygundur. Bununla beraber, daha çok cemaatin katılması, ölen kişinin akraba, eş, dost ve komşuları gibi hukuku bulunan insanlara ölüm haberini duyurup son görevlerini yapmak üzere cenaze merasiminde bulunabilmelerinin sağlanması amacıyla, cenaze namazının vakit namazlarından sonra kılınması teâmül haline gelmiştir.

·         Kimlerin cenaze namazı kılınmaz?

Müslüman olmayanların cenaze namazı kılınmaz. İslam bilginleri, annesini veya babasını kasten öldüren, çatışmada öldürülmesi halinde, yol kesen ve meşru devlet düzenine isyan suçu işleyenlerin de cenaze namazlarının kılınmayacağını söylemişlerdir.

·         Birden fazla cenaze için tek bir cenaze namazı kılınabilir mi?

Birden fazla cenaze hazır olduğunda, bunların namazlarını ayrı ayrı kılmak daha uygun ise de, birden fazla cenaze için tek bir namaz kılmak da yeterlidir.

·         Bir cenazeye birden fazla namaz kılınabilir mi?

Cenaze namazı bir defa kılınmakla farz yerine getirilmiş olur. Bu nedenle, tekrar kılınması gerekmez. Ancak, cenaze namazında bulunamayan kişiler, daha sonra münferit olarak veya ayrı bir cemaatle aynı cenaze için tekrar cenaze namazı kılabilirler. Nitekim, Hz. Peygamber, cenaze namazında hazır bulunamadığı Ümmü Sa’d için daha sonra cenaze namazı kılmıştır (???).

·         Gıyâbî cenaze namazı kılınabilir mi?

Bir kısım İslam bilginlerine göre, cenaze namazı kılınabilmesi için cenazenin hazır bulunması gerekir. Bununla birlikte, hazır bulunmayan cenaze için, namaz kılınabilir. Zira Hz. Peygamber, Necâşî’nin cenaze namazını gıyabında kıldırmıştır (???).

·         Cenaze namazı cami içerisinde kılınabilir mi?

Genel kural olarak, cenaze namazı cami dışında kılınır. Ancak yağmur, çamur, soğuk gibi bir mazeret bulunması durumunda cenaze namazı camide kılınabilir. Hz. Peygamber, Beyza isminde bir kadın sahabînin vefat eden iki oğlunun cenaze namazını camide kıldırmıştır.

·          Ayakkabı ile cenaze namazı kılınabilir mi?

Bütün namazlarda olduğu gibi cenaze namazında da namaza mani olan pisliklerden temizlik (necasetten taharet) şarttır. Buna göre, cenaze namazı kılacak kimsenin ayakkabılarında namaza engel bir pislik yoksa, namazını ayakkabıları ile kılmasında dinen bir sakınca bulunmamaktadır.

·         Defin ve cenazenin yıkanması konusunda yapılan vasiyet geçerli midir?

Sağlığında kendisini belirli bir kimsenin yıkamasını, cenaze namazını kıldırmasını ve defnetmesini yahut da belirli bir yere defnedilmesini vasiyet eden kişinin, bu vasiyeti bağlayıcı değildir. Ancak, ölünün yakınları, dilerlerse bu vasiyeti yerine getirebilirler.

·         Cenaze geçerken ayağa kalkmanın dini hükmü nedir?

Dinimize göre, ister Müslüman olsun, isterse kafir, bütün insanlar saygıdeğerdir. Nitekim Kur’an’da “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık.” buyurulmaktadır (İsrâ 17/70). İnsana hayattayken saygı gösterilmesi gerektiği gibi, ölümünden sonra da saygı gösterilmesi gerekir. Hz. Peygamber, yanından geçen bir cenaze için ayağa kalkmış, orada bulunanların kendisine bunun bir Yahûdî cenazesi olduğunu haber vermeleri üzerine, “o da bir nefis (insan) değil miydi?” buyurmuştur (Buhari, Cenaiz, 50; Nesâî, Cenâiz, 45-47; İbn Mâce, Cenaiz, 35). Cenazeye şahit olan kişi, vefat edenin yakınlarına taziyede bulunup üzüntülerini paylaşmalı, onlara ve cenazeye saygılı davranmalı, ayrıca bundan ibret almalı ve tefekkür etmelidir. Ayağa kalkmak da bu ruh halinin bir ifadesidir. Sonuç olarak, cenaze için ayağa kalkmak, zaruri olmamakla birlikte, ölüye ve yakınlarına saygının ifadesi olarak güzel bir davranıştır.

·         Gayrimüslimlerin cenaze merasimlerine katılmakta sakınca var mıdır?

Müslümanlar gayrimüslimlerin cenaze törenlerine katılabilirler. Ancak, böyle bir merasime katılan kişinin, diğer dinlere ait duâ, ibadet ve benzeri dînî ayin ve ritüellerin icrasına katılması ve gayrimüslim ölüler için rahmet dilemesi caiz değildir. Taziye ve teselli amaçlı olarak, bu tür ziyaretler yapılabilir.

·         Gayrimüslim bir cenaze Müslüman mezarlığına defnedilir mi?

Dini örfte ve uygulamada, bir kimse vefat ettiğinde, kendi mensup olduğu dinden; daha önce vefat eden kişilerin defnedildiği kabristana defnedilir.

Tarih boyu Müslüman mezarlıkları, büyük bir itina ile Hıristiyan ve Yahudi mezarlıklarından ayrı mekanlarda oluşturulmuştur. İslam Dininin, ölülerin techiz, tekfin   ve defin işlemlerinde, kabir ziyareti, okuma ve dua usullerinde kendine has uygulamaları vardır. Bunlar Müslüman Türk halkımızın öz kültürü olmuştur. Kültür erezyonu, kimlik kaybı bir millet için sakıncalı sonuçlar doğurabilir. Bu bakımdan Müslüman mezarlığının gayrimüslim mezarlığı ile parselleri ayrı olan bir mekanda bulunmasında bir sakınca yoksa da aynı mekanda karışık olarak defnedilmesi uygun değildir.

Hıristiyan bir kişinin, Müslümanlar arasında vefat etmesi halinde, o yerde Hıristiyan mezarlığı varsa, cenaze bu mezarlığa gömülür. O yerde Hıristiyanlara ait mezarlık yoksa ve bu kişinin başka yerdeki bir Hıristiyan  mezarlığına nakli de yapılamazsa, Müslümanlara ait kabristanın, bir köşesine defnedilebilir.

·         Müslüman bir cenaze gayrimüslim mezarlığına defnedilir mi?

Ölen bir Müslümanın yıkanması, kefenlenmesi ve namazı kılındıktan sonra da Müslüman mezarlığına defnedilmesi gerekir. Ancak, gayrimüslim mezarlığı dışında başka hiçbir yere defnetme imkanının bulunmaması halinde, Müslüman cenazenin gayrimüslim mezarlığına defnedilebilir. Bu durumda cenazenin, mümkünse mezarlığın uzak bir köşesine defnedilmesi uygun olur.

·         Ölüyü tezkiye etmenin dini hükmü nedir?

Ölen bir kişinin iyi bir insan olduğuna dair Müslümanların şahitlik etmelerine tezkiye denir. Hz. Peygamber’in, ashabın lehinde şahitlikte bulunduğu cenaze için “cenneti hak etti”; aleyhinde şahitlikte bulunduğu cenaze için de “cehennemi hak etti” buyurduğu rivayet edilmiştir.

Günümüzde, bu tezkiyenin yapılmasını sağlamak amacıyla, cenaze namazını kıldıran kişi, cemaatin ölü hakkındaki kanaatlerini sormaktadır. Cenazenin halini genellikle iyi olarak bilen kişinin, iyiliğine şahitlik yapması, tanımayan veya kötü olarak bilen kişinin ise, hayır duada bulunması uygun olur.

·         “Telkin” ne demektir, nasıl yapılır?

Ölmek üzere olan kişinin yanında kelime-i tevhîd ve kelime-i şehâdet okunmasına; cenâze defnedildikten sonra, kabirde sorulması muhtemel soruları ve cevapları ölüye hatırlatma konuşmasına telkîn denir.

Ölmek üzere olan kişinin, sağ tarafına çevrilerek yüzünü kıbleye gelecek şekilde yatırmak müstehaptır. Bu durumda olan kişinin yanında, hatırlatmak amacıyla kelime-i tevhîd ve kelime-i şehâdet okunur. Hz. Peygamber, “ölülerinize (ölüme yaklaşanlara) lâ ilâhe illallah demeyi telkin ediniz” buyurmuştur (Müslim, Cenâiz 1, 2; Tirmizî, Cenâiz 7). Telkin yapılırken, “lâ ilâhe illallah” de, kelime-i şahedet, kelime-i tevhîd getir şeklinde bir yaklaşımda bulunulmamalı, yanında bunları söylemekle yetinilmelidir. Ayrıca, ölmek üzere olan kişinin yanında Kur’an-ı Kerim, özellikle Yâ-sîn suresi okumak uygun olur.

Cenâze kabre konduktan ve başında Kur’an okuma tamamlandıktan sonra, kalabalık dağılınca, orada kalan bir kimsenin kabrin başında yüksek sesle ve ölüye hitaben iman esaslarını hatırlatmasına da telkîn denir. Hanefîlerden bazı alimler, defnedildikten sonra telkînin meşrû olmadığını söylemişlerdir. Buna mukabil bir kısmı ise, tavsiye edilmediği gibi yasaklanmadığını, bu nedenle mükellef olduktan sonra vefat eden kimsenin mezarının başında telkin verilebileceğini söylemişlerdir.

·         Ölen kişinin arkasından ağlamanın ve yas tutmanın hükmü nedir?

Ölen kişinin arkasından ağlanabilir. Hz. Peygamber de oğlu İbrahim ölünce ağlamış, yine can çekişmekte olan kızının oğlu kendisine arz edilince, gözlerinden yaşlar boşanmıştır. Sebebi sorulunca da “Bu Allâh’ın rahmetidir, onu kullarının kalplerine koymuştur. Allâh ancak merhametli olan kullarına merhamet eder.” buyurmuşlardır (Buhari, “Cenaiz”, 44; Müslim, “Cenaiz”,12,106; Ebû Davud, “Cenaiz”, 77). Ancak yüksek sesle ağlamak, bağırıp çağırmak, isyan içeren sözler sarf etmek caiz değildir.

·         Ölü sahiplerinin, cenaze merasiminden sonra yemek vermesi uygun mudur?

Hz. Peygamber, ölünün kendi ailesinin yemek hazırlayıp gelenlere ikram etmesini hoş karşılamamıştır. Ölen kişinin mirasçıları fakir iseler veya aralarında buluğ çağına erişmemiş çocuk var ise, geriye bıraktığı maldan yemek yapılarak cenazeye gelenlere verilmesi helal değildir. Ancak akraba ve komşuların, cenaze sahiplerine bir günlük yemek hazırlayıp götürmesi müstehaptır.

·         Taziye ne demektir, hükmü nedir?

Taziye, ölünün yakınlarının üzüntüsünü paylaşarak, onları teselli edici, rahatlatıcı sözler söylemektir. Hz. Peygamber, cenaze yakınlarına taziyede bulunmayı tavsiye etmiştir (???). Ölü yakınlarının acılarını tazelememek için, taziye üç günden sonraya bırakılmamalıdır. Taziyede bulunan şahıs, ölünün yakınlarına sabır ve metanet diler, cenaze için hayır duada bulunur.

·         Bir mezara birden fazla cenaze defnedilir mi?

Normal şartlarda bir kabre, yalnız bir cenaze defnedilir. Önce defnedilmiş olan cenaze, tamamen çürüyüp toprak haline gelmedikçe, bir zarûret olmaksızın kabrin açılması ve bu kabre ikinci bir cenazenin defni caiz değildir. Cenaze çürüyüp toprak haline geldikten sonra ise, aynı kabre başka bir cenaze defnedilebilir. Daha önce defnedilen cenazenin çürüdüğü kanaatiyle mezar açıldığında çürümeyen bazı kemikler bulunursa, bu kemikler bir tarafa çekilip araya topraktan bir set yapmak suretiyle ikinci cenaze defnedilebilir.

·         Çok katlı mezar yapılması dinen uygun mudur?

Yer darlığı ve ekonomik zaruretler nedeniyle, bölümleri birbirinden beton ve ayrıca toprak tabakayla ayrılmış katlı mezarlar yapılmasında ve bunlara cenaze defnedilmesinde dînen bir sakınca yoktur.

·         Mezar başka bir yere nakledilebilir mi?

Kabrin olduğu yerden yol geçmesi, kabrin su altında kalması veya kabrin bulunduğu yerin başkasına ait olup sahibinin orada cenaze defnine izninin bulunmaması gibi zorunlu bir durum bulunmadıkça, cesedin başka bir mezarlığa nakledilmek üzere, defnedildiği yerden çıkarılması dinen caiz değildir.

Bu konuda ölenin vasiyetinin bulunması, mezarın yakınları tarafından ziyaret edilmesinin çok zor olması, yolunun olmaması gibi hususlar, kabrin nakli için geçerli mazeret sayılmaz.

·         Mezar yaptırmanın hükmü nedir?

Ölen kişinin defnedildiği yerin kaybolmasını önlemek için, israfa varmamak şartıyla basit bir mezar yaptırılmasında dinen bir sakınca bulunmamaktadır. Buna karşılık,  kabirlerin yükseltilmesi, üzerine kubbeli binalar yapılması, taşına övücü veya kaderden şikayet edici sözler yazılması dinimizce yasaklanmıştır.

Mezar için yapılan harcamaların, ölü ve diri için hiçbir yararı bulunmadığından, büyük masraflar yaparak mezar yaptırmak israftır, israf ise haramdır.

·         Ölü, hayatta olanların hallerini bilir mi?

Peygamberimizin, dünyada yaşayanların yapmış oldukları amellerin ölmüş akraba ve yakınlarına gösterileceği yönündeki hadislerinden hareketle bazı İslam alimleri, ölülerin hayatta olanların hallerini bildiklerini ve iyi amelleri ile sevindiklerini, kötü amelleri ile de üzüldüklerini söylemektedirler. Hz. Peygamberin, Bedir savaşında öldürülen müşrik ölülerine seslenmesi, onlarla konuşması ve onların, kendisini duyduklarını haber vermesi, yine kabir ziyaretinde bulunanların orada medfun bulunan şahsa selam vermesinin peygamberimizce tavsiye edilmesi de bu görüşü destekler mahiyettedir (bk. Müslim, Cenâiz, 9, 35).

·         Mezar ve türbe ziyaretlerinin usulü nedir?

Mezarlıkların ziyaret edilmesi, bu vesileyle ölünün hatırlanması ve orada yatanlardan ibret alınması dinimizin tavsiye ettiği hususlardandır. Ancak, kabir ve türbe ziyaretlerinde İslâm’ın özüne ve tevhid anlayışına ters düşen itikâdî bakımdan da zararlı olan tutum ve davranışlardan uzak durmak gerekir.

Türbelerde  yatan kişileri beşer üstü varlıklar olarak görmek; bu zatların duaları kabul ettiğine, ilâhi kudretlerinin olduğuna inanmak; bir kısım ihtiyaç ve dilekleri onlara arz etmek; kendilerinden medet ummak; bu ziyaretleri dini bir vecibe gibi telakki etmek; bez bağlamak; mum yakmak; kurban kesmek, şeker v.b yiyecek maddeleri dağıtarak onlardan yardım dilemek tevhid dini olan İslâm bağdaştırılamaz. Ölen kişilerden medet ummak ve onlardan bazı şeyler beklemek iman açısından tehlikeli bir davranıştır.

Kabir ziyaretinde bulunan kişi, ahireti hatırlamalı, dünyanın geçici olduğunu ve bir gün kendisinin de öleceğini düşünmelidir. Kabrin yanına gelince; “ Mü’minler  yurdunun sakinleri sizlere selam olsun. İnşâallâh biz de size katılacağız. Bizler  ve sizler için Allâh’tan afiyet dilerim” denilir. Kabir ziyaretinde bulunan kişinin  ölü için dua etmesi ve Kur’an okuyarak sevabını orada bulunanların ruhlarına bağışlaması uygun olur. Kabrin başında yüksek sesle ağlayıp gürültü yapmak, kabrin demirlik ve taşlarını öpmek, onlara sarılıp ağlamak ise kabir ziyaretiyle bağdaşmaz.

·         Kadınlar kabir ziyaretinde bulunabilir mi?

Bütün Müslümanlar kabir ziyaretinde bulunabilirler. Hz. Peygamber, cahiliye alışkanlıklarının devam ettiği dönemde kabir ziyaretini bir ara yasaklamış, ancak bunu daha sonra serbest bırakarak, “Size kabir ziyaretini yasaklamıştım. Artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz” (Müslim, “Cenâiz”,106; Ebû Dâvud, “Cenâiz”, 77) buyurmuştur.

Bu itibarla kadınlar da, kabir ziyaret edebilirler. Nitekim Hz. Peygamber, çocuğunun kabri başında ağlamakta olan bir kadına sabır tavsiye etmiş, onu ziyaretten menetmemiştir (Buhârî, “Cenâiz”, 7, “Ahkâm”, ll; Müslim, “Cenâiz”, 15). Diğer yandan Hz. Âişe’nin, kardeşi Abdurrahman’ın kabrini ziyaret ettiği kaynaklarda yer almaktadır (Tirmizi, “Cenâiz”, 61).

 

Hz. Peygamber’in kabirleri çok ziyaret eden kadınlara lânet ettiğini bildiren hadisler (Tirmizi, “Salât”, 21; “Cenâiz”, 61; Nesaî, “Cenâiz”, 104; İbn Mâce, “Cenâiz”, 49), kabir ziyaretinin yasak kılındığı dönemle ilgilidir. Büyük hadis bilgini Tirmizî bunu açıkça ifade etmiştir (bkz. Tirmizi, “Cenâiz”, 60). Hz. Âişe ve İbn Abdilber de bu görüştedir.

·         Ölen kişiye sevabı bağışlanmak üzere hayır yapmanın ve Kur’an okumanın hükmü nedir?

Yapılan ibadetin ve hayırların sevaplarının başkasına bağışlanması caizdir. Kişi, okuduğu Kur’an-ı Kerim’in, yaptığı hatmin, kıldığı namazın ve işlediği bir hayrın sevabını başkasına bağışlayabilir. İster sağ, ister ölmüş olsun, kendisine sevap bağışlanan kimsenin, bundan yararlanacağı umulur. Başkası tarafından bağışlanan sevapla, bir kimsenin bizzat yapması gereken ibadet borçları ödenmiş olmaz ise de, bunlar iyilik ve sevaplarının  çoğalmasına ve derecesinin yükselmesine  vesile olabilir.

Annesi ve babası öldükten sonra, onlara bir iyilik yapıp yapamayacağını soran kişiye Hz. Peygamber: “Evet, onlara rahmet dilemek, onlar için istiğfar etmek, vasiyetlerini yerine getirmek, dostlarına hürmet edip ikramda bulunmak, akrabaları ile ilgilenip onlara karşı üzerine düşeni yapmaktır.” buyurmuştur (Ebû Davud, “Edeb”, 129; İbn-i Mace, “Edeb”, 2).

Annesinin aniden öldüğünü, şayet konuşabilseydi sadaka verilmesini vasiyet edeceğini zannettiğini, onun adına sadaka verirse sevabının kendisine ulaşıp ulaşmayacağını soran sahabîye de: “Evet, ulaşır. Onun namına sadaka ver” buyurmuşlardır (Buharî, “Vasâyâ” 19; Müslim,“Zekat” 51).

Buna göre, sevabı ölen kimsenin ruhuna bağışlanmak üzere her türlü ibadet yapılabileceği gibi, çeşitli vesilelerle dua da edilebilir. Ancak, 7. 40. ve 52. gün duası gibi uygulamaların hiçbir dinî dayanağı bulunmamaktadır.

·         Cenazede alkış tutulması ve ıslık çalınması caiz midir?

Cenazenin ardından kabre kadar gitmek sünnettir. Cenâze merasimlerinin ölen bir Müslüman’a yapılması gereken son bir vazife olması yanında, yaşayanlara yönelik ölümü hatırlatmak, âhireti düşünerek ibret almak gibi amaçları vardır. Bu nedenle cenâze törenlerinde bağırıp çağırmak, yüksek sesle ağlamak, ölen kişileri alkışlamak, slogan atmak, ıslık çalmak, zılgıt çekmek, tezahürat yapmak caiz değildir. İslâm alimleri, değil bu gibi taşkınlıkları, cenâze merasimlerinde yüksek sesle tekbir getirmeyi bile hoş karşılamamışlar, mekruh kabul etmişlerdir. Bu itibarla cenâze merasiminde hazır bulunanların sükûnet ve vakarla cenazeyi takip etmeleri gereklidir. Bu ölen kimseye gösterilecek saygının da bir gereğidir.

·         Cenazeye çelenk, çiçek göndermenin hükmü nedir?

Cenaze merasimlerine çelenk gönderilmesinin ve kabirlere çelenk konulmasının ölüye hiçbir faydası yoktur. Öte yandan bu tür harcamalar, yerinde bir harcama olmadığından israftır; israf ise haramdır. Bu itibarla, çelenk için sarf edilecek paranın, sevabı ölenin ruhuna hediye edilmek üzere, hayır kurumlarına veya fakirlere bağışlanması daha uygun ve daha yararlı bir davranıştır.

·         Kabir üzerine oturmanın hükmü nedir?

İnsanın dirisi saygın olduğu gibi ölüsü de saygındır. Dolayısıyla ölülere saygı duyulması ve saygısızlık anlamı taşıyan davranışlardan kaçınılması gerekir. Bu itibarla, zaruret  olmadığı sürece, mezarların üzerinden geçilmesi ve kabirlerin üzerine oturulması dinen uygun bir davranış değildir. Nitekim, kabre yaslanan Amr b. Hazm’ı gören Hz. Peygamber, onu uyarmış ve “kabir sahibine eziyet etme!” buyurmuşlardır (???). Ancak, kabrin kenarına oturulmasında dinen bir sakınca bulunmamaktadır. Ayrıca mezarlıklar temiz tutulmalı, piknik alanları haline getirilmemelidir.

·         Adetli kadın kabir ziyareti yapabilir mi?

Kadınların adetli iken kabir ziyareti yapmalarında bir sakınca yoktur.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir